Edebiyat

Uyuyan Adam: Kayıtsız

Uyuyan Adam hakkındaki incelememiz sizlerle…

Kayıtsız bir uyuyanı; Georges Perec’in, bir varolmayış perspektifi sunduğu eserini inceledik. İstersen kayıtsız kalabilirsin!

Bir eylemsizlik istenci kapsar bazen insanı. Salt olarak tembellik eylemsizliği değil, bir şeyler yapagelmenin düşünsel yorgunluğunun doğurduğu bir eylemsizliktir bu aslında. Ve bir anda ortaya çıkmaz bu istek, kendisini belli etmeden birikmiştir insanın benliğinde. 

Hatta istek diyerek de hata ediyoruz belki; istemenin ötesinde, kendini artık bu eylemsizliğin içinde bulmak desek daha doğru olur sanırım.

Aktif bir edimden ziyade pasif bir edim söz konusudur burada. Bellek işleyişine devam eder. Hatta dış uyaranlar algılanmaya devam etmektedir. Hayatın akışında olağanüstü bir değişiklik olmaz, olağanüstü bir değişim varsa o da sende meydana gelendir.

Üzülme, toplumsal perspektife göre olağanüstü olan bu durum, senin için zaten doğal olan; kaçınılmaz olarak bu eylemsizliğin içerisinde buldun kendini. Delirmedin, ölmedin de; yaşamaya devam ediyorsun sadece.

Perec’in romanda da çokça kullandığı bir kelime ile belirtirsek, yansız bir şekilde hareket ediyor, düşünüyorsun. Beklentin yok, amacın yok, anlam devşirmiyorsun. Yaşıyorsun yalnızca.

Post-Varoluş

Bu halinle, varoluşçu düşünceye bir anti kahraman gibisin. Ne Sartre gibi hayatının anlamını ve varoluşunu kendin yaratıyorsun, ne de Camus gibi salt uyumsuz insan oluşu olumluyorsun.

Bilinçli bir başkaldırı içerisinde değilsin; Sisifos gibi, sırtında kaya doruğa niye tırmanasın ki? Radikal dönüşüm niyetin yok lakin kötü niyetin de yok; uyumsuz değilsin ama sıçrayan da değilsin. Hiçbiri değilsin. Belki uyumsuz insanmışsın gibi çağrışıyorsun zihinlerde, ama uyumsuz insan olmak için de bilinçli bir başkaldırı gerekir.

Senin eylemsizliğini ateşleyen şey bilincin değildi, bir andan sonra artık eylemlerin dışına çıkmak istedin. Sendeki bu kayıtsız durumu ateşleyen şey aynı zamanda bilincindi. Paradoks!? Hayır, eylemsizliğe dökülen bilinçaltı. Bilinçli değildin zira, salt bir amaç doğrultusunda dönüşmedin bu haline, böyle istedin sadece.

Peki sen kimsin? Neden böyle oldun? Neden uyuyorsun? Gel senin hakkında, uyuyan insan hakkında biraz konuşalım.

Münzevi Bir Heretik

‘‘Modern yaşam bu tür eğilimleri genelde pek hoş karşılamaz. Çevrende her zaman eyleme, büyük tasarılara, coşkuya ayrıcalık tanındığını gördün: öne atılan adam, gözlerini ufka dikmiş adam, dimdik ileriye bakan adam. Pırıl pırıl bakış, kararlı çene, kendinden emin yürüyüş, karın içinde. Kararlılık, girişkenlik, ses getiren hareket ve zafer, son derece örnek bir yaşamın son derece berrak yolunu gösterir, yaşam mücadelesinin pek saygıdeğer resimlerini çizerler. Yerinde sayanların ve batağa saplananların düşlerini süsleyen pek kıymetli yalanlar, ihmal edilen binlerce binlerce kişinin yitik hayalleri, çok geç gelmiş olanlar, valizlerini kaldırıma koyup terlerini silmek için üstüne oturanlar.’

Georges Perec, Uyuyan Adam, Metis Yayınları, İstanbul, 2020, s. 20.

Senin hakkında yazılan kitapta geçiyor bu pasaj. Kayıtsızlığın ve bu anti-kahraman halinle modern olana bir başkaldırı niteliğindesin. Eleştirinin kendisi, kritiğin uygulama alanısın. Peki, popüler bir eleştiri mi senin bu halin?

Yaşayan bir bağlam olarak modernite eleştirisi popüler, ama sen, içinde bulunduğun eylemsiz, istemsiz, yansız, amaçsız halinle popüler olan değilsin. Sen, bunu yaşıyorsun. Düşüncen yaşantında, eyleminde hayat buluyor. Eylemsizlik halindeki eyleminde; pasif edim dedik ya hani.

Zor

Kayıtsızsın. Böyle olmak zor. Heidegger’in belirttiği gibi, dönüştürücü modern tekniklerin çerçeveleyici dünyasındayız artık. Eskiden teknik, doğal olanı açığa çıkarırdı, bir yel değirmeni rüzgarı görünür kılardı mesela; şimdi ise teknik, doğal olanı dönüştürüyor. El altında bulundurulana dönüştürüyor onu.

Korkma, kayıtsızlık eşiğinin farkındayım, burada doğal olan nedir gibi varlıkbilimsel bir muhabbete girişmeyeceğiz. Ama şunu bil ki, dönüştürücü birçok etkenin olduğu bir dünyadasın. Teknik dedik diye aklına sadece makine gelmesin; idari, ekonomik, insani… Birçok teknik var.

Hayatı sarmalamış, ve onu dönüştüren bir haldeler. Hatta, belki bana inanmazsın ama, artık bedeni değil de ruhu ele geçiriyorlar. Ruhun senin olsun istiyorsun. İlerlemekten vazgeçtin bu yüzden; gidilmesi gereken yerlere koşmaktan yorulacağını biliyorsun.

‘‘İlerlemekten vazgeçtin, ama zaten ilerlemiyordun ki, yeniden yola çıkmıyorsun, vardın sen, daha uzağa gidip de ne yapacağını kestiremiyorsun (…)’’

Georges Perec, Uyuyan Adam, Metis Yayınları, İstanbul, 2020, s. 20.

Idiot Savant

Benliğine, tıpkı Hume’un betimlediği gibi bir ukalalık sinmiş. Yapabilirsin, ama yapmıyorsun. Bireysellik de değil amacın, öznellik de değil. Tekilsin sadece. Mevzubahis bu tekillik, alışılagelen Kartezyen mantığı, düalizmi, verili olanları dışlayan bir halde.

Zihnin, verili olanların arasından seçmektense, kendi gerçekliğinde yaşıyor. Bir budala gibi gözüküyorsun bu yüzden. Yaşamayı bilmiyor gibisin. Ama bir şeyleri bilebiliyor, deneyimleyebiliyorsun. Hiç değilse, kayıtsızlık konusunda iyisin.

Sahi, hani bilinmesi gerekenler var ya; ayakta durmak gerekiyor hani, savaşmak, eylemek gerekiyor. Peki, hiç bağırmaya çalıştığın ama sesinin çıkmadığını fark ettiğin anlar oldu mu? Tıpkı bir rüyadaki gibi.

Ama dedik ya, uyuyan insanı anlatıyoruz; Uyuyan Adam kitabının satırlarında dolanıyoruz. Uykudasın, uykudayız; uyuyoruz. Zira bu halde oluşumuz, acı çeken zihnimizin bir bozkıra kaçışı gibi. Kayıtsızlık bu yüzden; acıya da kayıtsızsın, kayıtsız olmak istiyorsun.

Keşke

Budalalığın, pasif edimin olan kayıtsızlık halinin bilinçli bir devindiricisi. Sanki bir örgü gibi binlerce şekilde örülebilecek olan, kuantum evrenindeki sonsuz olasılıklar gibi olan ama sanki bir şekilde nasıl şekilleneceği de belli olan bir hayatın içerisindesin.

Kayıtsızlığın ile tercih ettiğin, ya da sana gelen, sen olan budalalığın ile, günleri geçirmek, sadece geçip gitmelerini istiyorsun. Ama bir yandan da toplumun içindesin. Maskelerin düşsün diye ininde vakit geçiriyor, uzandığın yerden zihin oyunları oynuyorsun. Ama dışarı da çıkıyorsun.

Aslında dışarı çıkmana bile gerek yok, yan tarafındaki komşunun çıkardığı sesler bile zihninin alıcılarına takılıyor. İnsanlardan nefret etmiyorsun. Sadece keşke diyorsun, ummadan.

‘‘Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar aleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! Karşı karşıya getirilebilen başparmaklara, iki ayak üstünde duruşa, omuzlar üzerinde başın yarım dönüşüne fazla ağır bir bedel bu. Yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden baştan başlama makinesi, senin değersiz varoluşunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet’

Georges Perec, Uyuyan Adam, Metis Yayınları, İstanbul, 2020, s. 32.

Odan Dünyanın Merkezi

Serüven aramaya değil, bir amaç için değil, sadece gidiyorsun bir yerlere. Dinginlik, uyku, sessizlik, uyuşukluk istiyorsun; bunlardan başka bir şeye ihtiyacın yok. Bu yüzden bir yerlere gittin. Yansızlığı öğrenmek için kırlara gittin. Kayıtsız kalırken seni zorlamayan doğanın içerisine bırakmak istedin kendini.

Sen onlara baktıkça sana bakışları değişmeyen ağaçların arasında dolanıyor, bir ağaç olmak istiyorsun bazen. Tıpkı çocukların büyüdükçe yürüdüğü gibi, sen de yürüdükçe büyüdün gittiğin yerlerde. En nihayetinde yine odana, inine dönüyorsun. Sessizliğine kavuşuyorsun. Senin odan, dünyanın merkezi.

‘‘Evinden çıkman gerekmez. Masandan kalkma ve dinle. Hatta dinleme, yalnızca bekle. Hatta bekleme bile, kesinlikle sessiz ve yalnız ol. Dünya, maskesini düşüresin diye, gelip kendini sunacaktır sana, başka türlü olamaz; kendinden geçmiş bir halde eğilecektir önünde.’’

Franz Kafka, Aforizmalar, Günah, Acı, Umut ve Doğru Yol Üzerine Düşünceler

Öğrenmek

Beklememeyi öğrenmek için; umut etmeyi, girişimde bulunmayı, başarmayı, diretmeyi unutmak için kendini zamana bırakıyorsun. Her ne kadar algıya göre şekillenen bir görelilik içerisinde olsa da zamanı yok sayamazsın. Ona dair fikrin değişebilir sadece.

Uzay boşluğu zannettiğin karanlığın zamanın kendisi olması gibi; fark edemediğin denli seni çevreleyen bir halde zaman. İster lineer, ister döngüsel olarak aksın, varlığını hissettiriyor sana. Böylece, beklentisizliği öğrenmek; sürekli yinelemeyi, idealar dünyanda platonik metafiziğe kapılmayı, sana sunulan başarıları unutmak için, görünmez olan zamanın akışına bırakıyorsun kendini.

Yalnızsın, kalabalıklar içinde dahi yalnızsın. Bu yalnızlık senin öğretmenin, senin tez örneklemin; sana varolmayışı öğretiyor.

‘‘Yalnızsın. Yalnız bir adam gibi yürümeyi, aylak aylak dolaşmayı, sürtmeyi, bakmadan görmeyi, görmeden bakmayı öğreniyorsun. Saydamlığı, hareketsizliği, varolmayışı öğreniyorsun. Bir gölge olmayı ve insanlara sanki hepsi birer taşmış gibi bakmayı öğreniyorsun.’

Georges Perec, Uyuyan Adam, Metis Yayınları, İstanbul, 2020, s. 42.

Karmakarışık sosyal örüntüleri anlamak için zihnini yormuyorsun. Senin kayıtsızlığında bu şekilde bir efora yer yok. Bu kayıtsızlık halinin içerisinde, başlı başına yaşayan bir araçsal akıl eleştirisisin. Eylemsizliğin, seni hayatta tutan, beslenmek gibi, uyumak gibi, bulmaca çözmek gibi salt hareketlerden oluşuyor. Bunların bir amacı yok; zaman geçiriyorsun.

Davranışlarının sadece kullanım değeri var, onları bir mübadele aracı olarak kullanmıyorsun. Bu halinle bile, eylemsizliğinin içinde aynı zamanda nesneleşmekten, bu nesneleşmenin fetişizminden uzaksın.

‘‘Dünyanın karşısında, kayıtsız kişi ne cahildir ne de düşman. Niyetin okumazyazmazlığın sağlığa yararlı keyfini yeniden keşfetmek değil, okurken, okuduklarına hiçbir ayrıcalık tanımamaktır. Niyetin çırılçıplak gezmek değil, ille de özensiz ya da bakımsız olmak anlamına gelmeyecek bir şekilde giyinmektir; niyetin kendini açlıktan öldürmek değil, sadece beslenmektir. (…) özellikle de işlevsellikten kurtulmuş -çünkü işlevsellik değerlerin en kötüsü, en sinsisi, en tehlikelisidir- (…)’’

Georges Perec, Uyuyan Adam, Metis Yayınları, İstanbul, 2020, s. 48.

Tükenmez Olanın İçinde

Seni yorma potansiyeline en çok sahip olan şey, aslında diğer insanları da en çok yoran ama büyük ihtimalle farkında olmadıkları şey, bir yapabilirsin güdülenmesi ile zihnin şekillenmesi ve performans öznesine dönüştürecek bir koşullanma.

Halbuki Pavlov’un Köpeği değilsin, değiller. Zaten sen, bunun farkında olduğun için, sırf bu yüzden kayıtsız olduğun için, tükenmez bir duyarsızlığın ve dinginliğin içerisinde yaşıyorsun.

‘‘Sabırlısın ama beklemiyorsun, özgürsün ama seçmiyorsun, müsaitsin ama hiçbir şey seni harekete geçirmiyor.’’

Georges Perec, Uyuyan Adam, Metis Yayınları, İstanbul, 2020, s. 64.

Kendi gerçekliğinin farkındasın. Sana farklı bir algı bahşeden yabancılığın içerisinde, aynı zamanda genelde insanların dikkat eşiğinin altında kalan minik detaylara da hakimsin. Bunları insanların neden fark edemediğine de kafa yormuyorsun, hatta bu soru aklına dahi gelmiyor.

Sen, kendine yönelen, aynı zamanda kendin olan ama bir bakıma da dışarıdan bir algı olarak kendine yönelen bir alımlama içerisindesin. İlginç olan, bu alımlamanın her dakika süreceği gerçeği. Sen, kendine dair algının nesnesi olarak da, öznesi olarak da tükenmezsin.

‘‘Bir gözden başka bir şey değilsin. Kocaman ve sabit bir göz, her şeyi gören, yığılan vücudunu olduğu kadar seni de, bakan, bakılan seni de gören, sanki yuvasında tamamen ters dönmüş de hiçbir şey demeden seni seyrediyormuş gibi, seni, senin içini, karanlık, boş, su yeşili, korkmuş, güçsüz içini. Sana bakıyor ve seni olduğun yere çiviliyor. Kendini görmeyi hep sürdüreceksin. Hiçbir şey yapamazsın, kendinden kaçamazsın, kendi bakışından kaçamazsın, hiçbir zaman bunu yapamayacaksın: Hiçbir sarsıntının, hiçbir seslenmenin, hiçbir yanığın seni uyandıramayacağı kadar derin uyumayı başarsan bile, bu göz hep olacak, senin gözün, hiç kapanmayacak, hiç uyumayacak olan gözün. Kendini görüyorsun, kendini gören kendini görüyorsun, sana bakan sana bakıyorsun.’’

Georges Perec, Uyuyan Adam, Metis Yayınları, İstanbul, 2020, s. 72.

Kavrayış

Ama ilginç bir şey olmaya başladı. Bu kayıtsız duruşun; bütün duyguların, düşüncelerin, yoğun etkileşimlerin dışında olan varlığın; olmadığın şeylerle çerçevesi daha iyi çizilen varlığın, yani varolmayışın, bir zaman sonra artık üzerine sinmiş ağırlığının yoğun perdesini aralıyor.

Aralıyor diyorum, zira sen aralamak istemedin, kendiliğinden oldu, herhalde aralamıştır. Nasıl ki bu kayıtsızlığın içinde kendini planlı bir şekilde bulmadın; bir gün artık hiçbir şey yapmamak geldi içinden, şimdi de tıpkı bu şekilde içinde bir mutsuzluk meydana geldi.

Senin bu kendine yönelik, kendi kendinin nesnesi ve inceleyeni olan, dışarıdaki gündelik ilişkileri gözlemleyen ama onlardan bağışık halin, önemli olan ve hakiki olan tek şeyin yalnızlığın olduğunu düşündürüyor sana. Ama…

Varoluş Devşirmek

Bekleyip umduğunu farkettin. Gündelik sıradan eylemlerinde, -yemek yemek, sinemada film izlemek, otobüse binmek, gazete almak, kahve içmek- karşılaştığın insanlara varoluşsal bir önem yüklediğini fark ediyorsun.

Her gün bu sıradan eylemlerin gerçekleşmesini bekliyor, gerçekleştiriyorsun. Karşılaştığın, etkileşime girdiğin insanlar da artık seni tanıyorlar. Ama o basit varlıklarının seni kurtaran şey olduğunun farkında değiller.

Onlar, seni senden koruyacak bir düzenin parçaları adeta. Bu yüzden de sen, gün içerisinde yapacağın şeylerin detaylı bir planını yapıyorsun. Bunun için parana da incelikli bir harcama planı oluşturuyorsun.

Kayıtsızlık halin, üzerindeki mutlak yoğunluğunu azaltıyor. Artık, birbiri ardına sıralanan ve birbirine benzeyen günlerinin gülünç olduğunu düşünüyorsun. Sanki, Minotor gibi labirente hapsolmuşsun da, o labirentteki varlığını devam ettirmeni sağlayan kurbanların, artık rüyalarına giriyormuş gibi.

Geldiğin bu noktada yoğun bir anlamsızlık, hatta umutsuzluk buluyorsun. Artık duygulardan bağışık değilsin. Halbuki bütün kayıtsızlık sürecin boyunca ne delirdin, ne de öldün. Zaten, belki akışı bozacak bir felaketle karşılaşsaydın daha farklı olurdu. Hasta bile olmadın. Bu sebeple kayıtsızlığının içerisinde, kendine yönelen bir göz olarak kalabildin uzunca bir zaman.

‘‘Yalnızlığın bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin. Bu bir aldatmacaydı, göz alıcı ve tuzaklı bir yanılsamaydı.’’

Georges Perec, Uyuyan Adam, Metis Yayınları, İstanbul, 2020, s. 101.

Oyun artık bitti. Kayıtsızlık seni farklı bir insan yapmadı. Yaşamı farklı bir hale getirmedi. Bütün bu kayıtsızlık sürecin, bu taşlaşma halin, bu yapmamayı tercih etmek üzere şekillenen tercihlerin ile sen, geldiğin noktada artık bütün bunlardan bağışık olmadığını hissediyorsun.

Merak etme, hiç kimse seni yargılamayacak, bir Prometheus olmayacaksın, mahkum değilsin. Sadece fark ettin. Hissetmeyen, duygulardan bağışık, beklentiden, umuttan bağışık bir insan değilsin. Korkuyorsun. Bunu da sana zaman gösterdi aslında.

‘‘Her şeyi gözetip kollayan zaman, sana rağmen çözümü açıkladı. Cevabı bilen zaman akmaya devam etti.’’

Georges Perec, Uyuyan Adam, Metis Yayınları, İstanbul, 2020, s. 103.

Mahmut Ziya Yılmaz

Yüksüz miktarda borç verdim Hayatın tefesinde İşleyen sabanda kendim Ve kendimden sabana tarla Yetişen bir ben vardım Ve yetiştiren bir nadas Tek koşulmuş öksüz mü Yoksa öküz müydü Bilemedim Ve renkleri kör edip Yeşili kırmızıya Doğruyu yanlışa Oluru olmaza kattım Mevsimleri de rayından çıkardım Adem-i merkeziyet için Adem’in elması için Aslında daha çok Yutkunurken beliren Adem elması için Ve belki de aslında Fayrapziya için

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir