Sinema

Dune: Bir “The One” Hikâyesi

Dune son yıllarda filmi ile gündem olsa da yıllardır fantastik ve bilim kurgu okurlarının en sevdiği eserlerden biri aslında. Ayrıca adına ve oradaki dünyasını anlatan oyunları da var. Ki, bu oyunlar ilerleyen yıllarda pek çok oyuna ilham olmuş durumda. Aynı kitabı ve gelecek yıllarda filminin olacağı gibi…

Bir the one hikâyesi… Demek istediğim “The one” kelimesi aslında neredeyse ilk insanlardan beri hayatımızın içinde olan, hikâye anlatıcılığı denildiğinde pek çok yazarın çabucak bu narativ üzerine atıldığı bir kavram. Aslına bakarsınız en temel kökeni de “Mesih” yani, “İsa”, yani İncil’e dayanıyor. Tabii, İlyada ve Odysseia ya da diğer pek çok mitolojik etken de bu anlatıyı destekler nitelikte destanlardan ve hikâyelerden oluşuyor.

Anlayacağınız üzere “The one” derken “kahramanlık” üzerinde duruyorum. “Bir kurtarıcı”, “Bir yol gösterici”. Bunu bazen bir inanışla, bazen gökten inen biri ile ilahi boyutta anlatmışlar. Bazense diplerden bir lider gibi yükselerek, zorluklara boyun eğmeden kendini kanıtlayan sağlam bir karakterlerle.

İşte, Dune belki de tüm bu anlatımlardan ilham alarak kurgulanmış. “The one” denildiğinde “Paul Atreides” (film ve ilk kitaplar adına) karakterinin hikâyesini bize şahane bir anlatımla sunan; bana ve pek çok yazara, çizere, yönetmene, kısacası bir şeyler tasarlayıp üretmeyi seven sanatçılara ilham olmuş, efsane bir eser.

Eğer okumadıysanız bu kitap serisini muhakkak şans verim derim. Ve kendisi çok sevdiğim eserlerin başında geliyor. Bunun nedenlerine elbette değineceğim. Filmini izlemediyseniz eğer belki kafanızda daha net canlanması adına “The one” anlatısı üzerinden “The Matrix” filmine benzetebilirim filmi. Ama tabii bambaşka dünyalar. Sadece “Neo” karakterinin gelişimini ve kurtarıcı halini alışı ile ilintili. Ayrıca özellikle kitabın ilerleyen bölümlerini okuyanlar bilirler, Paul’un bazı değişimlerinden ilham alındığı belli Neo tasarlanırken.

Bu içerikte Dune filminden ve kitaplarından spoiler vermeden, üzerinden geçerek anlatmaya çalışacağım. Yani, okursam bir spoiler alır mıyım korkunuz olmasın. Frank Herbert’in bu ölümsüz eseri ve Denis Villeneuve’ün mükemmel merceği ile Dune’un arkasındaki felsefeye ve anlatıya değineceğim.

Dune Konusu Nedir?

Dune İnceleme

Bu soruya bir çırpıda “şu” veya “bu” demem imkansız. Çünkü Dune, tüm hatlarıyla içinde; doğayı, sosyolojiyi, psikolojiyi, dini, inanç kavramlarını, sanatı, bilimi, varoluşsal krizleri, hayal gücünü, kısaca insanın bulunduğu her davayı ve bakış açılarını barındırıyor. Benim için belki de en üst sıralarda yer almasının temel nedenlerinden biri bu. Çeşitlilik olması…

Sürekli sormuşumdur kendime “En sevdiğim eser ne?” diye. Genelde bu soru ile hep karşılaşırım çünkü. Eminim siz de karşılaşmışsınızdır sıklıkla. “En sevdiğin kitap/film/dizi/yemek nedir?” Her defasında afallarım. Çünkü inanın ben de bilmiyorum.

Bir noktadan sonra “En” kavramımın olmadığını, büyüdükçe ve geliştikçe eskinden nefret ettiğim işlere bile bambaşka gözle bakabildiği fark ettim. Hiç yemediğim şeyleri yemeye; asla izlemem dediğim şeyleri izlemeye başladım. Hal böyle olunca da “En” seçmek benim için imkansız hale geldi.

Yine de Dune, özellikle kitaplarıyla benim ilk üçümde… Ki, bunu söylerken; Ursula Le Guin gibi çok sevdiğim bir yazarın “Yerdeniz” serisini, G.R.R Martin’in beni yazarlığa iten ve ilham veren süslü “Game of Thrones” külliyatının arasında sıyırarak söylüyorum. Gerçekten “Dune” bambaşka bir iş.

Başta da dediğim gibi konu ilk kitapla birlikte ve filmde de “Paul Atreides” üzerinden ilerliyor. Buna rağmen o kadar çok karakterle tanışıyorsunuz ki, her biri zamanla size farklı bir bakış açısı katıyor. Bu karakterler hem okuduğunuz kitabın hem de hayatınızın yönünü değiştiriyor adeta.

Yan karakter denebilecek karakterler üzerinden asıl anlatılmak istenen temel kavramlar verilirken; hikâyeye dair tüm detaylar ve çarpıcı noktalar da bu yan karakter olarak görülebilecek kahramanlar üzerinden oluyor.

Hiçbir spoiler vermemek adına isim vermeyeyim ama özellikle ikinci kitapla birlikte konu “Paul” üzerinden çıkıp anlatı tamamıyla başka boyutlara kayıyor. Paul bir fikir olarak kalıyor. Frank Harbert öyle bir dizayn etmiş ki eserini, meta anlatımın doruklarına ulaşıyorsunuz okurken.

Ayrıca Sembolizm’in şahane uygulandığı bir kitap serisi olduğunu söyleyebilirim. Hatta kitabın bazı çok önemli unsurlarının Harbert’in yaşadığı dönemdeki dünyayı etkileyen etkenlerle kesiştiğine dair insanların yazdığı pek çok içerik bile var.

Tanrı Olma Fikri

dune dizi incelemesi

Paul Atredeis karakterinin çocukluğundan itibaren çeşitli etkenler ve özellikle arkasına yüklenen sorumluklar, ailevi bazı durumlar neticesinde kendi benliği bulmaya çalıştığı yolcuğu okuyor hatta ilk Dune filmiyle izliyoruz diyebilirim.

Bu anlatı aslında Paul’la istemeden empati kurmamıza neden oluyor. Çünkü hepimiz bir nevi varoluşumuzu sorgulayıp prensiplerimizin neticesinde, ahlak kurallarının ilginç çemberinden kopmaya çalışmadan yaşamaya; karakterimizi, kendimizi daha da geliştirmeye çalışıyoruz. Paul’la tek farkımız ise onun yolculuğu “Tanrı” olmaya doğru uzanıyor. Çok ufak bir fark değil mi? 🙂

Paul bu krizin içerisinde kendini bulurken; neyin doğru, neyin yanlış olduğu hatta bazen neyin gerçek olduğunu bile şaşıracak durumlarda kendini buluyor. Filmin ve kitabın, yani Frank Herbet’ın hayatımıza bıraktığı bu güzel anlatıyı, Paul’un yaşadığı o sıkıntıları her detayında anlatan cümleler var.

Bazen yalanlara inanmak, gerçeği kabullenmekten daha kolaydır.

Gerçekten de öyle değil mi? Hangimiz duyduğumuz yalanlara inanmayı seçmiyoruz hayatımızda. Paul da etrafında duyduğu o kadar yalan ve iftiranın arasından doğru kararlar alarak, hem halkını hem de çevresini doğru yola sokmaya çalışan bir lider. Bunu ne kadar başarabiliyor? Bu tartışılır.

Bir insanın yaşayabileceği en korkunç aydınlanma anı, babasının da insan olduğunu, etiyle kemiğiyle insan olduğunu keşfettiği andır.

Paul bir lider elbette ama onu etkileyen, zihninde tam anlamıyla yer eden ve anılarını bulanıklaştırıp kendisi ve geçmişiyle mücadele etmesine neden olan çok büyük etkenler var. Bunlardan en önemlisi ailesi… Babasına olan hayranlığını, her kitapta görebiliyoruz. Ki, bunu film de çok iyi yansıtıyor. Çünkü babası bir nevi kendini bulmasında onun için engel olurken aynı zamanda da unutmak istemediği şahane bir anı.

Korkmamalıyım. Korku katilidir aklın. Korku, mutlak yıkım getiren küçük ölümdür. Korkumla yüzleşeceğim. Onun etrafımdan ve içimden geçip gitmesine izin vereceğim. Ve geçip gittiğinde, onun izlediği yolu görmek için iç gözümü kullanacağım. Korkunun geçtiği yerde hiçbir şey olmayacak. Yalnızca ben kalacağım.

Bu cümle… Dune serisinde istisnasız kişide iz bırakan yegane cümle… Korkuyu, hayata karşı bizi tedirgin eden her durumda aklımızı nasıl kullanmamız gerektiğini özetleyen bir cümle.

Liderlik Vasfı

Geçmişten günümüze pek çok toplumun arkasına sığındığı, belki insanlarını kendilerini onunla tanımladığı liderleri olmuştur. Dune bu “liderlik” kavramı üzerine kurgulanmış bir iş aslında. Bize liderlerin her daim haklı olmadıklarını, her zaman doğru kararlar vermediklerini gösteriyor. Bu karizmatik kişiler gücü ellerinde tutarken, yeri geldiklerinde milyonlarca insanın hayatlarını etkileyecek seviyede kararlar alabildiklerini daha iyi anlıyoruz.

Güç ve korku, devlet yönetiminin araçları.

Liderlerin yeri geldiğinde korkuyu bir silah olarak nasıl kullandıklarını daha iyi gözlemliyoruz Dune serisi ile.

Dune’un Sevgiye Farklı Bakışı

dune dizi

Paul ile Chani’nin arasındaki aşk özellikle ilk iki kitapla çok iyi işleniyor. Ayrıca tanrı olabilecek birinin bir kadını rüyalarındaki sanrılarda görüp hayatını değiştirecek biri olacağını anlama süreci çok iyi yansıtılmış filmde. Ama kitabın sevgiye olan bakış açısı ilerleyen zamanlarda daha farklı bir boyut alıyor.

Bunu özellikle Chani’nin gözünden okumak oldukça farklı. Düşünsenize, tanrı olarak anlatılan, topluluklar arasında kurtarıcı olarak adlandırılan birine aşık olmak nasıl bir duygudur? Yaşantımızda pek çok inançlı insan dini gerekliliklerini yerine getirirken; tanrıya, Allah’a olan sevgisini dile getirir.

Chani ise aşkıyla, ona tapan insanların arasında mesihi ile yaşıyor. Ona yoldaşlık edip hayatına etki ediyor. Bazense mesih olarak adlandırılan bu adamın yaptığı kararların getirdiği olumlu veya olumsuz neticelerini görüp her daim yanında olmaya çalışıyor. Serinin üçüncü ve dördüncü kitabı ile de sevginin bazen ne kadar korkunç olabileceğini görüyoruz adeta.

Sevdiklerimize ne korkunç şeyler yapıyoruz!

Sevginin bambaşka boyuta taşındığı bir anlatı Dune. Ve film bunu ilk filmiyle çok iyi yansıtmış. Özellikle birbiriyle yakın olan bu iki yabancının, kaderleri çizilmiş bu aşıkların birbirlerinden habersiz olmalarını Paul üzerinden izlemek çok keyifliydi. Ayrıca kitap ile de uyuşur nitelikteydi.

Güç, Siyaset, Din

Ayrıca dine olan bakış açısı da Dune’da bizlere açık seçik sunuluyor. Din, siyaset ve güç eleştirisi, anlatısı çok sık işleniyor kitaplarda.

Din ile siyaset aynı arabada gittiğinde, sürücüler karşılarında hiçbir şeyin duramayacağını sanır. Dümdüz gider, hızlandıkça hızlanırlar. Engelleri tamamen göz ardı eder, körlemesine gidenlerin uçurumu çok geç fark edeceğini unuturlar.

İnancın ne kadar tehlikeli olabileceğini gösteriyor. Belirli bir şeye sorgulamadan tamamen inanmanın insanın zihnini ve gözleri nasıl kör edebileceğini anlıyoruz. (Bknz. Keep Sweet) Hele, dinin siyasete karıştığı, insanların dünyalar aşıp uzayı keşfettikleri bir gelecekte okumak, bakış açımızı farklı boyuta taşıyor resmen. Bu durumu özellikle filmin ikincisinde daha sık göreceğimizi düşünüyorum.

Peki, sizler Dune hakkında ne düşünüyorsunuz? Son çıkan filmi izlediyseniz ne düşünüyorsunuz? Yorumlarda Dune hakkında konuşalım.

Emre Turan

Merhaba! Az yiyen, çok okuyan ve yazmaya iştahı tükenmeyen bir gastronomi uzmanıyım. 1998 doğumluyum. Gastronomi üzerine lisans eğitimimi 2020 yılında tamamladım. 2022 yılında ise yüksek lisans eğitimime başladım. Yıllarca Türkiye'nin önde gelen tarif/içerik sitelerinden birinde food editorlük başta olmak üzere; yemek stilistliği, yemek fotoğrafçılığı, şef asistanlığı gibi farklı işlerle uğraşıp ekibe destek verdim. Ayrıca son yıllarda gastronomiye dair iki romanla uğraşıyorum. Tabaklarda ve yemeklerde süs sevmediğim gibi cümlelerimi de süsten uzak, dengeli bir şekilde kullanmayı tercih ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir