Edebiyat

Kahve Soğumadan Önce: Anın Değeri ve Pişmanlıklar

Kahve Soğumadan Önce, Japon yazar Toshikazu Kawaguchi’nin ilk romanı. Son zamanlarda bu romanın adını sosyal medyada çok duyuyordum. İnternetten konusunu da kısaca okuyunca bir an önce kitabı alıp okumak istedim. Zaman yolculuğunu mümkün kılan bir kafe… Acaba nasıl işlenmişti? Bu yazıda kitaptan biraz bahsedip, kitapla ilgili kendi izlenimlerimi, düşüncelerimi aktaracağım sizlere. Umarım keyif alırsınız.

Geçmişe gidebilme şansınız olsa, hangi ana gider, kimin karşısına otururdunuz? Eminim, bunu hayatında düşünmemiş olanımız yoktur. Peki, geçmişe gitseniz bile günümüzdeki hiçbir şeyi değiştiremeyeceğinizi bilseniz, yine de gider miydiniz? Ben giderdim. Hepimizin vardır söylemek isteyip söyleyemediği bir şey veya yalnızca son kez görmek istediği biri. Hiçbir şey değişmeyecek dahi olsa, içimizde bir şeyler illa ki değişir.

Kahve Soğumadan Önce Konusu

kahve soğumadan önce

Tokyo’nun ara sokaklarından birinde, bodrum katında Funiculi Funicula isimli küçücük, penceresiz bir kafe var. Yalnızca birkaç masa ve sandalyeyle dolacak kadar küçük. Önünden geçenlerin çoğunun tabelasını fark bile etmediği bir kafe bu. Bariz sıradanlığına ve gösterişsizliğine rağmen bu kafeyle ilgili kulaktan kulağa gezen ilginç bir şehir efsanesi var: burada zamanda yolculuk yapılabiliyor! Ama bir dizi kurala uymak zorundasın.

Bu kurallar neler mi?

  • Zamanda yolculuk yapmak isteyen müşteriler belirli bir sandalyeye oturmalı. O sandalyede bütün gün bir hayalet oturuyor. Yalnızca bir kez, kısa bir süreliğine kalkıyor. Sandalye o aralıkta müsait oluyor sadece.
  • Zamanda yolculuk yapacakların görüşecekleri kişi de daha önce bu kafede bulunmuş olmalı.
  • Zamanda yolculuk yaptıkları sürede o sandalyeden kalkmamalılar. Kalktıkları anda şimdiki zamana geri dönerler.
  • Önlerindeki fincana bir seremoniyle dökülen kahveyi soğumadan önce içip, şimdiki zamana dönmeliler.
  • Ve en önemlisi ne yaparlarsa yapsınlar, ne söylerlerse söylesinler, şimdiki zamanı değiştiremeyeceklerini kabullenmek zorundalar.

Bunlardan en can sıkıcısı tabii ki sonuncusu. İnsan bir şeyleri değiştiremeyecekse, neden geçmişe gitsin ki? Zaten çoğu insanın geçmişe gitmek istemesinin sebebi, bir şeyleri değiştirebilmek.

Bu kurallardan dolayı daha önce geçmişe gidip gelmiş biri olup olmadığı bilinmiyor. Çünkü bu kurallar geçmişe dönmenin bütün cazibesini alıyor anlaşılan. Dolayısıyla bu kafenin gizemi bir şehir efsanesi olarak kalmış.

Bir gün Fumiko isimli bir kadın, hakkındaki şehir efsanesini duyduğu bu kafenin kapısından içeri girip “Lütfen beni geçmişe gönder!” diye haykırıyor. Sonrasında Fumiko’nun ve üç diğer karakterin zamanda yolculuk hikâyelerini okuyoruz. Bu kadar can sıkıcı ve kısıtlayıcı kurala rağmen neden zamanda yolculuk yapmak istediklerini öğreniyoruz. Ve anlıyoruz ki, yaşananlar değişmeyecek bile olsa, insanın yüreğinde çok şey değişiyor bu zaman yolculuğunun mümkün kıldığı yüzleşmelerle.

Kitapla İlgili

Kahve Soğumadan Önce

Kahve Soğumadan Önce, aslında yazarın aynı isimli tiyatro oyunuymuş. Yazar Toshikazu Kawaguchi bu oyunla Suginami Drama Festivali’nde Büyük Ödülü almış. Tiyatro oyununu izlemeye giden bir editör oyunu çok beğenince, yazarını bulup ona oyunu kitaba çevirme fikrini sunmuş.

Kitabın Japonca orijinali 2015 yılında basılmış. 2021’de ise Epsilon Yayınevi tarafından Türkçeye kazandırılmış. Tiyatrodan uyarlanan kitap çevirisi Şebnem Tansu’ya ait. 

Kitabın yazım dili oldukça yalın. Bu da kitabın hızlı okunmasını sağlıyor. Hatta kitabın sayfaları kendi kendini çeviriyor dersem abartmış olmam. Bir veya iki oturuşta bitirebileceğiniz iki yüz sayfalık, hafif fantezi veya büyülü gerçekçilik diyebileceğimiz tarzda bir roman, Kahve Soğumadan Önce. Sakin bir Pazar sabahı kahvenizi demleyip hafif bir şeyler okumak istediğinizde, yorulmadan okuyabileceğiniz bir kitap. Ama bu üzerinizde hiçbir etki bırakmayacağı anlamına gelmiyor kesinlikle.

Kitabın edebi yönü biraz zayıf. Yazarın asıl amacının edebiyat yapmak değil sahneyi okuyucunun gözünün önüne getirmek olduğu anlaşılıyor. Oyundan uyarlandığı için böyle olması da doğal. Okurken sık sık keşke oyunu izleyebilsem, diye içimden geçirdim. Kitabı sevmeme rağmen, izlesem oyundan daha fazla tat alabileceğimi düşündüm.

Yine de oyundan uyarlandığını bilmek kitabı yazıldığı gibi kabul etmemi sağladı. Örneğin, kafenin penceresiz oluşu ve duvardaki antik saatler gibi iç mekâna ait detaylar neredeyse birebir aynı kelimelerle birkaç yerde anlatılıyor. Ama bu tekrar beni rahatsız etmedi. Şöyle düşündüm: bir tiyatro oyunundan uyarlandığı için, yazar kafenin ambiyansını okuyucuya hatırlatıyor ki oyundaki gibi bir etki yaratılabilsin. Yani o sahneyi tekrar kurguluyor. Belki de bu kitabın içine çok kolay girmemi sağladı. Çünkü kitabı okurken sanki o kafede bir sandalyede oturmuş, karakterleri uzaktan seyretmişim gibi hissettim.

Yüzleşmeler

Hikâyeler zamanda yolculuk konusu üzerinden anlatılsa da asıl anlatılan şey fantastik bir öğe olarak “zamanda yolculuk” kavramı değil tabii ki. Bunun insanlara sağladığı yüzleşmeler asıl konu diyebiliriz. Dolayısıyla oldukça gerçek hayatları okuyoruz aslında. Karakterlerin pişmanlıklarını, içlerinde kalanları… Kısacası zamanda yolculuk etmeleri sayesinde karakterlerin en insani taraflarını görüyoruz.

Benim de en keyif aldığım kitaplar ve filmler hep gerçek hayatı, gerçek kişileri anlatan ama içinde sihirli öğeler bulunduranlar oluyor. Tamamen fantastik bir kitap veya filmden, aynı zevki alamıyorum. İlhamını gerçek hayatlardan alan metinlerde, o sihir bir araç olarak kullanılıyor ya, ben de sanırım o sihrin sağladıklarını seviyorum.

(Yazının diğer başlığa kadar olan bu kısmı hikâyelere dair -spoiler- içerebilir. )

Romandaki hikâyeler birbiriyle iç içe geçmiş durumda. Yani dört birbirinden ayrı insanın hikâyesi değil bu. Karakterlerin hepsi ya kafenin müdavimleri ya da çalışanları. Her hikâyede diğer karakterleri de görüyoruz. Bu kafe küçük bir ev, karakterlerimiz de aile gibi. Bu da kitapta bir bütünlük olmasını sağlıyor ve bu dört hikâyeyi birbirine bağlayıp kitaba roman niteliğini veriyor.

Gitme diye haykırmak istedim ama gururumdan yapamadım.

sf:17

İlk zaman yolcumuz genç işkadını Fumiko, onu bırakıp Amerika’ya giden sevgilisiyle yüzleşmek için terk edildiği güne gidiyor. Gitme diye bağıramıyor yine belki ama bu seferona bir açıklama yapmadan gitmesine sitem edip, içindekileri söylüyor. Fumiko hislerinde dürüst olup sevgilisine daha ılımlı yaklaşınca, aralarına sessiz bir mesafe koyan bir sorun olduğunu öğreniyor ve bazı şeyler açıklığa kavuşuyor.

Yani unuttum mu? Seni unuttum mu?” diye mırıldandı Fusagi yere bakarak.

Sf: 98.

Kafenin müdavimlerinden ve bir hemşire olan Kohtake isimli bir kadın, Alzheimer hastası kocası Fusagionu unutmaya başladığı için, ondan bir mektup almaya geçmişe gidiyor. Çünkü Fusagi bu mektubu yazmış ama Kohtake’yi unutmaya başladığı için verememiş. Bu mektubu okuyunca Kohtake, kocasının hastalığıyla aslında nasıl tek başına mücadele ettiğini, nelerden korktuğunu anlıyor ve ona olan sevgisi daha da güçlü oluyor. “Beni unutunca yanında bir hemşire olarak kalırım,” demesinin aslında kocasının hiç de istemediği bir şey olduğunu öğrenip, eşi gibi davranmayı ne olursa olsun bırakmıyor.

“Oteli birlikte işletmek. Seninle,” diye cevapladı. Yüzünde koskocaman bir gülümseme vardı.”

(Sf: 146)

Hirai isimli bir kadın, kız kardeşinin ısrarlı görüşme girişimlerine karşılık vermediği için pişmanlık duyuyor ve onunla görüşmeye geçmişe gidiyor. Artık bazı şeyler için çok geç de olsa, kardeşini ne kadar yanlış anladığını öğreniyor bu yüzleşmede. Amacını bambaşka bir şey sanırken, küçük kız kardeşinin tek istediğinin ablasıyla olmak olduğunu anlıyor. Sonunda buradaki hayatını bırakıp kardeşinin anısına oteli devralmaya memleketine gidiyor.

Bana hayat verdiğin için çok mutluyum.

Sf: 194.

Kafenin sahiplerinden biri olan Kei isimli bir kadın, tanışamadığı kızıyla görüşmek için geleceğe gidiyor. Kızının yanında olamadığı için hep suçluluk duyan Kei, kızıyla yaşadığı yüzleşmeden sonra şimdiki zamana içini rahat bir şekilde dönüyor.

Kahveyi Soğutma!

Kahve Soğumadan Önce

Kitabı okurken düşündüm. Bu dört karakterimiz zamanda yolculuk edip sevdiklerinin karşısına oturduklarında, kısacık bir süreleri var. Bir sürü de kural var. Çok az şey onların kontrolündeyken, nasıl oluyor da karakterlerde bir değişime sebep olabiliyor bu yolculuklar? Aslında tam olarak bu yüzden.

Sınırsız şansları, zamanları yok. Tek bir şansları ve önlerindeki kahve soğuyana kadar zamanları var içlerinde kalanları söylemek, merak ettiklerini sormak için. Zaten hiçbir şey de değişmeyecek. Yaşananlar yaşandı, gidenler gitti, geri getiremeyecekler onları. Bunu bilip kabullenmek, karşılarındakini daha anlayışla dinlemelerini sağlıyor. Çünkü ellerinde kalan tek şey bu, o anki iletişim. Birbirimizi daha iyi anlamak için bir kahve soğuyana kadarki süre yetiyor aslında. Bunu hatırlattı kitap bana. Yeter ki o zamanın geri gelmeyeceğinin ve değerinin farkında olalım.

Kitabı okurken kahveyi de tekrar düşündüm. Bizim de atasözümüz var ya, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır diye. Topu topu kaç dakikada içilir bir kahve? On, on beş? Ama bu kısacık sürede en derin, en keyifli sohbetlerimizi ederiz. Dostluklar kurup dertler, mutluluklar paylaşırız. Alt tarafı bir fincan kahve. Ama neler sığdırıyoruz o küçük fincanın içine. 

Belki gururumuzu bir kenara bıraksak bu kısacık zamanda birbirimizi daha iyi anlarız. Yalnızca dinlemez, duyarız. Kahvemiz soğumadan söylemek istediklerimizi söylesek, sonradan pişmanlığımız olmaz.

Çünkü ne yazık ki gerçek hayatta romandaki gibi sihirli bir kafe yok. Geçmişe dönemiyoruz. Şu anımızla tek bir şansımız var.

Eğer sandalye bir kişinin bile kalbini değiştirebiliyorsa, o halde kesinlikle bir anlamı vardı.

(sf:196)

Olacağı değiştirmek elimizde değildir belki, hayat karar verir. Ama bu yaptıklarımızın anlamı olmadığı anlamına gelmez. Dünyayı, yaşanacakları değil ama kendimizi değiştirmek bizim elimizde. Ağzımızdan çıkacak sözler, karşımızdakiyle kurduğumuz iletişim bizim elimizde.

Bu kitaptan bana kalanlar bu mesajlar oldu. Hem okuması keyifli, insanı yormayan hem de bir derinliği bulunan bir roman okumak isterseniz, Kahve Soğumadan Önce’yi ilk fırsatta okumanızı öneririm.

Acaba karakterlerin hikâyeleri size neler anlatacak, kitabı kapatıp rafa kaldırdığınızda üzerinizdeki etkisi ne olacak?

Gizem Karabulak

Merhaba! Ben Gizem, 7 Şubat 1997 yılında İzmir'de doğdum. Ege Üniversitesinde Amerikan Kültürü ve Edebiyatı okudum. Freelance içerik yazarlığı yapıyorum. Amacım okumak, öğrenmek, öğrendiklerimi yazmak, yazdıklarımınsa hem öğretip hem keyif vermesi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir