Sinema

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok: Savaşın Soğuk Tarafı

Genelde savaşların kötü tarafında olan ve İkinci Dünya Savaşı anlatısı üzerinden sinemaya aktarılan Almanlar; Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok filmiyle Birinci Dünya Savaşı’nda bir kahraman hikâyesi aracılığıyla karşımıza çıkıyorlar. Klişe gibi gözükse de arkasında çok eskilere dayanan ve bilindik filmlere (Er Ryan’ı kurtarmak gibi) ilham olmuş başarılı bir kitap var.

Çok iyi savaş filmleri olmasına rağmen bu film genel hatlarıyla insana daha çok odaklanmakta. Bu noktada, yapımı 1917 filmiyle benzettim, diyebilirim. İlk sahnede çekim açısı olarak “one shot” tercih etmeleri savaş atmosferinin içine bizi daha çok sokmasına neden oluyor. Gelin, Netflix aracılığıyla izleyebileceğiniz bu filme biraz daha yakından bakalım.

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok Ne Anlatıyor?

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok Fragmanı

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, Erich Maria Remarque‘ın aynı adlı romanından uyarlanmakta. 2022 yapımı Alman filmi; savaş karşıtı pek çok tema barındırıyor içinde. Edward Berger’in yönettiği filmin oyuncu kadro geniş. Daniel Brühl, Albrecht Schuch, Sebastian Hülk, Felix Kammerer gibi önemli isimler yer alıyor.

Film I. Dünya Savaşı’nın son zamanlarını anlatıyor. Hevesli arkadaşlarıyla Alman Ordusuna yazılan ve savaşın gerçekleriyle karşılaşınca kendini her türlü psikolojik durumda bulan Paul Bäumer’in yaşadıklarını konu alıyor.

Filmin sinematografik olarak da oldukça başarılı olduğunu söyleyelim. Özellikle seçilen gri, siyah, kahverengi ve yeşil tonları savaşın dehşetini daha çok ön plana çıkarmış. Elbette buna kış, kar ve soğuk da eklenince drama seviyesi renk tonlarını arasına yayılmakta.

Genelde “kırmızı” ölüme en yakın olarak gösterilen (kan tasvirinden dolayı) bir renktir. Buna rağmen bu filmin savaş sahnelerinde gri ve kahverenginin baskın olduğunu görüyoruz. Bu da cephedeki o korkunç renk ahengiyle insana daha soğuk bir ölümü çağrıştırıyor.

Filmin bir güzel noktası da ses kullanımı. Çamur, bot ve yürüme sesleri, yağmur sesleri, yemek yeme anlarındaki çiğneme sesleri… Savaşın içinde olabilecek her türlü çarpıcı ses; vurucu müziklerle bezenip karşımıza çıkıyor. Böylece savaş atmosferini insan etkisi üzerinden daha efektif kılabilmişler.

Temiz Kıyafetler 

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, oldukça çarpıcı bir başlangıca sahip. Doğrudan savaşın içine sizi sokuyor. Başlangıcın “one shot” olarak çekilmesi (1917 filminde tamamına yayılmış olan çekim) izleyicinin adeta o ana kapılıp filmin içine çekilmesini sağlayan pozitif bir etken.

Soğukluk kavramı çoğu zaman ölümle bağdaştırılmakta. Şiirlerde, kitaplarda metafor olarak bu ikilinin sık sık kullanıldığını görürüz. Bu filmde de bazı sahnelerde bu tasvire rastlayabiliyoruz. Savaşın soğuk kısmına yani insan çarpışmalarının arkasında kalan binlerce ölünün donmuş bedenlerine odaklanıyorlar. Ve bu bedenlerin birer hiç gibi; sadece amaca hizmet eden yakılacak çalı çırpıymışcasına tekrarlanışını izlemek savaşın gerçek yüzünü ortaya koyuyor.

Belki de çoğu savaş filminde görmediğimiz bir durum bu. En acı, en donuk, en iç karartan bu anlatı; savaşta ölen birinin yıkanan kanlı kıyafetlerine ve bu kıyafetlere ne olduğuna kadar gösteriyor. Bunu izlemek de boğulmanıza, boynunuzda parmak uçlarınıza uzanan bir ürperti yayıyor vücuda. Henüz daha ilk on dakikayı bitirdiğinizde sanki iki saat izlemişsiniz gibi bir izlenim uyandırıyor. Tabii bu sıkıcı ve kötü anlamda değil, sizi içine çekebilmesi anlamında.

Uzun süredir savaşın içinde olan toplumun hayatları için neler ifade ettiğini de gözlemleyebiliyorsunuz. Asıl hikâye de aslında başkasına ait olan ama sadece isimliği koparılıp ölüme gidecek olan bir gencin; hevesle o kıyafetleri eline almasıyla başlıyor.

Savaşa gülümseyerek ve keyifle, her şeyden bir haber giden bu gençlerin; zamanla gerçeklerle yüzleşecek olmalarını ilk sahnedeki nefes nefese kalan cephedeki asker sayesinde biliyor olmak da filmin sonunu kafanızda istemsizce tamamlamanıza neden oluyor.

Temiz Yakalılar

Bir de filmde savaşın seyrinde en büyük etkiye sahip eden kumandalar, generaller kısmı var. Burada anlatılanlar aslında savaşta olanlar kadar çarpıcı değil. Fakar tüm askerlerin kaderlerini ellerinde tutan bu kişilerin olduğunu düşününce, gerçekler daha çok acı veriyor. 

Film tamamen savaş karşıtı. Bunu da kitaptan uyarlandığı anlarda generallerin ne kadar faşist ve umarsızca kararlar verdikleri anlarda görüyoruz. Soğukluk kavramı burada da var diyebiliriz. Çünkü bazı umarsız kararların verilmesini izlemek savaşa sebep olanların göğüs kafeslerinin içinde soğuk ve donmuş bir kalbe sahip olduklarını düşündürtüyor.

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, zıtlığı savaşa dair metaforlala bezeyerek acının farklı noktalarına değiniyor. Askerler sürekli şalgam ekmeği yeyip ve soğuktan titrerlerken, şömine başlarında kumandanlar viski içerler. Çamur ve kana bulanmış askerlerle, tertemiz omuz işaretlerinde leke dahi olmayanların, yüksek kültür düzenindeki her türlü dengeyle, ölen bedenlerin cephedeki düzensizliği resmedilip filmde ekrana taşınır. Bu da ister istemez her sahneye daha dikkatli bakmanızı sağlıyor.

Film insana sınır ve vatan mücadelesi verirken savaşın kaçınılmaz olabileceğini düşüyor. Bir yandan da cephede gördükleriyle bunun katlanılamayacak bir acı olduğunu hissettiriyor insanda. Aslında bu da bizim üzerimizde filmin bıraktığı fikirsel karşıtlık diyebiliriz.

Baget ve Tank

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok

Almanya’nın kötü taktiğinin ve tabii askerlerin her türlü eğitimsizliği neticesinde ölüm kaçınılmaz oluyor. Buna karşın Fransa’nın daha donanımlı teçhizatı var. Çok daha mantıklı taktikleri, savaşa hazır ve açlık çekmeyen askerleri mevcut. Böyle bir durumda da neden savaşı kazandıklarını anlayabiliyorsunuz.

Fransızların müthiş istilası ve üstün savaş güçleriyle savrulup kaybetmeye yakın Almanların; bir cephenin gerçekten nasıl olduğu hissiyatını çok iyi yansıtıyor. Beni savaşın içinde sürekli aynı şeyleri yiyip kaz çalmak için uğraşan askerler etkiledi.

Açlıkla o kadar çok sınanmışlar ki; Fransızların cephesine kısa süreliğine geldiklerinde gördükleri lezzet dolu yemekler gözlerini kör ediyor. Aç bir karınla her şeyini veren bu askerleri izlemek insana çaresizlik hissini tekrar yaşatıyor.

Bir İmza ve 72 Saat

Temiz yakalıların arasından işin zor kısmını halletmeye çalışan, aklı başında ve savaşı bitirip milyonlarca insanın ölümüne bir dur demek için uğraşan Alman demokrat çıkıyor. Ne ki, bu kişi berbat bir durumda olduklarını ve Fransızların söylediklerini kabul etmeye hazır. Çünkü her gün on binlerce kayıp verdiklerinin farkında. Pek çok yer işgal altında ve yiyecek yemekleri neredeyse yok. Alman demokratla bazı generaller arasındaki diyaloglar içinde bulundukları feci durumu bir kez daha ortaya çıkarıyor:

General: Kış geldi. Tren ve erzak olmadan bolşevikler bizi mahveder. Askerler savaşta onurlarıyla ölmek yerine eve dönerken açlıktan ölecekler. 

Alman Demokrat: Onurlarıyla mı? Oğlum savaşta öldü. Onur falan duymuyor.

Tüm bu durumların neticesinde kendilerine sunulan şartları kabul etmek için 72 saatleri var. Ayrıca cephede çarpışan binlerce insan için ise barış tek bir imza uzaklıkta. Bunun ve her geçen dakika bir askerin öldüğünün farkında olan demokratın asıl amacıysa; itilaf devletlerinin sundukları şartlara razı olup mümkün olduğunca merhamet göstermelerini sağlamak. Böylece savaşı bitirip barışı imzalayabileceklerine inanıyorlar. 

11-11-11

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok

Filmin sonu da oldukça tatmin ediciydi. Fakat bu konuda bir şey söylemeyeceğim. Sadece ana karakterimiz hakkında filmin başında söylenenlerden de yola çıkarak beklenen sona ulaştığını söyleyebilirim. Ayrıca başlangıcı ve sonuyla narativi doğru işleyen filmin anlatmak istediklerine yakışan bir son yapmış.

Aslında sürekli tekrarlanan asker yığınlarının, savaş için bir araç olduğunu görmek kalbinizi dağlıyor. Sırf bu anlatıyı yazarın dilinden okumak için kitabı almayı düşündürttü bana.

Savaş ve Sanat 

Savaşı sanat filmi noktasına çekip klişeleşmiş kahraman hikâyesinden koparmayarak bunu başarmak takdir edilesi. Ayrıca senaryo ve oyunculuklar dışında kullanılan efektler, ses yönetmenliği, çekim açıları da mükemmel. Neden 2023 yılında dört Oscar aldığını rahatlıkla anlayabiliyorsunuz.

Savaşın mücadele kısmında açlık, lezzet algıları ve tabi anılarda belki de ses, görüntüden çok daha etkin olan koku tasviri üzerinden yapmaları da; sanatın farklı bir boyutuna değinmelerine neden olmuş. 

Özellikle bir sahnede ana kahramanımızın yüzünün bir tarafının kurumuş çamura bulanmasıyla temsil ettiği savaşın kirli kısmı, öldürdüğü Fransız askerine yardım etmeye çalışırken onun cebinden çıkarıp gördüğü kızının resmi ve mektuplarıyla hissettiği keder yüzünün nispeten daha temiz ve çamur görmeyen kısmını temsil ettiği sahne metaforun dibi olarak söyleyebiliriz. Ben bu sahneden çok etkilendim. Biraz derin bir okuma… Farkındayım…

Kendinizi filme daha çok kaptırabilmek adına ufak bir not: Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok Netflix’de ana dilinde değil İngilizce olarak başlıyor (en azından bende öyle başladı), orijinal diline yani Almancaya almanızı ve ses kullanımını daha net algılanabilmeniz adına kulaklıkla dinlemenizi tavsiye ederim. 

Sadece birkaç yüz metre kazanmak için milyonlarca insanın canını kaybettiği bu savaşın derinliğine inmek, her anında tüylerimin ürperdiğini hissetmek çok ilginç bir deneyimdi. Bir filmden daha ne bekleyeyim.

Peki, siz film hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorumlarda buluşalım… 

Emre Turan

Merhaba! Az yiyen, çok okuyan ve yazmaya iştahı tükenmeyen bir gastronomi uzmanıyım. 1998 doğumluyum. Gastronomi üzerine lisans eğitimimi 2020 yılında tamamladım. 2022 yılında ise yüksek lisans eğitimime başladım. Yıllarca Türkiye'nin önde gelen tarif/içerik sitelerinden birinde food editorlük başta olmak üzere; yemek stilistliği, yemek fotoğrafçılığı, şef asistanlığı gibi farklı işlerle uğraşıp ekibe destek verdim. Ayrıca son yıllarda gastronomiye dair iki romanla uğraşıyorum. Tabaklarda ve yemeklerde süs sevmediğim gibi cümlelerimi de süsten uzak, dengeli bir şekilde kullanmayı tercih ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir