Sinema

The Peripheral: Özlem Duyulan Bilim Kurgu (mu?)

The Peripheral incelemesi sizlerle…

Son dönemlerde sağda solda, afişlerde gördüğünüz; reklamlarına istemsizce maruz kaldığınız veya arkadaşlarınızdan öneri olarak duyduğunuz bir bilim kurgu işinin derinliklerine ineceğiz. Karşınızda: The Peripheral.

Bilim kurguların kendine has dünyasına kapılıp yeri geldiğinde uzay yolculuklarına çıkmayı, ayaklanan robotları izlemeyi; yeri geldiğinde ise kendinizi bir sanal gerçekliğin içinde bulup tamamen gerçek dünyadan kopma gibi senaryolara hayransanız, bu diziyi her halükarda beğenirsiniz.

The Peripheral; William Gibson’ın imzalı eserden uyarlanarak çekilmiş bilim kurgu romanı olan, siberpunk türünde en üst sıralarda gelen Neuromancer’ın dünyasında yer alıyor. Pek çok insanı heyecanlandıran şey ise bu romanın kendisi değil.

Biliyorsunuz ki, çoğu bilim kurgu işi yüzeysel fikirlerin doğru düzgün ekrana yansıtılamamasıyla meşhur. Hatta birçoğu sönük bir şekilde kalarak yayın hayatına son veriyor. The Peripheral’ın ise arkasında çok sağlam bir kadro var. Westworld dizisinin yaratıcıları bu dizide de söz sahibi olmuşlar.

Amazon Prime Video üzerinden şu an hali hazırda bölümleri yayımlanmaya başlamış dizi başlangıcı ile geleceğe yönelik; kaliteli bir atmosfer, keyifli oyunculuklar ve ilginç bir senaryo sunacağını gösterir nitelikte.

The Peripheral Konusu Ne?

William Gibson’ın bu romanı aslında oldukça ağır. Kaliteli ve derin narative sahip bir hikâye sunuyor. Bunu ekrana yansıtmaları konusunda biraz çekincelerim olsa da Westworld’ün yaratıcılarına güvenim tam. Westworld aslına bakarsanız çok sık rastlayabileceğimiz bir konu üzerinden yola çıkmış bir işti. “Robotların ayaklanması…”

Westworld ekibi yine de diziyi o kadar güzel tasarlamışlardı ki, klişe olarak görebileceğimiz konuların bile doğru bir şekilde ve senaryo ile ele aldığında izlediğimiz işi nasıl da tadından yenmez bir konuma getirdiğini bize kanıtlamışlardı. The Peripheral da aslında çok klişe başka bir konu üzerinden yola çıkmış: Sanal Gerçeklik. Bakalım, ekip bu klişe konunun da altından kalkabilecek mi? Hem bu sefer ellerinin altında esinlenebilecekleri şahane bir roman da var.

Dizinin başrolünde Chloe Grace Moretz var. Moretz oldukça genç bir oyuncu olmasına rağmen tecrübeli ve yetenekli. Dizi de Flynne karakterini canlandırıyor. Flynne geleceğe çok yakışacak bir işte çalışıyor. Sanal sandığı bir oyunun içinde cinayete şahitlik edince kendini bambaşka bir olayın içinde buluyor. Dizi kısa hatlarıyla Flynne ve Wilf Netherton üzerinden ilerliyor.

The Peripheral özellikle fragmanlarına baktığımda ve öncesinde Westwold’ün yapımcılarının bu işin içinde olduğunu öğrendiğimde gözüm kapalı beklediğim bir yapımdı. Son dönemlerde özlem duyduğum kaliteli bir bilim kurgu işine aç bir şekilde beklemekteydim.

Özellikle; Westworld, Matrix, Altred Carbon, Bladerunner gibi işlere hayran biri olarak, bu diziyi de sabırsızlıkla bekliyordum. Üstelik onlara nazaran yarattığı dünyanın beni daha rahat içine çekeceğini düşünüyordum. Çünkü yakın geleceğimizde, şu an hali hazırda olan bazı teknolojik aletlerin daha gelişmiş versiyonlarını görmek daha gerçek bir deneyim gibi hissettirecekti. Öyle oldu mu? Bu sorunun cevabına “kısmen” diyebilirim.

Bilim Kurgu Ögeleri

the peripheral

Nedir bu konu? Geleceğe yolculuk… Yıllarca pek çok roman, dizi, film, manga, anime bu konuyu binlerce kez işlemiştir. Çok klişe bir konudur ama doğru ellerde muazzam sonuçlar yaratabilir. The Peripheral bunu sağlayabilmiş mi? Pek emin değilim. Konsept güzel.

Kafamıza çok gelişmiş bir VR takıyoruz ve gelecekte bambaşka bir dünyanın içinde bir benlikte uyanıyoruz. Aslında başta konu bu değil yani amaç zamanda yolculuk yapmak değil ama dizinin bölümlerini izlerken ister istemez ana karakterimizin gelecekte olduğunu anlayarak kendi kafamın içinde “Ya acaba tuttuğum takım benim yılımda şampiyon olmuş mu? Siyasi partiler ne durumda? Dünya ne durumda?” gibi soruları sorar oldum. Karakterin asla bunlara bakmıyor olması, ya da irdelemiyor olması çok ilginç.

Evet, biliyorum gelecekteki dünyada bir nevi hazırlanmış bir robotun içinde ama sonuçta benliği aynı, zihni aynı ki gelecekte olduklarını ona söylediler hatta bazı kanıtlar bile sundular. Karakterin girdiği bu istemsiz gelecek yolculuğunda az da olsa çok ufak tefek bazı şeyleri merak etmesini isterdim. Belki ilerleyen bölüm veya sezonlarda değinirler.

Şunu da belirtmem lazım, ben bilim kurgu okumaları çok fazla yapıyorum ve bu romanların her birinde ortak bir özellik var. Yüzeysel olmamak! Yani şunu demek istiyorum. Çoğunuz Black Miror izlemişsinizdir. Orada bir olay vardır ve o olay üzerinden senaryo akar, son bulur ve buna bilim kurgu derler. Kitaplar, romanlar, mangalar, kısacası kült işlerde ise bu durum bu kadar yüzeysel geçilmez.

Bilim kurgunun içinde tek bir olay bile olsa; olayın toplumu, siyaseti, ekonomiyi, insanları, psikolojiyi hatta yeme alışkanlıklarını bile nasıl etkilediğini görürüz. Ki bunu Westworld gibi kapalı bir dünyada bile yapmayı başarmışlardı bu dizinin yapımcıları. Peripheral da ise o anki dünyada (2032) değişen bazı şeyleri görmemiz hoş, lakin VR takıldıktan sonra gelecekteki dünyada bunlara fazla rastlamıyoruz. Umarım bu durum ilerleyen bölümlerde çeşitlenir.

Klasik Amerikan Kültürü

the peripheral inceleme

Dizinin ilk bölümü ile ikinci bölümü arasında dağlar kadar fark vardı benim için. Ben daha fazla bilim kurgu görmek isterken bir anda klasikleşen, çok sıradan bir Amerikan dramasının içinde buldum kendimi. The Peripheral spoilerı vermemek adına detaylara inmeyeceğim ama “Klasik Amerika” derken ne demek istediğimi anlamışsınızdır.

Klasik kötü adamlar, gelişmiş silahlar, kırsal ve arabalar… Beni bu çok yordu. İkinci bölümde farklı bir çatışma sahnesi izliyoruz. Dronelar sanki bir oyundaymışcasına kullanılıyor. Yine de kötü yani… Çok soru işareti bıraktı kafamda. Sahneler de o kadar yaratıcı gelmedi bana.

“Klasik Amerika” kalıbının içinde bir gazinin teknoloji ile bezenmiş hayatının işlenmesi keyifliydi. Ki, oldukça iyi de oyunculuk çıkarmış aktör. Onun aksine ise “Burton” karakteri ise aşırı tek düze oynuyor. Adam asker evet ama bir insanın yüzünde asla mimik olmaz mı?

Diğer oyuncular arasında oldukça sönük kaldığını söyleyebilirim. Yine klasik Amerikan kötüsü kırsaldaki mafya abimizin oyunculuğunun başarılı olduğunu söyleyebilirim ama öyle aman aman bir rolü yok dizide.

The Peripheral Arada Kalmışlık Hissini İyi Veriyor

Dizi o kadar garip ki, VR aracılığıyla bir nevi geleceğe yolculuk ederken kendi dünyasındaki karakterinin arasında kalan birinin üzerinden bize anlatılar sunarken; bölümler kötü mü, iyi mi beni de arada bırakmayı sağlıyor.

Bölümlerde çok akıllıca bulduğum şeyler olsa da cidden olmamış dediğim kısımlar da mevcuttu. İşin tuhaf kısmı mükemmel bir romandan alıntıların iyi kısımları oluşturmasıyken; diğer yerlerin neden bu kadar kötü kararlar alarak yansıtılıyor olması.

Kimsesiz yaşayınca insanın ruhu yalnızlaşıyor.

Çok güzel bir cümle değil mi? Şimdiki hayatımızda sıklıkla yaşadığımız bir durum yalnızlık. Bu yüzden empati kurmakta zorlanmıyoruz. Hele ailenden birini, bir sevdiğini kaybedip yalnızlaştıysan daha da acı. İnsan ne yapacağını bilemez olur.

Peki, kaybettiğin birini gelecekte, onun yüz hatları, onun tavırları yansıtılarak hazırlanmış bir android’in içinde görmek ister miydiniz? Özlem duygusu belki herkesin bu soruya cevabını “Evet” kelimesine itse de işin içine yıllardır işlenen bir konu giriyor, “Ruh”. Yine arada kalma hissi… bunu iyi yansıtmış dizi. Veya dünyadaki her insanın istinasız merak ettiği bir konuda da düşündürdü beni: “Ölüm”. Şu an merak ettiğimiz her şeyi deneyimleyebiliriz, en azından ihtimaller bile bizi mutlu eder.

Mesela Everet’in tepesini merak edebiliriz, gidip görmesek de hayatımızın hiçbir noktasında, biliriz ki yapabiliriz. Peki ya ölmek? Kim biliyor ki, her gün milyonlarca insanın tecrübe ettiği bu ölme deneyimini kime sorabiliriz?

The Peripheral‘ın izlediğim bölümleriyle zekice fikirler içerdiğini ama yeterince tatmin etmediğini söyleyebilirim. Siz dizi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Emre Turan

Merhaba! Az yiyen, çok okuyan ve yazmaya iştahı tükenmeyen bir gastronomi uzmanıyım. 1998 doğumluyum. Gastronomi üzerine lisans eğitimimi 2020 yılında tamamladım. 2022 yılında ise yüksek lisans eğitimime başladım. Yıllarca Türkiye'nin önde gelen tarif/içerik sitelerinden birinde food editorlük başta olmak üzere; yemek stilistliği, yemek fotoğrafçılığı, şef asistanlığı gibi farklı işlerle uğraşıp ekibe destek verdim. Ayrıca son yıllarda gastronomiye dair iki romanla uğraşıyorum. Tabaklarda ve yemeklerde süs sevmediğim gibi cümlelerimi de süsten uzak, dengeli bir şekilde kullanmayı tercih ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir