Psikoloji

Kayıp ve Yas: Vedaların Ardından

Kayıp ve yas, hayatımızın önemli ve kaçınılmaz parçaları olan süreçlerdir. Bu süreçlerin oluşumu ve deneyimlenmesi insan psikolojisinde kayda değer yer tutmakta. Öyle ki bu konuya dair pek çok araştırma bulunmakta.

Bir insan yaşadığı kayıp sonrasında ne gibi duygular hisseder? Neler yaşar? Yas süreci nasıl bir seyir izler? Kayıp ve yas ile birlikte oluşan hisler ve düşünceler zaman geçtikçe azalır mı? Gelin, tüm bu soruların cevaplarını birlikte arayalım.

Kayıp ve Yas Tutmanın Tanımı

Biz insanlar, doğduğumuz andan büyüyüp son halimize gelene kadar hayatımıza birçok insan alırız. Hayatımıza aldığımız veya ailemiz gibi çoktan sahip olduğumuz bu insanlarla sevgiye ve güvene bağlı ilişkiler kurarız.

Deneyimlediğimiz her bir yaşantıyı onlarla paylaşır, onlarla mutlu olup güleriz, onlarla üzülüp ağlarız. Fakat onlarca şey paylaştığımız sevip güvendiğimiz bu insanları kaybettiğimizde üzüntü, acı, keder ve kaygı gibi duygularla baş başa kalırız. Hayatın anlamsız ve boş olduğu gibi çeşitli düşünceler de beraberinde gelir.

Kayıp” kavramı, literatürde bireylerin sevdiği birini yitirmesi olarak tanımlanır. Yaşanılan kayıp durumunun nesnel ifadesidir.

Yas”  kavramı ise, bireyin yaşadığı kayba karşı verdiği öznel tepkilerdir. Yas kavramını, sevilen birinin ölümü karşısında verilen tepkilerle özdeşleştiririz. Fakat bireylerin kaybettiğini düşündüğü herhangi bir şeyden ayrı kalması, bir değişim yaşaması gibi durumlarda da yaşayabilecekleri bir süreçtir.

Kayıp karşısında verilen yas tepkileri, fiziksel, duygusal ve psikolojik etkilerle kendini gösterir.

Amerikan Psikoloji Derneği yas kavramını şu şekilde tanımlar:

Yas, genellikle sevilen bir kişinin ölümü gibi önemli bir kayıptan sonra yaşanan ıstıraptır.Yas genellikle fizyolojik sıkıntı, ayrılık kaygısı, kafa karışıklığı, özlem, geçmişe takılıp kalma ve gelecekle ilgili endişeleri içerir. Yoğun yas, bağışıklık sisteminin bozulması, kendini ihmal etme ve intihar düşünceleri yoluyla hayatı tehdit edici hale gelebilir.

Ayrıca yas, kaybedilen, yapılan bir şey için pişmanlık veya kişinin başına gelen bir aksilik için üzüntü şeklini alabilir.

Bunlarla birlikte, kaybedilen bireyin ardından yas tutmak son derece normal ve doğal bir tepkidir. Yaşanması gerekir.

Kayıp ve yas kavramlarının psikoloji alanının konusu haline gelmesi, 20. yüzyılın başlarında gerçekleşmiştir. Yas fenomeni ilk kez Sigmund Freud’un 1917’de yazdığı Yas ve Melankoli adlı makalesinde yer aldı.

Günümüzde hala kayıp ve yas kavramları araştırmalara konu olmakta ve bireylerin yas süreçleri incelenmekte.

Yas mı Depresyon mu?

kayıp ve yas

Sevip güvendiğimiz, bağımızın olduğu bir insanı kaybettiğimizde yaşadıklarımız bizim için zorlayıcı, acı ve ıstırap verici olur. Bu durum, dışarıdan bakıldığında diğer insanlar tarafından depresyon olarak yorumlanabilir.

Yas ile depresyonun semptomları çoğunlukla örtüşür. Üzüntü, keder gibi duygular veya uykusuzluk gibi davranışsal problemler ikisinde de öne çıkar. Fakat geçirilen yas süreci ile depresyon birbirinden oldukça farklı.

Kaybın beraberinde gelen yas süreci, engebeli bir yol gibidir. Birey, bazen depresif bir ruh halinde olurken; bazen sevinçle gülebilir. Fakat depresyon sahibi birey, istikrarlı bir biçimde depresyon belirtileri gösterir.

Depresyon zaman geçtikçe bireyi daha çok yıpratmaya meyilliyken; yas sürecinde hissedilen acı, zamanla azalır.

Bunlarla birlikte yas sürecindeki bireyin sağlıklı bir benlik duygusu vardır. Ancak depresyon sahibi birey zarar görmüş bir benlik duygusuna sahiptir.

Yaşadığı kayıpla birlikte birey bir umutsuzluk duygusu hisseder. Bu umutsuzluk duygusu geçicidir. Diğer yandan depresyondaki bireyin sahip olduğu umutsuzluk duygusu kalıcı ve kararlıdır.

Depresyonda olan birey, kendisine uzatılan yardım elini kabul etmezken; yas sürecindeki birey ona yardım etmeye çalışan insanlara sıcak yaklaşır.

Bunlar ve bunlar gibi özellikleri ile yas tutmakla depresyon gibi bir bozukluğa sahip olmak birbirinden ayrışır.

Olağan Yas Tepkileri

Yas sürecindeki bireyin yaşadıkları ile depresyonun farklarına değindim. Peki, olağan ve normal yas tepkileri nelerdir? Gelin bir de buna bakalım.

Bireylerin yas sürecinde verdiği tepkiler çeşitlilik gösterir. Buna karşın yapılan araştırmalar verilen genel tepkileri belirlemiştir.

Bu süreçte hissedilen; keder, üzüntü, suçluluk, yalnızlık, korku, çaresizlik, isteksizlik, öfke ve umutsuzluk gibi duygular, duygusal tepkilerdir.

Kalp sıkışması, boğaz düğümlenmesi, gürültüye karşı hassasiyet, nefes darlığı ve halsizlikse fiziksel tepkilerdir.

Diğer yandan; çarpık düşünceler, halüsinasyonlar, inanç kaybı, unutkanlık, can sıkıcı rüyalar, düşünce ve dikkat dağınıklıkları ise yas sürecinde verilen bilişsel tepkilerdendir.

Alkol veya madde kullanımı, uyku ve yeme problemleri, kaybedilen kişiyi hatırlatan uyaranlardan kaçınma veya bu uyaranlardan hiç ayrılmama ve dikkatsiz davranışlar da davranışsal tepkilerdir.

Dört kategoride saydığım söz konusu kayıp ve yas sürecinde verilen bu reaksiyonlar, oldukça doğaldır.

Yas Sürecinin Evreleri

kayıp ve yas

Her birey farklı şekilde yas tutar. Kendinizi, çevrenizdeki insanları, izlediğiniz filmlerdeki veya okuduğunuz kitaplardaki karakterleri düşünün. Kimi ağıtlarla karşılar ölümü, kimiyse asla inanmaz.

Bu sebeple yas sürecinde yaşanan deneyimler de kişiden kişiye göre farklılık gösterir. Bahsedeceğim evrelerin her birinin yaşanması zorunlu değildir ve sırayla gerçekleşmesi de gerekmez.

İsviçreli ünlü yazar ve psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross, yas tutmanın sürecini açıklarken inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenmek olmak üzere beş evreden bahseder.

İnkâr

Yas sürecinin ilk evresi olan inkâr, kaybın verdiği acı ve kederi en aza indirmeye yardımcı olur. Sevdiğimiz ve bizim için önemli birini kaybettiğimizde buna inanmak zor gelir. Özellikle kaybından önceki gün sesini duyduysak.

Bir kayıp yaşadıktan sonraki ilk zamanlarda hissizlik sıkça görülmekte. Bazı insanlar, ilk başta hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam eder.

Birey kaybı bilir ve bunun farkındadır.  Fakat kaybın gerçekliğini kavramaya çalışırken aynı zamanda duygusal acıdan kurtulmaya çalışır. Hayatımızdaki önemli kişinin kaybını bilsek dahi, geri dönmeyeceğine ve bir daha onu göremeyeceğimize inanmak güç gelir.

Bu evrede, kaybedilen kişinin varlığını hissetmek, sesini duymak ve hatta onu gördüğünü düşünmek oldukça yaygındır.

Kaybın oluşturduğu değişim ve yeni gerçekliğe bireylerin zihinlerinin uyum sağlaması zaman alabilir. Çünkü bir an yaşanan bu değişim, şok etkisi yapar. Kaybettikleri kişiyle paylaştıkları üzerine düşünürler ve o kişi olmadan hayatın nasıl olacağı, nasıl devam edecekleri konusunda endişelenirler. Ayrıca hayatın anlamsız olduğu hakkında düşüncelerin etkisi altında olurlar.

İnkâr, yalnızca kaybı reddetme girişimi değildir. Aynı zamanda birey neler olduğunu özümsemeye ve anlamaya çalışır.

Öfke

Öfke tamamen doğal bir duygudur. Dolayısıyla birini kaybettiğimizde bu duyguyu hissetmemiz de son derece normaldir.

Yaşanan kayıpla birlikle oluşan değişime uyum sağlamaya çalışırken öfke, duygusal bir çıkış yolu gibi görünür. Birey, kaybettiği kişinin ardından terk edilmiş, yalnız kalmış hissedebilir ve bunun adaletsiz olduğunu düşünebilir.

Bu evrede hissedilen öfke kendisini bırakıp gittiği için ölen kişiye, ölen kişiye yeterince ilgi göstermediği için kendisine veya onu kurtaramadıkları için doktorlara karşı olabilmektedir. Hatta tanrıya “neden?” diye sitem ederek de öfke gösterilmesi çok olası.

Birçok psikolog öfkenin bu süreç için gerekli olduğunu söyler. Yönetmeye ve göstermeye en çok alışık olduğumuz bir duygu öfke. Öfkemizin altında acıyı yaşarız aslında. Yaşanan kaybın yarattığı boşluğa geçici bir yapı kazandıran bir çapa görevi görür. Bireyi gerçekliğe bağlayan büyük bir güçtür.

Başka bir ifadeyle, kaybolduğumuz o boşluktan kurtulmak amacıyla öfkeye sarılırız. Etrafımızdakilere veya cenazeye katılmayan birine kızarız. Öfkeye tutunuruz.

Böylece öfke hissetmek, hayatın paramparça olduğu düşüncesiyle onu tutunacak bir dal olarak görme açısından iyileşme için önemli rol oynar.

Pazarlık

Kayıpla birlikte hissedilen acıyı hafifletmek ve bir şeyleri değiştirmek için her şeyi yapmaya istekli olacak kadar çaresiz hissetmek normaldir. Yas sürecinin bu evresinde, durumu değiştirmek için pazarlık yapma ve acıdan kurtulma karşılığında bir şeyler yapmayı kabul etme vardır.

Bu pazarlık, bireyin kendisiyle veya tanrı ile anlaşmalar şeklinde olur. Geçmişte yaşananları değiştirmek için nelerin farklı olabileceği, neler yapabileceği üzerine düşünür birey. Suçluluk ve pişmanlık duyguları hakimdir. Birey “Eğer yaşarsa daha iyi bir insan olacağım.” gibi cümlelerle umut ışığı arar.

“Eğer” ve “keşke”lerle dolu bir labirentte bulur kendini. “Keşke evden 5 dakika geç çıksaydım, o zaman kaza olmayacaktı.”, “Keşke hastalandığında doktora gitmesi için daha çok ısrar etseydim.” düşünceleriyle boğuşur.

Çaresizlikten kaynaklanan pazarlık, bireye kontrol duygusu sağlar. Diğer bir ifadeyle farkındalığın artmasıyla yapabilecek hiçbir şeyin olmadığını kabullendiğinde bu yola başvurur.

Depresyon

Yas sürecinin dördüncü evresinde, kayba karşı farkındalık artar. Üzüntü ve keder gibi duygular daha çok öne çıkar, birey kaybı daha çok hisseder. Pazarlığın da işe yaramadığını anlar ve şu ana odaklanır.

Üzüntü ve acı büyüdükçe geri çekilme, insanlarla iletişim kurmaktan kaçınma, umutsuzluk veya hissizleşme yoğunlaşır. Bu depresyon aşaması sonsuza kadar sürecekmiş gibi gelir. Fakat bu, psikolojik bir bozukluk değildir. Sevilen birinin kaybı karşısında verilen normal bir tepkidir. Bu tepkinin yaşanmaması alışılmadık bir durum olurdu.

Bunun yanında uzmanlar çok uzun süren klinik düzeyde olan depresyonun tedavisini önermektedir.

Kabullenme

Yas sürecinin son aşaması, kabullenmedir. Bu kabullenme, kaybın acısının artık hissedilmemesi değil, gerçekliğinin farkına varılmasıdır. Diğer bir deyişle, kayıp ile yüzleşme ve onunla yaşamayı öğrenmektir. Kabullenme evresi, duyguların dengelendiği ve uyum sürecinin başladığı evredir.

Sevdiğimiz ve bizim için önemli birini kaybetmeyi aşamayabiliriz. Fakat onun fiziksel olarak artık yanımızda olmadığı gerçeğini kabul edip bu gerçekle yaşamayı öğreniriz.

Zaman geçtikçe yeniden yaşamaya ve yaptıklarımızdan, hayattan zevk almaya başladığımızda bunu yaparak kaybettiğimiz kişiye ihanet ettiğimizi düşünebiliriz. Kaybedileni yerine koyamayız ama yeni anlamlı ilişkiler ve bağlar kurabiliriz.

Duygular ve ihtiyaçlar dinlenir, harekete geçilir, değişim, gelişim ve büyüme başlar bu evrede.

Kayıp ve yas konusunu araştırırken okuduğum makalelerden birinde kabullenmenin önemini anlatan şu dizelere rastladım:

Biricik oğlu hastalanıp ölen anne oğlunun cesediyle deli gibi sokaklarda dolaşıp her rastladığı insandan oğlunu yaşama geri döndürmesi için yardım istemiş. Sonunda bu mucizeyi gerçekleştirebilecek tek kişi Budha’dır diyen bir bilgeye rastlamış. Anne Budha’ya gitmiş ve oğlunu yaşama geri getirsin diye ona yalvarmış. Budha anneyi dinlemiş ve şöyle demiş: “Senin acını sona erdirecek tek bir yol var, şehre in ve acının yaşanmadığı her evden bir hardal tohumu al ve hepsini bana getir.” Anne şehre koşar, kapı kapı dolaşır, ancak acının henüz yaşanmadığı bir ev bulamaz ve anlar ki acıdan özgürce ayrılmanın tek ve berzah yolu oğlunun ölüsüyle vedalaşmasıdır (Tibet Hikâyesi).

İnsanın doğumu acılarının da başlangıcı olur. Bizler hayatımız boyunca birçok kayıplar, ardında da acılar yaşayacağız. Hayatımıza sağlıklı olarak devam edebilmemiz için kayıplarımızı kabullenerek, duygularımızla yüzleşerek ve kayıplarımızı geçmişte bırakarak yolumuza devam edebilmeyi öğrenmemiz gerekiyor.” (Zara,2011)

Yas Sürecinde ve Sonrasında

kayıp ve yas

Kayıp ve yas süreçleri, bireylerin hayatlarına devam etmelerini zorlaştıran boşlukta hissettikleri acı verici süreçler. Bu nedenle yas sürecindeki yaşantıların şiddetini azaltmak ve bu süreci sağlıklı şekilde atlatmak oldukça önemli.

Ölüm gibi keskin ve yaralayıcı konular genellikle konuşulmaz. Konuşulmaması, konuşulduğu takdirde daha da kötü olacağı yönünde yanlış yargılarla yapılmaktadır bu. Fakat yas sürecinde olması gereken şey, yas tutan kişiyle konuşmak, onu yargılamadan dinlemek, konuşmasına ve ağlamasına, duygularını belirtmesine izin vermektir.

Yas tutan kişinin yanında olan sosyal destek kaynakları da fazlasıyla önemli. Tutarlı ve kararlı bir şekilde destek görmek, yas sürecindeki kişinin psikolojik sağlamlığını olumlu yönde etkiler.

Bununla birlikte hayata veda eden insanın arkasından yapılan ve kültürden kültüre değişen pek çok ritüel bulunmakta. Dualar okutmak, mezar ziyaretleri, ölen kişinin ismini yeni doğan bebeğe vermek, ölen kişinin ayakkabılarını kapının önüne koymak, kıyafetlerini dağıtmak, helva kavurmak, aynaları örtmek ve dahası… Bazı kültürlerde ise ayinlerle şarkılarla ve danslarla uğurlanır ölen kişi. Tüm bunlar geride kalanlar içindir aslında. Yas sürecinde hissedilenleri bu yollarla azaltmaya çalışmaktır amaç.

Araştırmalar, insanların yaşadıkları kayıp ve yas süreçlerinin sonrasında aile ve arkadaşlarıyla daha çok yakınlaştığını ve ilişkilerin gelişip güçlendiğini göstermekte. Yas tutan bireylerin bu sürecin sonunda kendilerini daha olgun, bağımsız, özgüvenli ve güçlü gördükleri benlik algısına sahip oldukları da araştırma sonuçları arasında.

Kırk Mum

kayıp ve yas

Doğduğumuz günden hayata veda edene kadar, birçok kayıp yaşarız. Bu uzun yolculukta ailemizi, arkadaşlarımızı veya evcil hayvanımızı kaybederiz. O süreçte acı ve kedere boğuluruz, zaman durur sanki bizim için. Kaybettiklerimizle bir daha konuşamayacak, onları göremeyecek olmak yaralayıcıdır.

Fakat bir süre sonra o kişinin yokluğunu kabul eder devam etmeye çalışırız. İyileşmeye başlarız. Hiç geçmeyecek gibi gelse de zamanla duygularımız, okyanusun derinliklerine doğru kaybolan gün ışığı gibi dağılır.

Bu noktada belki sizin de bir yerlerden duyduğunuz bir sözü paylaşmak isterim:

Sevdiğin öldüğünde kalbinde kırk mum yanar, her geçen gün mumlardan biri söner. Son mum kaldığında ise o mum her zaman yanmaya devam eder.”

Kaynakça

Çolak, G. V.,  Hocaoğlu, Ç. (2021). Kayıp ve Yas: Bir gözden geçirme. Kıbrıs Türk Psikiyatri ve Psikoloji Dergisi, 3(1), 56-62.

Zara, A. (2011). Kayıplar, yas tepkileri ve yas süreci. Yaşadıkça, 73, 90.

Roberts, J. E., Thomas, A. J., Morgan, J. P. (2016). Grief, bereavement, and positive psychology. Journal of Counseling and Psychology, 1(1), 3.

Psk. Arzu Nur Özkan

27 Mart 1998 tarihinde İstanbul’da doğdum ve doğduğum günden beri hayatın akışında kendi yolumu bulmaya çalışıyorum. Yeditepe Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve çift anadal programı ile Psikoloji bölümlerinden derece ile mezun oldum. Yazı yazmak her zaman sevdiğim bir hobim oldu. Psikoloji gibi alanları seven hepimizi bir araya getiren Kazan’da yazılarım sizlerle buluşacak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir