Sinema

Sıcak Kafa : Yazarıyla, Kitabıyla, Dizisiyle

Sıcak Kafa isimli kitabı Netflix’te aynı isimle yayınlanan dizisiyle tanıdık. Afşin Kum’un 2016 senesinde April Yayıncılık’tan çıkardığı kitabı o zamanlar göz önünde değildi ama meraklısının merceğine çoktan girmişti.

Sıcak Kafa, aynı sene kucakladığı FABİSAD’ın düzenlediği GİO Ödülü ile gelecek vaat ettiğini göstermişti. Fakat kitabın yayınlandıktan 6 sene sonra Netflix’te dizi uyarlamasının gösterileceğini büyük ihtimal yazar bile tahmin edememişti. Ta ki dizinin yönetmeni Mert Baykal’ın kitabı okuyup Afşin Kum’a ulaşıp kitabın haklarını almasına kadar.

İlk kez Türk bir yazarın bilim kurgu eserinin uluslararası dijital platformda tüm dünyaya pazarlanması koltuklarımızı kabarttı. Bunun yanı sıra Sıcak Kafa distopik bir evren yaratırken yerel kodlar taşımasından ve çağrışımsal olarak ülke sorunlarına alternatif bir bakış geliştirmesi ile öne çıktı.

Hatta bir köşesinden yapım bir milli bir mesele haline geldi. Çünkü ilk kez bir distopya İstanbul’da geçiyor. Bilim kurgunun ülkemizdeki en ince yeri olan inandırıcılığın sınandığı yapıma bir bakış atmadan önce yazara ve kitabına göz gezdirelim. Sonrasında yapıma geniş açıdan, yazardan ve kitaptan yana bakalım.

Yazar Hakkında

Afşin Kum İstanbullu’dur. Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliğini bitirir, ardından Bilgi Üniversitesi’nde sinema eğitimi alır. Kendini pek çok alana konumlayabilen çok yönlü bir yazardır. Proje yöneticisi ve yazılımcı olarak çalışmasının yanında, bir dil bilimci kadar dile hakim ve enstrüman çalan bir hayat meraklısıdır.

2010’dan beri yazdığı bloğunda çok çeşitli alanlarda yazılara yer verir. Toplumsal cinsiyetten politik ve siyasi denemelere, kitaplarının çıktığı haberinden, enstrümanı ile ilk tanışmasını anlattığı anılarına dek çeşitli konular vardır bu sitede. En son çıktığı içerikte bir “abuklama” örneğini yazıya döker. Meraklısını yazarın bloğuna alalım.

Kitap Hakkında

Sıcak Kafa romanın ödüllü olması sebebiyle bilim kurgu okuyucularının halihazırda bildiği bir kitap. Türkiye’de üvey evlat muamelesi gören spekülatif türün bu sene itibariyle yükselişine tanık olmak şüphesiz en çok bu türün okuyucularını sevindirdi. Bunun yanı sıra bu yapımla aslında ülkemizin edebiyat pratiklerinde bir şeyler değişiyor. Diziyi izleyen kitle, kitabı da almak ve okumak istiyor. Peki kitap olarak Sıcak Kafa neyi anlatıyor?

Sıcak Kafa romanının baş kahramanı Dil bilimci Murat Siyavuş, gelecek Türkiye’sinde yaşamaktadır. Dünya genelinde hakim olan bir salgın tüm insanlığı etkilemiştir. Bu salgını yaratan hastalık, ARDS diye adlandırılır. Bu hastalık semantik bir virüsle bulaşır. Bu virüse maruz kalan insanlar abuklamaya yani saçma sapan sözcük öbekleri ile konuşmaya başlarlar. Diğer yandan da kendi hayatlarını idame ettiremeyecek kadar zayıf düşerler.

Karakterimizin bu salgındaki rolü çok kritiktir. Murat Siyavuş, istese de abuklayamaz. Zamanında hastalıkla ilgili araştırma yapan ekibin içinde olan Murat Siyavuş zamanında hastalığı kapmış ama iyileşebilmiş tek insandır. Arkadaşı Özgür onun iyileşmesinde etkin bir rol oynamıştır. Ama günlerden bir gün araştırma laboratuvarında yangın çıkmış ve veriler yanmıştır. Sonrasında araştırma ekibi ağır kayıplar vererek dağılmış ve koca bir umut böylece kaybolmuştur.

Bu sarsıcı olay sonrası kendini eve kapatan karakterimiz, tüm gün televizyon seyretmekte ve abuklamaya maruz kalınca ısınan kafasını kontrol etmektedir. Sonra annesinin baskısıyla evden çıkar ve kendine bir amaç bulur. Murat Özgür’ü bulmaya ve sıcak kafasında neler olup bitiyor öğrenmeye heves edecektir. Roman bu süreci anlatır.

Karakter merkezli kitapta tek boyutlu bir kurgu hakimdir. Süreçte Şule’den hoşlanacak, Şule’nin babasının salgını durdurmak için çalıştığı ekibinin bir parçası olmayı kabul edecektir. Bunlar zamanla olur. Abuklamamak için kulaklık kullanan tüm insanlar nüfusu, hızla artan abuklara karşı giderek güçsüzleşmektedir.

Kitabın Sonu

Oldukça şaşırtıcı ve çarpıcı bir son bekler okuyucu. Sürpriz bozan içeren bu metin için son uyarımızı yapıp konumuza dönelim.

Salgına çare arayan ekibin aldığı her adımda distopik evrenin fotoğraflarını izleriz. Bu evrende umutsuz ve getto İstanbul işlenir. SMK adlı bir kurum kurulmuştur ve devleti simgeler. Salgınla Mücadele Kurumu SMK, abukları zorla karantina bölgelerine yerleştirir. Güç gösterisi yapar, şiddete başvurmaktan çekinmez, asayişi sağlarken insancıl hareket etmez. Karakterimiz sonunda tedaviyi bulmaya çalışan ekibe dahil olur. Bu dünyanın son şansıdır. Murat Siyavuş son dakikaya kadar kendinden ve ekipten bir mucize beklemektedir.

Kitabın sonu okuyucuya pek çok açı sunar. Neye daha çok inanmak istediği ve sonun iyiliği tamamen okuyucuya bırakılır. Sonunda belli ki tüm dünya abuklayacaktır. Peki, bu iyi midir, kötü mü? Abuklamak beyinlerimize yerleşen bir virüsün eseri gibi görünse de insanlığın kurtuluşu mudur? Peki, bu neyden kurtuluştur? Nedensellikten. Bu çok çarpıcı bir sondur. Sıkı sıkıya bağlı olduğumuz nedensellikten insanlığı kurtarırsak geriye ne kalır?

Sıcak Kafa Dizisi

sıcak kafa

2-4 Aralık Berkol Bilimkurgu Günleri’nde yazarın söyleşine katıldığımızda salt bir söyleşi dinlemedik. “Dilbilimkurgu: Bilimkurguyu Dil Üzerine İnşa Etmek” başlıklı söyleşide yazarın dilbilimine ilgisini keşfettik, kitabın belli kodlarında gezindik. Ayrıca yazarın konuyu beyninde nasıl şekillendirdiğini ve bilimkurgu türünde bu eseri yazarken neleri ele aldığını öğrendik. Netflix’e dizi yapmadan önce salgının çıkmasıyla “Dünya fikrimizi çaldı.” deyişi çok ironikti. Salgından önce salgını yazmak, hem de bu kadar isabetli bir tablo çizmek, yazarın analitik, yaratıcı ve öngörülü metodunu gözler önüne seriyordu.

Dizi uyarlamasında tek boyutlu karakter kurgusu terk ediliyor, bol kahramanlı ve çok konulu bir hikâye anlatılıyor. Kitapta kahramanın ilk gördüğü andan beri hoşlandığı Şule (Hazal Subaşı) karakteri daha derin işlenirken, SMK’nın karşısına kurulan anti grup olan +1 grubu konu ediliyor.

+1 grubunun muhalif bir tavır takınması, SMK’nın derin devleti temsili ve yaşanan çatışmalar, diziyi politik bir düzleme taşıyor. Kocaeli olayları diye anılan bir çatışma geçmişini konu alan yayın, açık radyodan yapılıyor. Böylece ulusa sesleniş tavrı da diziye ekleniyor. Böylece konu derinleşiyor, dizideki materyal zenginleşiyor.

Yeni karakterler de dahil oluyor diziye. Anton (Şevket Çoruh) isimli polis memuru ve ailesinin yaşadığı dram, dizinin dram kolunu sırtlıyor. Anton’un öncelikle küçük oğlu ARDS hastalığına yakalanıyor. Bundan sonrasında beni anne olarak oldukça yakalayan bir sekans geliyor. ARDS hastalarının dinlediğinizde hastalığı kapıyorsunuz. Ama bir anne iseniz çocuğunuza kulak kabartmadan yaşayıp gidemezsiniz. Anne içinden yükselen istekle savaşıyor. Bu bir anne için ciddi bir çaba.

Ebeveynlerin her daim çocuklarını dinlemeleri gerektiği üzerine bildiklerimizi önümüze alırsak, bu sahnenin ARDS hastalığı adına çarpıcı bir açılım yaptığı muhakkak. Anne bu savaşa yenilip çocuğuna kulak kabartıyor ve Anton yalnızlığa gömülüyor. O da bu hastalığın tedavisinin peşine düşüyor. Dahası ailesini karantina bölgesine göndermektense evin bodrumunda bir oda ayarlıyor ve onlara bakıyor.

Diziden Çarpıcı Sekanslar

sıcak kafa

Diziye çok emek verildiği ve ciddi bir bütçe ayrıldığı muhakkak. Örneğin set, çok büyük bir alana kurulmuş. Tamamı yerli olan bir çok ekip uluslararası bir temsil yakalamaya çalışmış. Bunun yanı sıra Dark ekibinin renkçisi de ekibe dahil edilmiş.

Filme katkısı olması çabasıyla SMK hiyerarşisinde başı temsil eden Fazıl (Kubilay Tunçer), kötü karakteri temsil ediyor. Fakat bu karakterin grileri yok. Saf kötü. Bu açıdan karakter gelişimini izleyebilecek miyiz, merak konusu. Bu konu, eğer onay alırsa, diğer sezona kalmış görünüyor.

Tilbe Saran’ı ise Murat Siyavuş’un annesi Emel rolünde izliyoruz. Sıra dışı bir anne Emel. Oğlunun SMK dan saklanışını, uzun saatler televizyon başında geçirdiği zamanı esefle izliyor. Bir yerde “kalk bir şeyler yap” diyor oğluna.

İyi bir evlat olmakla ilgili bir sorunu yokken birden yüklendiği misyonla evden çıkıp Özgür’ü (Özgür Emre Yıldırım) arama kararı alan Murat Siyavuş ise kendi kararları ve salgının seyri arasında kalakalıyor. Çünkü Şule bir yerde diyor ki, “Bu senden de, benden de büyük bir şey”.

Murat bu yeni misyonu ile, hastalığa çare aranması konusunda gerekeni yapmak istiyor. Ama o ana dek sürekli bu kafadan, sıcak kafadan kurtulmayı düşlüyor. Bu kısım seyirci olarak da, okuyucu olarak bizi kesmiyor. “Git bir şeyler yap ve ya saklan” dediğimiz karakterin gelgitli ve depresif hali, kurgunun temposunu hızlandırsa da karakterin amacı ne Şule’yi ikna ediyor, ne de bizi.

Sonunda o büyük bir şeyin parçası olma yolunda adım atınca annesine “Bana yaprak sarması yapabilir misin?” deyince sıra dışı annemiz “Yapamam.” diyor. Bazı şeyler değişmesi Murat’ın bu adımı atmasıyla ne ilgili ne de bu adıma yeterli. Nasıl bir anne olacağı konusu sadece Emel Hanımı ilgilendiriyor.

Kocaeli Olaylarının Yıldönümü

Dizinin sonlarına doğru zor bir sahne daha geliyor. Bu sahne kitapta yok ama diziyi oldukça besleyen bir damar. +1 Hareketinin Kocaeli Olayları yıldönümünde SMK karşıtları yürüyüş yapmak istiyor. Olaylar kızışıyor.

Yürüyüşe izin veriliyor ama polisler orantısız şiddete meyilli. Kocaeli Olaylarında kaybettiği oğlu için gül büyüten annenin gülünü Şule alıyor ve anma bölgesine dikmek istiyor. Bu açıdan umudu temsil eden gül metaforu yerinde işlenmiş.

Bunun yanı sıra sessizlikle yaptıkları bu yürüyüşte kulaklıklarını karantina bölgesi sınırındaki ağaca bırakıyorlar. Bu sahnede bilhassa aklıma düşen, kulaklık endüstrisi hakkında dizide dişe dokunur bir şeye rastlamadığımız oluyor. Bu kadar değerli bir meta olan kulaklığı ağaca bırakma eyleminin altı bu şekilde maalesef dolmuyor. Çünkü bu evrende insanları abuklardan koruyan en önemli şey, bu kulaklıklar.

Bu arada kulaklıklar üzerinden giden stil yarışı da gereksiz bir çabanın örneğini yansıtıyor. Zincirli ve kırmızı kulaklıklar Özgür’ünken Taba rengi kulaklık Şule’nin mesela. Şık ve siyah kulaklıklar ise Murat Siyavuş’un. Oysa biten ekonomi ve zarar gören iletişim ağlarını yansıtmaya çalışan bu distopyada bu detaylar oldukça avangart kalıyor.

Dizinin Sonu

Sıcak Kafa‘nın son bölümlerine doğru ekibe dahil olan Haluk Bilginer kurguya eklenen güzel detaylardan. 6. seviye abuklardan olan karakterin en önemli özelliği, Murat Siyavuş’u zamanında hasta eden abuk olması. İlginç bir şekilde bu iki insan birbirine bilinçaltında, rüyalarda bağlı olduğunu görüyoruz.

Bu detay açıklanmadan ikinci sezona bırakılıyor. Sonuçta tek kelimesiyle kulaklığı aşıp insanları 6 dakika kuralına uymaksızın hastalık bulaştıran çok tehlikeli bir abuk var. Bir diğer konu ise, diğer abukların Haluk yanında sakinleşip susmaları. Başka bir hiyerarşi üreten bir emsal var ve detaylarını gene zaman gösterecek.

Dizinin yaratıldığı evren, renkler ve oyunculuklar çok iyiyken kurgu bazı yerlerde inceliyor. ARDS hastalığının mekanizması hakkında pek bir detay yok. Karantina bölgelerine tıkılan abukların yaşadıkları net çizilmiyor. Dünyadaki seyir hissedilmiyor, kapalı evren yaratılırken geniş tablo gözden kaçıyor.

Gonca Vuslateri aşırı karikatürize edilmiş bir karakter. Yer yer gereksiz kalıyor kurgu içinde. Özgür üst tondan kırık gibi davranırken eski bilim insanının kafayı bu kadar kırıp rasyonellikten uzaklaşması açıklanmıyor.

Görsel olarak oldukça başarılı ama bu emeğe rağmen altı dolmayan nedenselliğe sahip bir proje bu. Diğer sezonuna çözülmesini beklediğimiz gizemler var. Abukları hayatı, kafalarının içleri, Haluk ile Murat’ın bağı ve Şule’nin gerçek kimliğini öğrenmek için diğer sezon izlenmeye değer.

Dizinin son sahnesinde Şule’ye gelen akıllı telefon gene çalıyor. Bu distopyada bir akıllı telefon var ve Murat’ın bu telefon neden çalıyor demesi için diğer sezonu beklememiz gerekiyor. Tabii ikinci sezon yapılırsa.

Türkiye distopyası ve bilim kurgu uyarlaması derken gene de ikinci sezonu bekliyor ve bazı gizemlerin çözülürken altının doldurulmasını diliyoruz. Karakter gelişimlerinin tutarlı, diyalogları dolu dolu Sıcak Kafa beklentisiyle… İnşallah bu sürede sürtünme dürtüsünü silindir nefretine kurban etmezsiniz…

E. Nihan Acar

Multi-disiplinli bir alanda akademik arayışını sürdüren bir fenci- sosyolog olarak, peri masallarına ve bilime aynı anda inanan bir edebiyat hayranıyım. Fantastik ve bilim kurguya bayılırım. Üretkenliğimi sınadığım görsel tasarım, müzik ve sahne sanatlarından sonra edebiyat kıtasında arayışıma devam ediyorum. Kendimi bildim bileli okuyor ve yazıyorum. Online ve yazılı edebiyat platformlarında yayınlanmış kitap analizleri, inceleme ve öykülerim mevcut.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir