Edebiyat

Biz: Bilişsel Uyumsuzluk

Biz, Yevgeni Zamyatin imzalı eser hakkında detaylı bir inceleme sizleri bekliyor.

Kara Dörtleme olarak anılan distopik kanonların ilki olan ve adeta bilişsel uyumsuzluk durumunu göz önüne seren bu eseri sizler için inceledik. Bu roman, dikkatimi ilkin Metis Yayınları’nın derlediği, Ursula K. Le Guin’in denemelerini içeren “Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar” isimli eserde çekmişti. O derlemedeki Ruhtaki Stalin isimli makalede Yevgeni Zamyatin’den ve onun bu distopik eserinden bahsediliyordu.

Le Guin’in bu eseri ele alması da anlamlıdır. İktidar ve sansür olgularını eleştiriye tabi tutar. Özellikle durumun trajik yanına dikkat çeker. İçselleştirilmiş iktidara ve otosansüre!

Nitekim Biz isimli eserde başkahramanımız olan D-503 de özgürdür aslında (!). Ama içinde yaşadığı formun yani yapının belirlenimi o denli kuvvetlidir ki, kendisinin özgürlük olmayan bir özgürlük içerisinde olduğunu fark etmez. “Fark edemez” demiyorum, zira edilebilir. Hatta kitapta kahramanımız ediyor gibi de olur. Bu fark edişler ise bilişsel uyumsuzluk ışığında anlam kazanır.

Bilişsel uyumsuzluk önemlidir zira “neden”, “niçin”, “böyle devam ederse” gibi birçok sorguyu açığa çıkarır bilinçte. Zaten sorgunun da önce bilinçte başlaması gerekir. Ama bir diğer sorun da bu noktada başlar: Bu uyumsuzluk insanı enikonu rahatsız eder.

Ya bir eylemde bulunmalıdır ya da vicdan muhasebesinin sesini kapatıp uyum içerisine girmelidir. Gelin birlikte, bizlere sorular sorduracak ve her dönemde analoji yoluyla canlı sorgulamalar olarak kalacak Biz eserine beraber göz atalım.

Olguyu Bağlamıyla Değerlendirmek

Bir değerlendirme yaparken en önemli nokta, değerlendirilen unsuru, ortaya çıktığı dönemin diyalektiği içinde ele almaktır. Bu sayede nedensellikleri iyi kavrar ve çıkarsamamızı da nitelikli bir şekilde yapabiliriz.

1920 yılında tamamlanan Biz isimli eser, 1924 yılında yayımlanmıştır. Ekim Devrimi öncesinde Rus İmparatorluğu’ndan kaçan Zamyatin, devrim sonrasında ülkesine yani Sosyalist Sovyetler’e geri döner. Lakin onun duruşu, karakteri ve kalemi, istibdatın formuna değil özüne dair eleştirelliği yansıtır ve Sovyetler’de de sıcak karşılanmaz.

Hatta incelediğimiz eseri basım için onay almaz. Bu eserin trajik yanlarından birisi de budur, yıllarca yazarın ülkesinde yayımlanamamıştır. 1924 yılında İngilizce baskısı (We) Birleşik Krallık’ta yayımlanan bu eser, ancak 1988 yılında Sovyetler’de basılabilmiştir. Yine de yazıldığı yıllarda farklı dillerde de olsa yayımlanabilmesi önemlidir zira Kara Dörtleme olarak bilinen distopik kanonların üçünü etkilediği söylenmektedir. Hatta bu konuda George Orwell şöyle der:

‘‘Zamyatin belli bir ülkeyi değil, sanayi uygarlığının hedeflerini ele alıyor. Bu kitabın konusu aslında Makine, yani insanın düşüncesizce şişesinden çıkardığı ve tekrar şişesine sokamadığı o cin…’’

George Orwell

Burada Orwell’ın değindiği noktaya ben de değinmek istiyorum. Yani belli bir ülkeden ziyade sanayi uygarlığını eleştirmeye dair. Elbette içinde yaşanılan ülkeyi eleştirmek önemli ve birinci derecede gereklidir, nitekim o ülkede yaşanılıyordur ve düşünen insan için eleştirel düşünce önemli. Aynı zamanda devlet/toplum için de düşünen insan önemlidir.

Lakin devlet unsuruna da aşkın hale gelen, daha ziyade Jacques Ellul’ün belirttiği teknik determinizm olgusunun da eleştirilmesi gerekir. Daha önceki incelememde de belirttiğim bir isim olan Byung-Chul Han da bu bağlamda aktüel olarak eser veren bir düşünürdür mesela.

Dikkat çekmek istediğim nokta, eleştirirken bu bağlamı kaçırmamamızdır. Ama yine ziyadesiyle dikkat çekmek istediğim bir nokta da, eleştirel düşünceyi de manipüle etmememiz gerekliliğidir. Teknik determinizmi eleştirirken salt muhafazakar yorumlar ve tarafgirlik içine girilmemelidir. Zira bu durum hem eleştirinin devingenliğini ortadan kaldırır, hem de anlamsız bir romantizme dönüşür.

İçselleştirilmiş İktidar

Michel Foucault’nun ortaya koyduğu gözetim unsuru, o tarihten itibaren birçok düşünürü etkilemiştir. Bu bağlamda Hapishanenin Doğuşu (1975) ve Deliliğin Tarihi (1961) isimli eserlerinde bir tarihsellik de ortaya koyan Foucault, Jeremy Bentham’ın 1785 yılında tasarladığı panoptikon modeli hapishaneyi adeta alegorik bir şekilde kullanarak gözetim unsurunu irdelemiştir.

Gözetimde ise en çok öne çıkardığı unsur biyoiktidardır; yani içselleştirilmiş iktidar. İktidar dolanıklığının içselleştirilmesinin ortaya çıkardığı en önemli problem, bilişsel uyumsuzluk unsurunun ortaya çıkmasını engellemesidir. Yani birey, kendi kendisinin sansürcüsü olmaktadır. Bu durumda bireyi gözetlemeye dahi gerek kalmaz, o kendi kendisini gözetler ve kendisinin yaptırımcısı olur.

İçselleştirilmiş iktidar durumunda, içselleştirmeyi sağlayan unsurlar arasında başat olanlarından birisi de palyatifliktir. Salt bir mutluluk arayışı ve her şeyi olumlama yönelimi bu durumu pekiştirir. Nitekim Biz eserinde de bu durumu, iktidarı temsil eden Velinimet isimli figürün diyalogu da gözler önüne seriyor:

‘İnsanoğlu kundaktan çıktığından bu yana neye dua etmiştir, neyin hayalini kurmuştur, neden eziyet çekmiştir? Birisi çıkıp da mutluluğun ne olduğunu bir kerede tümüyle söylese ve sonra da onları o mutluluğa zincirlese diye. Peki, şimdi yaptığımız bundan başka bir şey mi? Antik çağlardaki cennet hayali…’

Yevgeni Zamyatin, Biz, İthaki Yayınları, 2019, s. 220.

Burada sorun, erdem, iyilik, ahlak, özgürlük gibi tümel değerlerin nasıl alımlandığı noktasında ortaya çıkar. Bu değerleri, tikel olarak bireyler ya da gruplar kendi algılarına göre çözümlerler ve yorumlarlar. Oluşturulan bağlamlarda manipülasyon yaygın bir durumdur.

Nitekim değerler üzerinden yapılan tartışmalarda, değerlerin, öz olarak ifade ettikleri anlamlar ile paradoks oluşturacak şekilde kullanıldığı da bilinmektedir. Dorothy E. Smith’in politik doğruculuk üzerine tanımlayışını alıntılayan bir makaleden aktarırsak:

‘‘Dorothy E. Smith yayımladığı kitabında politik doğruculuğu, otorite ve güç kaybına karşılık geleneksel seçkinlerin direnişinin ideolojik kodu ve ifadesi olarak tanımlamıştır. Smith, yeni muhafazakar cephenin politik doğruculuk kodunu araçsallaştırarak bu sayede kurumsal düzen eleştirisi yapabildiğine ve belirli grupların kültürel egemenliğini bastırabildiğine değinmiştir.’’

Fatih Keskin, Erdem Koruyucuların Mücadele Alanı: Politik Doğruculuk Üzerine Düşünceler, Kültür ve İletişim Dergisi, Sayı:36, s. 155-179.

Bilişsel Uyumsuzluk

Leon Festinger tarafından ortaya atılan bir sosyal psikoloji kuramıdır bilişsel uyumsuzluk. Bireyin eylem ile düşünce arasında oluşan paradokstan rahatsız olmasını ifade eder. Yaygın olarak kullanılan örneği, sigara içen birisinin kendi eyleminin zararını bilmesidir.

Bilişsel uyumsuzluk bağlamında önemli olan, uyumsuzluğa neden olan durumun derecesi ya da yoğunluğudur. Ayrıca, uyumsuzluk durumunda bireyin bu durumun verdiği rahatsızlığı gidermek için yaptıkları da önem taşır.

Kurama göre, birey doğal olarak uyum yollarını arar. Bunun da farklı yolları vardır. Bendenizin bilişsel uyumsuzluk unsurunu ele aldığı bağlam ise daha aktif edimli bir noktadır diyebiliriz. Yani onun gerekliliğini vurgulamak istencidir aslında. Zira eleştirel düşünmek demek, öncelikle bir uyumsuzluğun farkında olmak, hatta onu yaşamak demektir. Sonucunda ister revizyonist ya da ister devrimci olun.

Bendeniz Biz isimli eseri İthaki Yayınları’nın baskısı ile okudum. Bu baskıda Yevgeni Zamyatin’in önsözünün ve sonsöz yerine yine Zamyatin’in “Edebiyat, Devrim, Entropi ve Diğer Şeyler Üzerine” isimli yazısının bulundurulması gayet güzel. Bu yazılarda yazarın sesini daha didaktik olarak duyuyoruz; eser boyunca hissettiğimiz sesini.

Önsözünde Zamyatin, değişim unsurunun devingenliğine dikkat çeker ve bu durumun dogmaları ortadan kaldırıcı rolünü vurgular. Revizyon olmalıdır ve artık yama kaldırmayan bir hale gelindiğinde ise devrimin gerçekleşmesinin gerekliliğinden bahseder.

Sonsözde ise, özellikle yazının başlığı dikkat çekicidir. Fizik gibi pozitif bir bilim ile sosyal unsurlar arasında analoji oluşturmak belki absürd görünebilir ama, bazen de ufuk açıcı olabilir. Nitekim Hüznün Fiziği isimli esere yaptığım incelemede bundan bahsetmiştim. Bu yazıda da, başlıkta edebiyat, devrim ve entropi göze çarpıyor. Sanki Edi ile Büdü gibiler değil mi? Bu unsurlar neden bir aradalar?

Analoji

Yaşama dair her şey, uygun bir köprü üzerinde bir arada bulunabilirler gibi basit bir hikmet yumurtlayayım. Temelde entropi, sistemdeki düzensizliğin artmasıyla faydalı enerjinin azalması ve faydasız enerjinin artması olarak nitelendirilebilir.

Hadi bakalım!

Sistemin bozulması, faydasız enerjinin artması ve faydalının azalması; devrim! Çağrıştırdı değil mi? Nitelikli bir analoji. Eh, devrim deyince de akla edebiyatın gelmesi yabancı bir çağrışım değil. Zira edebi yaratım, formunun da sağladığı koşullarla düşünceleri nitelikli bir kurgu ile aktarabilmeyi sağlayan bir sanat.

Bu sanatın temel konularından birisinin dönüşüm ve devrim olması da şaşırtıcı değil; elbette dönemine göre. Olguyu bağlamı içerisinde değerlendiriyoruz nitekim. Zaten bu eseri bugün bize okutan unsurlardan birisi de bu. Eser hala yaşıyor, zira entropi hala var, sistemler hala bozuluyor.

‘‘Devrim yasası toplumsal yasalardan biri değil, katbekat yukarıda başka bir yasadır. Kozmik, evrensel bir yasadır – tıpkı enerjinin korunması ve enerji yitimi (entropi) yasaları gibi.’’

Yevgeni Zamyatin, Biz, İthaki Yayınları, 2019, s. 240.

Ve hala bu eserin bizim için anlamlı olması, sosyal yaşamın bizzat kendisi ile, yani dönüşümle alakalıdır. Eleştirel düşünce her dönemde gereklidir, zira hiçbir doğru mutlak değildir. Heideggerci varlıkbilimsel jargon ile ifade edersek, belki geçerliliğini koruyan hakikatler vardır; tümel, evrensel değerler/yasalar/oluşlar gibi. Ama, bunların yorumu da kritik bir noktadır. Nitekim manipülasyon olgusundan bahsetmiştik.

‘‘Fakat ne mutlu ki bütün gerçekler yanlışlanabilir. Diyalektik sürecin özü budur: bugünün gerçekleri yarının yanlışlarına dönüşür; son sayı yoktur.’

Yevgeni Zamyatin, Biz, İthaki Yayınları, 2019, s. 243.

Biz

İlgi çekici bir kitap ismi Biz. Birinci çoğul şahıs kipi. Çağrışımları çok. Şöyle bir düşünün, bu kitabın ismini ilk duyduğunuzda aklınıza ne geldi? Ne çağrıştırdı sizde? Kitap ismine önem veriyorum şahsen, zira bir yazar olsaydım, basılacak eserimin ismine dikkat ederdim.

Sorunsalımı, kavgamı, düşüncelerimi ve en önemlisi de eseri yansıtsın isterdim zira. Biz… Bence ziyadesiyle yansıtıyor. Neden mi? Ne zaman biz ifadesi kullanılır? Burada amacım biz ifadesine pejoratif bir şekilde yaklaşmak değil. Nitekim iç grup dinamikleri çoğu zaman insana anlam veren, onu mutlu eden unsurlardır. Tamam ama, biz derken ortaya çıkan “öteki” unsuru ne olacak peki?

Biz olarak nitelendirdiğimiz unsur şayet mutlak bir tektipleştiricilik ise, aslında zenginlik olan farklılıkları dışlıyorsa, bir öteki simülasyonu oluşturuyorsa sorunludur diyebiliriz. “Biz” olanlar için değildir belki, ama o konfor alanında olmayanlar ve o konfor alanında olup bilişsel uyumsuzluk yaşayanlar için sorunludur.

Kitapta aslında bu durum yansıtılıyor. Hem de birçok açıdan. Örnek vermek gerekirse, çoğu varoluş düşünürünün temel unsur olarak gördüğü sanat yani özgün yaratım, kitapta sunulan dikta toplumunda epilepsi olarak görülmekte. İlk gördüğümde ilgimi çekmişti.

‘‘Bu işi yapmak için atalarımız çok zorlanırdı. Kendilerini ancak epilepsinin bilinmeyen bir şekli olan ‘esinlenme’ nöbetlerine sokarak yaratabilirlerdi.’

Yevgeni Zamyatin, Biz, İthaki Yayınları, 2019, s. 27.

Tikelin mevcut toplum için iğdiş edilişini de yansıtıyor eser.

‘‘Evet, bu Tek Devlet’e adanmış törensel bir liturya, İki Yüzyıl Savaşı’nın cefa dolu günleri ve yıllarının, tümün tekile, bütünün bireye galip gelişinin anıldığı çok büyük bir kutlama.’’

Yevgeni Zamyatin, Biz, İthaki Yayınları, 2019, s. 55.

Ya da, insana bir parmak izi gibi biricikliğini veren ruhunun, bir “Biz” olma uğruna örselenişine ışık tutuyor.

‘‘Durumunuz kötü! Galiba içinizde bir ruh gelişiyor.’’

Yevgeni Zamyatin, Biz, İthaki Yayınları, 2019, s. 96.

Ve daha niceleri…

Gerisi sizde, zira bu kitabı okuyarak kendi yorumlarınızı üretmenin, düşüncelerinizle bu eseri yaşamanın öznesi sizsiniz. Son olarak belirtmek isterim ki, insanın tektipleşmesi konusunda her daim geniş perspektiften bakma gayretinde olmalıyız. Bu konuda da beni Jacques Ellul, Teknoloji Toplumu isimli eseri ile etkilemiştir. Yani, ekonomik, idari ve insani teknikleri beraber düşünmeliyiz. Siyasi teknikleri ele alırken psikolojiyi; ekonomik teknikleri ele alırken politiği; eğlence tekniklerini ele alırken kültürü de değerlendirmeliyiz. Bunlar bendenizin örnekleri. Sadece tavsiyelerim.

İyi okumalar.

Mahmut Ziya Yılmaz

Yüksüz miktarda borç verdim Hayatın tefesinde İşleyen sabanda kendim Ve kendimden sabana tarla Yetişen bir ben vardım Ve yetiştiren bir nadas Tek koşulmuş öksüz mü Yoksa öküz müydü Bilemedim Ve renkleri kör edip Yeşili kırmızıya Doğruyu yanlışa Oluru olmaza kattım Mevsimleri de rayından çıkardım Adem-i merkeziyet için Adem’in elması için Aslında daha çok Yutkunurken beliren Adem elması için Ve belki de aslında Fayrapziya için

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir