Sinema

Tamirhane: Farklı Bir Yolculuk

Tamirhane, neye uğradığımızı şaşırtan sıra dışı konusuyla bizi farklı bir yolculuğun içine acımasızca sürüklüyor.

Yönetmenliğini, Erkin Koçak Köstendil’in üstelendiği Türk yapımı filmin senaristliğini de Bülent Şakrak yapıyor. Ve aynı zamanda filmin oyuncu kadrosunda da yer almaktan geri kalmıyorlar.

Daha önce “Gönül”, “Kara Bela” ve “Babam” gibi filmlerin yönetmenliğini yapan Erkin, Tamirhane’de sıra dışı bir yetenek sergiliyor. Oldukça farklı hikâye konusunu ele alan filme kendi bakış açısını iyice yediriyor, seyirciler üzerinde de değişik bir etki bırakıyor.  

Tamirhane filmini izlerken gülmenin yanı sıra hüzün de kaplıyor içimizi. Ama finalde bu iki hissin yerini koca bir şaşkınlık alıyor. Tabii buna filmi incelerken daha ayrıntılı değineceğiz. Ünlü oyuncu Nejat İşler’in başrolü üstelendiği filmde ona Merve Dizdar, Rıza Kocaoğlu gibi isimler eşlik ediyor.

Türkiye’deki sinema sektörüne genel olarak baktığımızda Nejat İşler’i daha çok sert roller üzerinde seyrettik. Aynı şekilde Tamirhane filminde de alışık olduğumuz sert mizacını tamamıyla koruyor. Fakat bunun yanı sıra içten içe çocuksu naiflik de barındırıyor karakterinde.

O sert, dediğim dedik adamın içinden masum bir çocuğun aşkı doğuyor âdeta. Ve beslediği bu aşk için her şeyinden vazgeçecek bir adamın verdiği hayat mücadelesini anlatıyor.

Nejat İşler’in yanı sıra Rıza Kocaoğlu’ndan da bahsetmemek olmaz tabii. Oldukça başarılı bir oyuncu olan Rıza, Tamirhane filminde hafif kırık bir adamı canlandırıyor. Ara sıra olan yersiz yükselişleri, gördüğü halüsinasyonlar, filmi izleyen seyircinin kafasında büyük soru işaretleri bırakıyor. Ama içindeki masum çocuğu kaybetmemiş olan bu adamı asla kötü göremiyoruz.

Filmi incelemeye başlamadan önce kısaca konusuna değinelim.

Film yetimhanede abi kardeş gibi büyümüş Yılmaz ve Müjdat’ın hayatı üzerinden anlatılır. Elbette daha çok Yılmaz’ın gözünden izliyor, onun yaşadığı hayat zorluklarına daha çok şahitlik ediyoruz. Müjdat’ı onun kadar ön planda tutamıyoruz maalesef ki. Elbette onun da yaşadıkları, gördükleri filmde önemli bir yere sahip. Fakat yine de Yılmaz karakteri her zaman gözümüzün önündedir.

Mahallenin o samimiyeti, o sıcaklığı olabildiğince işlenmiştir. Kardeşi, arkadaşlığı, düşmanlığı, hele ki aşkı… 

Yılmaz’ın âşık olduğu o kadın, Aynur. İşte her şey onda başlıyor, onunla bitiyor. Hikâyenin temeli ona dayalı aslında. Hikâyenin zemini onun üzerine kurulu. Bir de Yılmaz’ın saf ve temiz duygularına…

Şimdi ise o aşkın altında yatan gerçeklere bir göz atalım.

Tamirhanenin Gizemi Ne?

tamirhane

Aslında her şey beklenmedik bir anda başlıyor. Tıpkı aşk gibi; beklemediğin anda telaşla çalıyor kapını. Yılmaz’ın hikâyesi de böyle işte.

Farklı bir jenerikle başladığımız hikâyede çatışmayı girer girmez alıyoruz. Vamık adında inatçı bir adam bütün ısrarlara rağmen arabasını asla olduğu konumdan çekmemektedir. Dolayısıyla Tamirhane filminin baş karakterleri Yılmaz ve Müjdat kötü bir niyetleri olmaksızın Vamık amcanın arabasına biner. Ve iki sokak öteye bırakmak için arabayı çalıştırırlar.

Fakat işler bekledikleri gibi gitmez. Birden önlerine çıkan Vamık amca, olduğu yerde kalp krizi geçirip ölüverir. Ve biz de daha giriş bölümünde önemli bir çatışmanın şahitleri oluveririz.

Ardından Yılmaz ve Müjdat’ın mücadelesi başlamış olur. Yılmaz her ne kadar aklı başında hareket etse bile karakterinden dolayı Müjdat bir o kadar mantıklı değildir. Aslında Müjdat’ın bu tavırları yer yer bizi güldürse bile film için ne kadar önemli olduğunu daha sonralarında anlayacağız.

Hafif saf bir adam olan Müjdat yaşadığı bu olaydan sonra Vamık amcanın suratını bir başkasının bedeninde görmeye başlar.  Müjdat’ın bu garip tavırları bize bazen komik gelse bile çoğu zaman olayın ciddiyetini fark etmemekteyiz.

Vamık amcanın beklenmedik ölümünden sonra olayları sindirmeye çalışan Müjdat fark etmeden bir şey yapar. Boya yapılacak aracın etrafına cesedin yıkandığı suyu döker.

Ertesi gün uyandıklarında ise boyanın akışkan bir hal aldığını fark ederler. Bu şok edici durumun ardından kafası sadece para işlerine çalışan Ayhan bu işi ticarete dökmeye karar verir.

Tamirhane filminin bu sahnesine kadar ufak bir yorum yapmak yanlış olmaz. Bazı sahneler ya çok fazla uzatılıyor ya da gereksiz diyalog ve sahneler konuluyor. Aslında olmasa da olur diyeceğimiz sahneler mevcut filmde.

Yani içinden çıkarıp atsak bazı diyalogları ya da sahneleri çok da izleyici fark etmez gibi. Bu durum izleyiciyi sıkıyor, filmden uzaklaştırıyor maalesef. Dolayısıyla bazı sahnelerde biraz daha ekonomik davranılması gerekir.

En nihayetinde başlarlar yaptıkları boyanın sırrını çözmeye çalışmaya. Yaptıkları her şeyi tekrar ederler, âdeta o formülü bulmaya ant içerler.

Çaresizliğin Başlangıcı

tamirhane

“Seviyoruz, sevmeyi biliyoruz. Ne bileyim, düşsek de kalkıp savaşmamız gerektiğini biliyoruz. Vazgeçmemek gerektiğini. Hayatta her zaman bir umut olduğunu. Biliyoruz yani. Bir de, çok güzel araba boyuyoruz amına koyayım.”

Bu işten para kazanmak neredeyse imkânsızdır. Çünkü parada gram gözü olmayan Yılmaz’ı ikna etmek oldukça zordur.

Fakat sevgi bazen öyle bir an yakalar ki göğsünüzde, her şeyden vazgeçecek kararlılığa sahip olursunuz. Kimseye göstermediğiniz tolereyi sevdiğinizi düşündüğünüz o kişinin gözleri önüne serersiniz.

İşte yılmaz da tam bu açılmanın eşiğindedir. Görme yetisini kaybeden Aynur’un tekrardan aydınlığına kavuşması için uçuk miktarda paraya ihtiyacı vardır. Fakat bu parayı bulmanın neredeyse imkânsız olduğu devirde Yılmaz devreye girer.

Aşkını Aynur’a değil de onun arabasına itiraf edecek kadar cesaretsiz olan Yılmaz, kabul etmediği o anlaşmaya boyun eğmek zorunda kalır. Aslında hiç umulmadık yerden umulmadık güzellikler çıkar ya, tam da onun gibidir Yılmaz’ın yaşadığı. Çalkantılıdır elbet yaşadıkları, ama aydınlığa beraber kavuşmak için de bir adımdır belki de.

Tam da burada Merve Dizdar’ın efsane oyunculuğu devreye giriyor. Kör birini oynamanın yanı sıra aslında filmin içinde de oyunculuk yaptığını söyleyebiliriz. Sahil manzaralı kafede Yılmazla sohbet ederken ona karşı hislerini bir nevi itiraf etmektedir Aynur. Ama bunu bütün içtenliğiyle mi ortaya koymaktadır, yoksa her şey rolden mi ibarettir tam olarak anlayamıyoruz biz.

Merve Dizdar’ın oyunculuğu sayesinde ise bu ikilemin içerisinden çıkmaya zorlanıyoruz.

Paylaşılamayan Formül

Buldukları boyanın namı elbette kısa zaman içerisinde çevreye yayılmaya başlamıştır. Dolayısıyla para hırsıyla yanıp tutuşan herkes yerinde durmayacaktır. Ya daha fazlasını ya da asıl formül onların elinde olmasını isteyecektir.

Hiç beklenmedik bir gün Yılmaz’ın dükkânını bir kamyon dolusu insan basar. Ve âdeta kral koltuğuna oturmuş olan adam büyük bir özgüvenle aşağıya iner.

Güç kontrolü… Sadece buna sahip olmak istemektedir bu adam. Her zaman olduğu gibi bütün güç onun elinde olmalıdır, bir başkasının değil. Alışık olduğumuz diğer karakterlerden pek de bir farkı yoktur aslında.

Neredeyse her filmde olan bu tip insanlar genellikle seyircinin ilgisini çekmez, hatta ister istemez uzaklaştırır kendinden. Fakat Tamirhane filminde bu adamın gerek yersiz çıkışları gerek komik tipi bir şekilde kendisine nötr bakılmasını sağlıyor.

Tabi bizimkiler yedikleri tehditlerin hemen akabinde öylece durmamayı tercih ediyor. Onlar da basıyor adamın dükkânını. Elbette dövüş sahneleri yavaş bir akışta işleniyor. Fakat tek bir farkı var. O da karakterlerin sempatiklikleri.

Daha ciddi bir ortamla karşılaşmayı beklerken birden tepetaklak olmuş grubun saçma konuşmalarına şahit oluyor ve olaydan tamamıyla kopuveriyoruz.

Neyin Kurbanı Olduk?

tamirhane

Artık her şeyi elinden alınmış olan Yılmaz’ın bütün dünyası tıpkı Aynur gibi kapkaranlık olur. O parayı bulmak için hiçbir çare yoktur. Tabii elindeki dükkânı satmaktan başka.

Tamirhane filminde ara sıra sahne alan avukat aslında yönetmenimiz Erkan Kolçak Köstendil’dir. Yönetmen dükkânı satmamakta ısrarcı olan Yılmaz karakteriyle bir nevi ülkemizin güncel sorununa değinir. Kurban edilmeye çalışılan Yılmaz’dır.

“Dün aydınlıktı her yer, bugün karanlık. Ama yarın bir bakmışsın yeniden aydınlanmış dünyam.”

Değil mi? Her zaman umut peşinde koşmaktan gerçeği göremez oluyor insan. Umuda tutunmaktan gerçeği ellerinin arasından sıyırıveriyor. Aslında en başından beri filmde bu hâkimdi. Sadece her şey fark edilemeyecek ölçüde işlenmişti. Hem Yılmaza karşı yapılan oyun vardı, hem de seyirciye karşı. Biz de Yılmaz gibi bir umuda tutunduk. Belki de aydınlanırdı Aynur’un dünyası tekrardan.

Fakat ya Yılmaz’ın ki? Tamirhane onun duygularını onarmak için yeterli nitelikte miydi?

Biz de bütün bu oyunların birer parçasıydık aslında. Sadece yaşamıyor, uzaktan seyrediyorduk. Ya da zaten yaşadığımız hayat tamamen bundan ibaretti. Biz izlediğimiz film sanıyorduk her şeyi.

Duygudan yoksun insanlar, para için dostluğunu satanlar, belki de duyguları satın alanlar. Her çeşitten insan vardı hayatımızda. Sadece gözümüzün önünde değil, bir yerlere saklanır. Biz görebiliyorduk o gerçekleri, görmezlikten gelmek işimize geliyordu belki de.

Aslında kurban olması gereken kişiler bizlerdik. Dükkânını satmak zorunda kalanlar, evlerinden olanlar, para uğruna en güvendiği kişiyi kaybedenler…

Biraz düşününce… Sizce Yılmaz ile biz aynı kişiler olabilir miyiz?

Yılmaz bizim birer yansımamız olabilir mi? İyice bir düşünmek lazım sanırım.

Fatma Kurşun

Merhaba, ben Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Film Tasarımı ve Yazarlığı 3. Sınıf öğrencisiyim. 22 yaşındayım ve kendimi bildim bileli yazarlık alanında içerikler üretiyorum. Senaryo yazarlığının yanı sıra film eleştirileri, edebiyat alanında ise şiir, öykü ve denemeler üzerine yazılar yazmaktayım. Ve şu anda yayımlamak istediğim öykü kitabım üzerine çalışıyorum. Yazarlık dışında beni en iyi ifade eden şeylerden biri de fotoğrafçılık. Tango başta olmak üzere diğer dans dallarının da fotoğraflarını çekiyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir