Psikoloji

Sanat Terapisi: Renklere Bürünmüş Kelimeler

Sanat Terapisi hakkında detaylı bir inceleme sizleri bekliyor.  

Bu yazıda, sanatın terapötik bağlamda ele alınması ve eserlerin arasında sıkışıp kalmış kelimelerin ses bulabilmesi üzerine konuşacağız. Öyleyse hiç uzatmadan konuya geçiş yapalım.

Sanat Terapisi Temelleri

“Sanat Terapisi” son yıllarda popülarite kazanmış gibi gözüküyor. Halbuki bu kavramın köküne indiğimizde Bergama’ya doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Zeus Tapınağı’nın da bulunduğu Eskülap adında eski bir yerleşkede bulunan bir antik tiyatro burası. Aynı zamanda sanat terapisinin de çıkış noktasıymış. Bu antik tiyatroda gerçekleşmiş olan sanatsal etkinlikler, sanatın tarihte ilk kez iletişim ve rahatlama amacıyla kullanıldığına işaret ediyor.

İletişimin belirli duygu ve düşünceleri açıklamak için yeterli olmadığı anlarda sanat, ruhla sembolik iletişim kurma yöntemi olarak kullanılıyor. Gelin bu sembolik iletişim yöntemiyle biraz daha yakından tanışalım.

Sanat terapisinin genel amacı bireylerin psikososyal, bilişsel ve mental sağlığını destekleyebilmek. Aynı zamanda daha ideal seviyeye ulaşmasını sağlamaktır. Bu bağlamda sanat; insanların iç ve dış çatışmalarını çözebilmeyi, kişinin kendisiyle ve çevresiyle ilişkisini geliştirebilmeyi, davranışları kontrol altında tutabilmeyi, benlik saygısını aşılayabilmeyi ve bireyin iç görüsünü arttırabilmeyi hedefler. Öznel iyi oluş gayesinin yanı sıra; kişilik ve davranış bozuklukları, depresyon, kaygı bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu gibi birçok psikolojik sürece de destek terapisi niteliğinde eşlik eder. Bunları gerçekleştirirken ise sanatın yansıtıcılığına, saklanmış olanı ortaya çıkarıcılığına ve iyileştiriciliğine başvurulmakta.

Sanatçı, üretirken iç dünyasıyla ve benliğiyle baş başadır. Sanatına aktarım yaparken biçim kaygısından uzaktır. İç dünyasını fark etmeksizin dış dünyaya taşıyarak aktarım yapar. Sanat ile terapinin merkezinde dürtülerin ve fantezilerin sanatsal öğelerle somut formlara çevrilmesi yatar (Göktepe, 2015.) Freud’a göre sanatçı, baskı altında tuttuğu dürtülerini, düş gücü ve imgeleme ile doyuma ulaştırmaya çalışır. Bunun içinde öğrendiği teknik ve beceri yoluyla, bu imgelerini, bu düşüncelerini aktarır. Böylece bilinçli ve bilinçdışı gizledikleri hem yüceltilmiş hem de biçim değiştirmiştir. Aynı zamanda doyuma ulaşmıştır. (Çelikbaş, 2019).

Bu bağlamda, görsel semboller ve imgeler en açık iletişim yolu olarak görülmekte. Bireyin bastırılmış duygu ve düşünceleri veya kelimelere herhangi bir iletişim yoluyla dökemedikleri, sembollerin ve imgelerin gücüyle ortaya dökülür. Ortaya dökülenlerin yaratıcı süreci, sanat terapisinin ilk aşamasıdır. Sonrasındaki aşama, yaratılan anlamın keşfedilmesi ve bu anlamın kişisel boyutta değerlendirilmesidir.

Notaların ve Renklerin İyileştiriciliği

Müzik

sanat terapisi

Sanatın bildiğiniz üzere sayısız alt dalı bulunmakta. Sanatla terapi yaklaşımında da bu alt dalların birçoğundan faydalanılmaktadır. Bu dallardan sanat terapisinde yaygın olarak uygulanılanlardan bir tanesi Müzik Terapisi. Farklı yöntemlerde uygulansa da; nefes terapi, enstrüman uygulamaları, titreşim terapi gibi alt dallar ile uygulanması mümkündür. Müzik terapisinin çıkış noktasına indiğimizde Selçuklu ve Osmanlı Dönemi’ne rastlarız. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde Darüşşifa’da bulunan hastaların tedavilerinin su sesi kullanarak yürütüldüğünden söz eder.

Günümüzde alandaki verileri incelediğimizde, müziğin terapötik dokunuşlarının insan ruhuna iyileştirici etkisi olduğunu görüyoruz. Amerika’da bir hastanede yürütülen bir araştırmanın sonuçları; tedavisine müzik terapisiyle devam eden hastaların, etmeyen hastalara oranla anksiyete değerlerinde ciddi azalmalar meydana geldiğine işaret ediyor. (Chlan, 2013) Benzer şekilde yapılan bir araştırma, müzik terapisinin depresyon ve TSSB tedavisinde etkili olduğunu öne sürüyor. Günümüzde müzik terapisi çeşitli psikiyatri hastanelerinde ve ruh sağlığı merkezlerinde şizofreni hastalığı tedavisi kapsamında da sürdürülmekte.

Görsel Sanatlar

sanat terapisi

Sanat terapisi çatısı altında en çok tercih edilen alt dallardan birisi de Görsel Sanatlar Terapisi. Bu alan; kişilerin iç dünyalarına olan yolculuklarının çeşitli çizgiler, semboller veya renklerle ortaya çıkarıldığı bir güvenli bölgedir. Çizme, boyama, resim yapma, kolaj oluşturma, kil gibi teknikler zihindeki imgeyi yansıtabilmede kullanılan önemli araçlardan. Birey, zihnini yansıttığı noktada görsel sanatlar tekniklerini kullandığında duygusal bir katarsis yaşıyor. Bilinçaltı ve bilinçdışının dönüştürdüğü semboller, çeşitli renklerle ve anlamlarla birleşerek sanat eserine dökülmekte.

Mandala adındaki boyama çalışmalarının da renklerin kullanımında farklı aktarımlar yakalamayı başardığını görürüz. Burada da renk psikolojisi çerçevesinde kişilerin içsel katarsisleri gözlemlemek mümkün. (Çelikbaş, 2019, s.26).

Görsel sanatlar terapisinin; sosyal beceri geliştirmede, davranış yönlendirmede, stres yönetiminde ve bireysel farkındalığı arttırmada ciddi katkılarda bulunduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu alanda yapılan bilimsel araştırmalar ise alkol ve madde bağımlılığı başta gelmek üzere çeşitli psikolojik rahatsızlıklarda görsel sanatlar terapisinin tedavi sürecini hızlandırdığını gösteriyor.

Sanatla terapi sürecinin psikolojik rahatsızlıkların dışında, fiziksel rahatsızlıkların üzerinde de olumlu etkileri olduğu saptanmıştır. Elliyi aşkın kanser hastası üzerinde yapılan bir araştırmada, sanat terapisi seansları sonrasında hastaların ağrıyı ve yorgunluğu daha az hissettiklerini ifade ettikleri gözlemlenmiştir. (Bostancıoğlu, Kahraman, 2017)

Sanatçının Gizledikleri

Bugüne kadar üretilmiş olan her sanat eseri aslında görünenin altında yatan bir anlama sahip. Aklımıza çok sevdiğiniz bir tabloyu getirelim. Bu tabloyu; bazen ait olduğu akımın estetiğinden veya renk tonlarından, bazen oluşturulmuş kompozisyondan, bazen ise anlatılmak istendiğini düşündüğümüz hikâyede kendimizden parçalar bulduğumuzdan ötürü severiz.

Kendimize göre anlamlar şekillendirdiğimiz bu tabloyu değerlendirirken, sanatçının eserine yüklediği anlamı da incelemeyi es geçmeyelim. Bu anlamın içine sıkışmış alt unsurları düşünelim. Bir sanat eserinin oluşumunda sanatçının kişiliğinden parçalar buluruz. Örneğin, sanatçının bilinçaltının meydana getirdiği birleşimlere şahit oluruz. Ayrıca sanatçının içerisinde yaşadığı ortamdan ne denli etkilendiğini de keşfetmeye fırsat buluruz. Bahsedilen unsurları oto-portrelerden yola çıkarak somutlaştırmaya çalışmak mümkündür.

Van Gogh Örneği

sanat terapisi

Çok sayıda oto-portre çalışması bulunan usta sanatçı Vincent Van Gogh’un çalışmalarına bir göz atalım. Bu çalışmalarda birtakım ifade farklılıklarına rastlarız, hiçbiri ötekisi ile benzeşmez. Her çalışmasına farklı duygular yükleyişi, içerisinde bulunduğu çevreden ve düşünce bulutlarından etkilenişi ve ön plana çıkarmak istediği karakter özelliğini yansıtışı bu portrelerdeki farklılıkları oluşturur.

Çeşitli psikolojik rahatsızlıklardan mustarip olduğunu bildiğimiz sanatçı; kardeşi Teo’ya gönderdiği mektuplarda zihnini sanata dökmenin ona ne kadar iyi geldiğinden bahsediyor. Ünlü eserlerinden birini tamamladığı bir dönemde yazdığı mektupta şöyle diyor: “Resim yapmak beni iyileştiriyor, iyileşmem için gerekli.” (Coşkun, 2018).

Van Gogh gibi birçok sanatçının üretkenliklerinin altında yatan motivasyon, sanatla kurulan terapötik bağ ve ruhsal beslenmenin birleşimi olarak tanımlanabilmekte. Bu noktada sanatla kurulan bağın bireyin ilerlemesi için iyi bir motivasyon kaynağı olduğunu görürüz.

Beneklerin Büyüsü

yayoi kusama

Duygu ve düşüncelerin sanatla dışavurumunun en iyi örneklerinden bir diğer sanatçı Yayoi Kusama. Avangart sanatın en büyük temsilcilerinden olan Kusama, 1929 Japonya’sında dünyaya gelmiş. Minimalist ve feminist sanata yön veren isimlerden biri.

Kusama, 10 yaşındayken bahçedeki çiçeklerin kendisiyle konuştuğu halüsinasyonlar görmeye başlamış. Kısa bir süre sonra duvarların ve objelerin üstündeki benek desenlerinin de hareket edip kendisiyle konuşmaya başladığını fark etmiş. Gördüklerini resme dökerek ise bu durumun üstesinden gelmeye çalışmış.

Sanatçının aile yaşantısı da oldukça çalkantılı. Babasının çok çapkın olduğu, düzenli olarak başka kadınlarla birlikte olduğu; annesinin ise Kusama’yı küçük yaşından itibaren babasının çapkınlıkları takip eden bir ajan olarak görevlendirdiği bilinmekte. Kusama bu ajanlık görevinden bir hayli rahatsız oluyor. Bu nedenle Kusama’nın ileri yetişkinlik döneminde cinsellikle ilgili sıkıntılar yaşadığı bilinmekte. Zaten bu konunun kendisi için travmatik olduğunu da röportajlarında aktarmakta.

Kusama’nın sanatında, bilinçaltında yer edinen bu nesne ve olaylarla karşılaşıyoruz. İleriki yaşamında onun için obsesif bir kıvama gelmiş benekler, sanatçının neredeyse her eserinin bir parçasını oluşturuyor. Kusama’nın benekleri  kendisiyle o kadar özdeşleşmiş ki kıyafet seçimlerinde dahi benekleri tercih ettiğini görüyoruz. Kendisi için bir diğer halüsinatif öge olan çiçek motiflerine de eserlerinde rastlıyoruz. Ancak onun eserlerine yansıtılmış iç dünyası sadece bunlarla sınırlı değil.

Ebeveyn ilişkilerinde yaşadığı problemlerin tohumlarını da tablolarında yakalamak mümkün. ‘Cinsellik’ travmatizasyonu, sanatsal dışavurumunda birtakım cinsel örüntüler ile kendini belli ediyor. Çıplak kadın figürlerinin üzerlerine benekler yerleştirdiği çalışmalar, sanatçının iç dünyasında bu fikirlere yüklediği anlamlar bağlamında dikkatimizi çekiyor.

Kusama, bu çalışmaları sürdürürken her daim sanatın ona ne kadar iyi geldiğini belirtmeyi ihmal etmiyor. Üretmenin, içini renklere ve motiflere akıtıyor olmanın onun için bir ‘kurtuluş’ niteliğinde olduğunu şu sözlerle aktarıyor: “Sanat gördüğüm, yaşadığım olumsuz şeylerden kurtulmak için bir araçtı, bir yoldu, yöntemdi ve kurtuluştu. Bu yüzden sürekli çizdim, boyadım ve yazdım.” (Çelikbaş, 2020).

Sanatın hayatındaki yerini ise şöyle ifade ediyor: “Bir gün, masanın üzerinde kırmızı çiçekli bir masa örtüsü gördükten sonra bakışımı tavana doğru çevirdim. Orada da, tavanda ya da kirişte ve vitrinin üzerinde olduğu gibi kırmızımsı çiçekler vardı. Tüm oda, tüm bedenim ve tüm evren onlarla doldu ; sonsuz bir zamanın ve kati bir mekanın içerisinde benim varlığım da bir indirgeme bir geri dönüş gibi kendisinin yok oluşuna doğru gidiyordu… Donakaldım. Resim yapmak hayatta kalmamın tek yoluydu. Aksi durumda beni saran bir ateş vardı… Ancak onların temsili ile bir yük olan hayatımın ne olduğunu anlayabildim. Benim hayatım yük olan o milyonlarca partikülün içinde bir noktaydı.”

Hepsi Bir Arada

Bu yazımda sizlerle; sanat terapisinin hangi alanlarda ve hangi biçimlerde kullanıldığını, sanatın ortaya çıkarken oluşturduğu aktarımın terapötik yanını, sanatçıların eserlerinde gizli olan potansiyel anlamları ve sanat yolculuğunda yaşadıkları iyi hissetme halini değerlendirdik. Sanatın içsel duyguların bir dışavurumu bağlamında uygulanışın, yalnızca ruhu beslediği tarafını değil, ruhu iyileştirici tarafını da perçinlediği aşikar. Ben, sanatın bu yanına tutunmuş biri olarak düzenli aralıklarla üretmeye vakit ayırıyorum. Ürettikçe iyileşiyorum, iyileştikçe daha çok üretiyorum. Sizlere de ağzınızdan dökülemeyenleri sanatınıza dökebildiğiniz bir hafta diliyorum!

Psk. Zeynep Temel

İstanbul doğumluyum. University of Nottingham'ın Psikoloji bölümünden mezun oldum. Bir danışmanlık ofisinde psikolog olarak görev almaktayım. Alanda Bilişsel Davranışçı Terapi, Sanat Terapisi, Kısa Süreli Çözüm Odaklı Terapi vb. eğitimler aldım. Okumak, yeni yerler keşfetmek ve seramik yapmak en büyük tutkularımdan. Psikoloji severleri buluşturan bu platformda yazılarım sizlerle!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir