Sinema

The Last of Us: 1.Bölüm ve Oyun Evreni İncelemesi

The Last of us ismini son zamanlarda sıklıkla duymuş olabilirsiniz. Nitekim, HBO Max aracılığıyla dizisi yayımlanmaya başlamadan önce de büyük bir hayran kitlesi vardı bu külliyatın. Gelin, The Last of us evrenine biraz daha yakından bakalım.

2022 yılına House of the Dragon gibi önemli bir işle veda eden HBO, belki bir o kadar ses getirecek The Last of us oyunun diziye uyarlanmasıyla tekrar gündeme oturmayı başardı. İlk bölümü 15 Ocak’ta gelen diziye şu an BluTV aracılığıyla ulaşabilirsiniz. Tüm bölümleri Amerika yayınından hemen sonra yayımlanacak.

Naughty Dog adlı oyun firması tarafından geliştirilmiş oyunun aynı ismini dizi de taşıyor. Senaryo ise oyunun narativini sağlayan Neil Druckman üstleniyor. Oyunculara bakacak olursak da karşımıza “Joel” rolünde Pedro Pascal, “Ellie” rolünde Bella Ramsey çıkıyor.

Dizinin henüz ilk bölümü yayımlandığı için detaylı bir inceleme yazmak çok zor. Buna rağmen The Last of us evrenine aşina olmayanlara; iki oyunundan bahsedip dizinin ilk bölümüne de biraz değinerek kendimce bazı eleştiriler getirmeye çalışacağım. Merak etmeyin spoiler olmayacak. O halde buyurun…

The Last of Us Evrenine Genel Bakış

The Last of us; Naughty Dog adlı ufak bir firma tarafından yapılıp geliştirilen ve Sony Computer Entertainment aracılığıyla 2013’de yayınlanan bir aksiyon-macera oyunu olarak karışımıza çıktı ilk defa. Oyun, nedeni bir hastalık sonucu insanların çoğunun ölümüyle sonuçlanan apokaliptik bir dünyada geçiyor.

Oyunun başlangıcı bir baba ve kızla başlıyor. İşler başka bir boyuta gelince asıl kahramanlarımız “Joel” ve “Ellie” karşılaşıp bu anlaşılmaz dünyada uzun süren bir yolculuğa başlıyorlar. Bu yolculuk tabi zorluklar ve düşmanlarla dolu.

The Last of Us Part 1, Senenin oyunu dalında BAFTA Oyun ödüllünü aldı 2014’de. Her açıdan da övgü aldığını söyleyebiliriz. Özellikle hikayesi, karakterleri ve atmosferiyle ön plana çıktı oyun. Ayrıca oyunun grafikleri ve ses efektleri de üst düzey seviyedeydi, özellikle 2013 senesine göre.

The Last of Us Part II ise birinci oyunun devamı niteliğinde 2020 yılında yayımlandı. İlk oyunda daha çok “Joel” üzerinden bir anlatı varken bu sefer hikaye “Ellie” odaklı ilerliyor. Bu oyunda da ilk oyununda olduğu gibi oyunun grafikleri ve ses efektleri üst düzeydeydi.

Fakat oyunun hikâyesi beklenen seviyede değildi. İleride bunlara değineceğim. Hikayesine nazaran karakterleri de yetersiz kalmıştı. Ama atmosferi ve oynanışıyla tüm bu açıklarını kapatmıştı bence. Oyun dizaynı ve oynanış oldukça başarılı ve her türden oyuncuya hitap eden türdendi.

Oyunları o kadar ses getirdi ki; 2022 yılında HBO devreye girdi ve oyunu dizileştirme kararı aldı. Oldukça da yerinde bir karar oldu hikayesi ile ses getirmiş bir iş için.

Birinci Oyunun En Dikkat Çekici Özelliği: Game Design ve Narativ

thelastofus

The Last of us’ın ilk oyununu PS4’de oynadığım zaman çok farklı bir hissiyata kapılmıştım. Hemen daha ilk anlardan insanın bir günde nasıl hayatının değişebileceğine tanıklık etmiştim. Sarah’ın (Joel’in kızı) odasında uyanıp babasının yanına gitmesi, ardından hızla gelişen akış beni doğrudan oyunun içine çekmeyi başarmıştı.

Hikâye zamanla daha da farklı bir boyut kazandı. Her zaman söylerim: “Bir hikâye klişe olabilir, önemli olan anlatıdır” diye. Hep böyle olmuştur. Bu oyunun hikâyesi de aslında oldukça klasik: Zombi… Fakat bu sefer işin içinde bakteri veya virüs değil mantarlar var. 

Ama işte, o kadar dallanıp budaklanmadan, inanılmaz özgün bir fikir oluşturmadan; sadece bazı noktaları düzgünce ele alıp da mükemmel bir iş yaratabileceğinin bir örneği The Last of us’ın birinci oyunu. Benim en sevdiğim yönü ise ebeveyn-çocuk üzerinden anlatılan insan ilişkileri.

Bu hikayenin değindiği ana nokta ise “The Road” filmi. Hatta The Last of us direkt bu filmden esinlenmiş diyebilirim (kendi izlenimim). Joel ve Ellie’nin birbirlerini bulup bir nevi baba kız ilişkisi yaşamaya başlamalarını her anda izlemek oldukça duygu dolu bir anlatı yüklüyor oyuna.

Her ikisi de hayatta kaybettiklerini birbirlerinde bulmaya ve travmalarından az da olsa kurtulmaya çalışıyorlar. Hayatın her noktasına değindiği gibi küçük bir kız çocuğunun hastalık öncesi dünyanın bilinmezliği içinde ideal hayatın ne olduğunu Joelle sorguluyor olması; Joel’in ise yaşadıklarından sonra baba kalıbından uzaklaşmışken Ellie ile karşılaşması birbirlerine olan bağlarını güçlendiriyor.

Hikayenin dışında game design da hemen hemen herkese hitap eden türden. Hemen hemen diyorum çünkü bazı oyuncular serbestliği tercih ediyor. Mesela 2022’nin en iyi oyunu seçilen Elden Ring gibi. Yani açık dünya ve tamamen özgürce gezip dolaşmak bazı oyuncuların hikâyeden daha fazla değer verdiği bir etken.

Gel gör ki, The Last of Us’ın ilk oyunu bazı noktalara kadar oyuncuyu serbest bırakıyor ama tabii asıl olay hikayeyi takip etmek. Ki, insan oynarken “ne olacak acaba?” diye düşünmekten, atmosfere, müziklere odaklanmaktan serbestliği pek umursamıyor.

Beklentileri Karşılamayan İkinci Oyun…

The Last of us’ın ikincisi çıkacağı duyurulduğunda elbette herkes büyük beklenti içerisine girdi. Oyunun hikayesini ve anlatısını övsem de ilk oyuna baktığımızda 2023 yılı içinde sıradan bir macera oyunu gibi kalıyor.

Bu yüzden çok daha detaylı bir hikâye ve farklı bir oyun tecrübesi bekliyordu insanlar doğal olarak. Benim şahsi fikrim oynanış yeterliydi. Hatta gayet iyi bir “cinayet simületor” diyebilirim ikinci oyun için. Bir Hitman serisi değil tabi…

Oldukça dolu bir aksiyona sahipti The Last of Us part 2. Göğüs göğse çarpışabilecek çok sahne vardı. Ayrıca ilk oyuna nazaran tüfek ve silah kullanma hissiyatını daha iyi sağlamışlardı. Aksiyonun içerisinde illa bunları yapmanıza gerek yok.

Assasins creed oyunlarını sevenlerin aşina olduğu gizliliği de seçebilirsiniz. Ve beni en çok etkileyen şeylerden biri oyunun içini yani karakterinizle bulunduğunuz mekanlardaki her türlü eşyaları düşmanlara (Clickerlara) karşı kullanabilmek.

Fark ettiyseniz sadece oynanışı ve game design övdüm. Çünkü bence hikaye baya kötüydü. Hele ilk oyuna asla yaklaşamaz. İlk oyunu sadece hikayesi için bile tekrar tekrar açıp bitirebilecekken; ikincisi, hikayesi yüzünden bazı sahnelerde oyunu kapatmama neden olacaktı.

Oyunu oynayacaklar varsa diye spoiler vermek istemiyorum. Ne ki şunu söyleyebilirim: ikinci oyunda Joel’e yapılanları izlemek elimi kolumu titretmişti. Ayrıca bazı yerlerde sadece Wattpad’de bulabileceğiniz saçmalıklar vardı. Diyaloglar bile özensizce yazılmıştı. Demiştim ya dallanıp budaklanmadan bir hikaye anlatmak mümkün diye. İşte ikinci oyun tamamen bir samanlık.

Daha fazla karakter koymak adına saçma sapan, arkasında bir derinliği olmayan, asla karakter gelişimleri tamamlanmadan havada kalan ve belli bir amaca hizmet ettiği belli olan karakterler vardı. Tek övebileceğim şey ise Abby rolündeki “Laura Bailey”. Mükemmel bir iş çıkarmış diyebilirim.

İkinci oyun genel hatlarıyla şahane bir oynanış sunmasına rağmen; anlatı ve hikaye olarak asla içe sinmeyen, kete tadı veren bir narative sahip. Umarım dizinin ilerleyen sezonları aynı ikinci oyun gibi olmaz. Ve yine umarım ikinci oyunla topa tutulan Neil Druckman eleştirilerden ders almıştır dizinin senaryosunu hazırlarken.

İlk Bölüm Ümit Verdi

Gelelim dizinin ilk bölümüne… Oyunla birebir adaptasyon şekilde ilerlemiş. En azından başlangıç için… Oyun zaten film gibi olduğu için bu bekledik bir durumdu tabii. Ve ilk oyunun yarım saatinde olduğu gibi  dizinin de ilk 30-45 dakikası muazzam bir deneyim sundu.

Adeta ilk oynadığım andaki yarım saatin sonunda gözyaşları içinde kendimi bulduğum ana beni geri götürdü. Ne olacağını bilmeme rağmen bunu şahane oyunculuklarla izlemek daha bir etkileyiciydi. Tüylerim diken diken oldu yazarken bile. Pedro Pascal’ın oyunculuğuna şapka çıkarırken Sarah’ı oynayan kızımız Nico Parker’ın da muazzam iş çıkardığını söylemem lazım.

Oyunu oynanamamışlar için sadece yarım saati izlemek bile sizleri diziye çekecektir. Atmosfer ve hastalık sonrasında geçen 2023 senesinin içerisinde kalmış post apokaliptik dünya bana son yıllarda yaşadığımız pandemiyi tekrar hatırlattı.

Yayılan virüsün dünyamıza daha fazla hakim olması durumunda askerin ve orduların nasıl insanlar üzerinde daha sert kurallar uygulayabileceğini düşündürttü. Ayrıca 2003’te başlamış bir salgınla teknolojik gelişmelerin olmaması da bu apokaliptik dünyadaki acizliği ve atmosferi etkili kılıyor.

Dizi The Walking Dead gibi size bir zombi istilası sunmuyor. Daha çok insan ilişkileri bazlı ilerliyor. Bu anlatısıyla bana A Quiet Place’i anımsattı diyebilirim. Bir değerli nokta da bazılarının yeni tanışacağı ama benim ve milyonlarca last of us oyuncusunun tanıdığı Gustavo Santaolalla. Onun yarattığı müziklerin bu dizi sayesinde daha fazla insana ulaşacak olması çok sevindirici. 

Karanlıkta Kaybolduğunda Işığı Ara…

Last of Us Fragmanı

Oyunu oynarken de en dikkat çekici noktalardan biri de “ateş böcekleri” adlı grubun varlığıydı. Bu grubun baştaki amacı demokrasi ve özgürlüğü geri getirmek adına askeri diktatörlüğe karşı çıkmaktı. Sonralar da ise hayatlarındaki tek amaç ufak bir kargoyu belirli bir yere ulaştırmak oluyor.

Çünkü biliyorlar ki savaşmaları, savaşın sonucunda gelecek olan özgürlük ve barışın yolu: hastalığı yok etmekten geçiyor. Böyle bir dünyada bile insan neden anarşik bir grubun içinde olur gibi düşünebilirsiniz. Bunu da aslında bazı klişelere dayanarak askerin ağır uygulamalarını göstermesiyle yapıyor dizi. Joel’in duymaktan sıkıldığı ama içinde farklı anlamlar taşıyan sözlerini hatırlatalım:

When you lost in the darkness look for the light …

Genel hatlarıyla ilk bölümün başlangıç için gayet iyi bir uyarlama olduğunu ve beni etkilediğini söyleyebilirim. Fakat oyunu oynamak daha farklı bir duygu akışı sağlıyor insana. Tüm dizi sezonu boyunca aynı hisleri bana yaşayacaktır dizi ama duygu aktarımı oyun kadar olmayacaktır eminim.

Peki sizler oyunları oynadınız mı? Dizinin ilk bölümünü izlediyseniz görüşleriniz neler? Yorumlarda buluşalım.

Kaynakça

https://oyungezer.com.tr/inceleme/the-last-of-us-part-i-inceleme
https://www.merlininkazani.com/the-last-of-us-inceleme-62513
https://tr.wikipedia.org/wiki/The_Last_of_Us_Part_II
https://www.reddit.com/r/lastofuspart2/

Emre Turan

Merhaba! Az yiyen, çok okuyan ve yazmaya iştahı tükenmeyen bir gastronomi uzmanıyım. 1998 doğumluyum. Gastronomi üzerine lisans eğitimimi 2020 yılında tamamladım. 2022 yılında ise yüksek lisans eğitimime başladım. Yıllarca Türkiye'nin önde gelen tarif/içerik sitelerinden birinde food editorlük başta olmak üzere; yemek stilistliği, yemek fotoğrafçılığı, şef asistanlığı gibi farklı işlerle uğraşıp ekibe destek verdim. Ayrıca son yıllarda gastronomiye dair iki romanla uğraşıyorum. Tabaklarda ve yemeklerde süs sevmediğim gibi cümlelerimi de süsten uzak, dengeli bir şekilde kullanmayı tercih ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir