Sinema

Interceptor: Bir Amerikan İdealizmi

Interceptor hakkında detaylı bir değerlendirme sizleri bekliyor.

Bir kahramanlık hikâyesi olarak Interceptor‘ı sizler için inceledik. Son dönemde yayınlanan ve Netflix’in dağıtımcılık görevini üstlendiği yapımı tüm yönleriyle ele almaya ne dersiniz?

Film ilk bakışta merak uyandırmış olsa da sonrasında anlıyorsunuz ki, klâsik Amerikan kahramanlık hikâyesinden başka bir şey değil. Filmin temel çıkış noktası ise “Amerika nasıl bir ülke olmalı?” sorusu. Interceptor boyunca esas gaye bu ve kurgusal ağ da bu soru üzerine örülmekte. Aynı zamanda bir kadının erkek egemen sisteme karşı kafa tutuşunu da izlemekteyiz. Bunun yanı sıra kahramanımız, ülkesini kurtarmaya giden bir serüvenin de kilit noktası oluyor. Ancak ilerleyen süreçte de değineceğimiz gibi birçok yönden eksiklikler mevcut. O zaman son derece güncel, çiçeği burnunda olan Interceptor’ı gelin birlikte inceleyelim!

(Yazının devamı –spoiler– içermektedir.)

Sıradan Bir Kahramanlık Hikâyesi

Senaryo olarak; Füze savar merkezini elinde tutan üst düzey askeri bir grup, Amerika ülkesinin tek kurtuluş kapısını ele vermemek için direnmekte. Pasifik okyanusunda yer alan ve SBX-1 adı verilen bu deniz üstü platform, oldukça önemli bir merkez. Özellikle Ruslar tarafından atılan füzeleri imha edebilen iki üstten biri konumunda bulunuyor.

Ancak filmin açılış sahnesinde ilk füze savar noktası olan  Alaska bölgesi, teröristlerce ele geçiriliyor. Ardından Rusya destekli olarak Amerika’nın 16 şehrini de yok edecek şekilde füzeler konuşlandırılıyor. Amaç, eskimiş Amerika’yı  yok etmek . Buna engel olabilecek tek füze imha edici ise SBX-1. O nedenle okyanusun tam ortasında bulunan bu platform, ülkenin kurtuluşu için tek çare niteliği taşımakta.

Interceptor süresince terörist olarak nitelendirilen bir grubun Amerika’yı haritadan silmek istediğine şahit oluyoruz. Böylece yeniden ve arzuladıkları doğrultuda bir ülke yaratma hayalî, sürekli olarak vurgulanıyor. Bu sayede bir kurmacanın olmazsa olmaz öğesi “çatışma” oluşturulmakta. Tam da bu noktada iki taraf yaratılıyor. İyiler ve kötüler.

Bir taraf, Rusya destekli ve  terörist olarak adlandırılan grup, yani kötünün tarafı. Bu grup, Amerika’nın acımasız ve zayıf yönlerini dile getiriyor. Buna karşılık, Amerika’yı kendi istekleri doğrultusunda yeniden inşa etme fikrini savunuyorlar. Bu fikir uğruna da koca bir ülkeyi yerle bir etmekten çekinmiyorlar. Diğer tarafta ise ülkesini her şeyiyle korumaya adayan askeri bir ekip mevcut.

İyi bir Amerika nasıl inşa edilmeli? Bu sorunun yanı sıra bir kadın askerin kariyer hayatında yaşadığı zorluklar da ön plana çıkarılıyor. Böylece Collins’in uğradığı zorbalıklar ve haksızlıklar gözler önüne seriliyor. Zira Collins, mesleğine aşık ve oldukça başarılı bir asker. Başarılarından dolayı kariyerinde yükselişe geçse de bir general tarafından tacize uğruyor. Susmayı değil hakkını aramayı tercih eden Collins, karşılığında tehditler ve hakaretlerle dolu bir sürece maruz kalıyor. Ancak güçlü kahramanımız bunun da üstesinden gelerek yeni görev yerine ulaşıyor. Buradan hareketle yine Amerikan sistemine bir gönderme yapılıyor da diyebiliriz.

Teknik: Beklentilerin Altında

Interceptor

İlk aşamada değinmek gerekirse Interceptor, Amerika ve Avustralya ortak yapımı bir film olarak karşımıza çıkıyor. 2021 yılında kayda girildiği ve çekimlerin 33 gün sürdüğü aktarılan bilgiler arasında bulunmakta. Aksiyon dalında yer alan Interceptor, ilk olarak Avustralya’da yayına girdikten sonra Netflix aracılığıyla 3 Haziran’da tüm dünyada görücüye çıkıyor.

Projenin yönetmenliğini ise Matthew  Reilly üstlenmekte. Matthew Reilly, yönetmenliğin yanı sıra aynı zamanda filmin yazımını da Stuart Beattie ile paylaşıyor. Filmi, süre olarak ele almak gerekirse 1 saat 16 dakikalık biraz kısa bir zaman dilimini kapsadığını söyleyebiliriz. O yüzden fazla zamanınızı almadan izleyebileceğiniz türden bir film. Üstelik izlemesi yorucu da değil. Böylece zaman da çok çabuk geçiyor. Ayrıca belirtmek gerekir ki, filmin hikâyesine bakılırsa süre açısından kısa tutulması mantıklı olmuş. Çünkü senaryo, bir noktada tıkanıyor ve daha nereye kadar çekilebilir diye düşünmeden edemiyorsunuz.

Aksiyon kategorisinde değerlendirebileceğimiz Interceptor, kurgusal açıdan da sorunsuz ilerliyor. Filmde kullanılan renkler ise son derece canlı ve parlak nitelikte. Aslına bakarsanız, Amerikan simgelerini ön plana çıkarmak için parlak renk kullanımı doğru bir seçim olarak görünmekte.

Teknik detaylardan bahsedebileceğimiz bir diğer konu ise hiç şüphesiz aksiyon sahnelerinin çekimi. Açıkçası son derece yetersiz bir çekim ve teknik söz konusu. Çok sıradan ve basit sahneler mevcut. O nedenle dövüş sahneleri için beklentinizi yüksek tutmamanızı öneririm. Hatta şimdiden belirtelim ki filmin geneli için beklentinizi düşük tutmakta fayda var. Aksi halde hayal kırıklığıyla sonuçlanması mümkün.

Bilindik ve Akıcı Bir İlerleyiş

Interceptor

Seyir zevki kısmına gelecek olursak, şahsen kafa karıştırıcı ya da odaklanmanız gereken bir akış olmadığını söyleyebiliriz. Yani her şey açık seçik ortada yer alıyor. Daha filmin ilk başlarından hikâyenin düğüm noktasını ve çözüme erişeceği final kısmını tahmin edebiliyorsunuz. Çünkü başta da dediğimiz gibi bilindik bir hikâye. Kahramanımız Amerikalı ve nihayetinde savaşı gerçek bir Amerikalı kazanacak demektir. Sonuç tabii ki şaşırtmıyor. Tam da tahmininiz üzere kurgu inşa ediliyor. Buradan hareketle sonunu bildiğiniz bir filmi izlemek biraz sıkıcı olabiliyor. Yine de sizin tercihinize kalmış bir durum.

Değinmeden geçemeyeceğimiz diğer bir konu yapımda göze batan eksiklikler. Pasifik okyanusuna ulaşacak olan askeri ekibin bir türlü hedefe varamamış olması, bunlardan biri. Yani adeta göze sokulur bir şekilde uzak tutulmuş. Böylece ekibin gelmesi için gereken süre, film sonuna denk gelecek şekilde ayarlanmış gibi. Bu da maalesef inandırıcılıktan uzakta bir imaja neden oluyor. Büyük Amerikan ordusunun tüm aksiyon bittiğinde yardıma yetişecek olmasını, ister istemez garipsiyorsunuz. Bir nevi filmin akışına uyacak şekilde hazırlanılmış.

Oyunculuklar

Oyunculuklara gelecek olursak filmin başrollerini Elsa Pataky  ve Luke Bracey üstlenmekte. Luke Bracey’i vatanına ihanet eden bir terörist rolünde görüyoruz. “Alexander  Kessel” karakterine hayat veren aktör, oyunculuk noktasında başarılı bir performans sunmakta. Aktörün bilinçli bir şekilde soğuk ve gizemli bir perspektif çizdiğini düşünebiliriz. Zira karakterimizin işkence uzmanı oluşu da buna anlam katıyor. Üstelik tüm bu kaosun ve tehlikenin üstesinden gelebilmek için nötr olmak da fayda var diyebiliriz.

Tüm filmi sırtlayan bir diğer kahramanımız ise “Collins” rolüne hayat veren Elsa Pataky. Aktris, tüm ülkenin kurtuluşu olarak bel bağladığı Collins’i canlandırıyor. Vatansever bir asker olan Collins, canı pahasına bir mücadelenin içerisine düşüyor. Ancak oyunculuk açısından değerlendirecek olursak ne yazık ki çokta başarılı bir performans olduğunu söyleyemeyiz. Baştan sona donuk bir oyunculuk söz konusu. İzlediğinizde de göreceğiniz gibi adını tam olarak koyamadığınız bir şeyler eksik durumda. Rol olarak tam anlamıyla tatmin olamıyorsunuz.

Her Şey Bildiğiniz Gibi

Interceptor

Genel olarak Interceptor’ın bir değerlendirmesini yapacak olursak üzülerek belirtelim ki, yapımdan beklentiniz yüksek olmasın. Klasik ve herkesin bildiği bir hikâye. Başlangıçtan itibaren olayların hikâyedeki akışta nerede zirveye tırmanıp nerede çözüme kavuşacağı kendini ele veriyor. Yine de belki şaşırtıcı olur ihtimaline karşın izlemeye devam ediyorsunuz. Fakat sonuç yine aynı. Her şey bildiğiniz gibi. Bu nedenle Interceptor‘a kocaman bir eksi koyabiliriz.

Aksiyon ve kahramanlık kategorisinde yer alıp yeteri kadar aksiyon barındırmaması da ayrı bir eleştiri konusu. Üstelik var olan aksiyon sahneleri de maalesef etkileyici değil. Teknik açıdan da basit bir çekim olduğunu da aktarabiliriz.

Olumsuz eleştirinin yanı sıra, gelelim olumlu eleştirilere. Bir kadının tüm aksiliklere, acılara ve uğradığı haksızlıklara rağmen mücadeleden vazgeçmemesi gururunuzu okşuyor. Kadın ve aynı zamanda asker olmanın nasıl bir durum olduğuna hep birlikte şahit oluyoruz. Kahramanımız Collins, meydan okurcasına görev  yerini terk etmemek için direniyor. Aksi halde her şey bir felaketle son bulabilir. Üstelik tüm olan bitenler canlı yayın aracılığıyla ülke genelinde paylaşılıyor. Böylece farklı bir atmosfer de yaratılmakta. Bu sayede canlı yayın aracılığıyla Collins’in azmine tüm  Amerikalılar da şahit oluyor. Ne yalan söyleyelim şöyle bir düşünürsek oldukça prestijli bir durum olduğu gerçek.

Unutmadan belirtelim ki filmin tek şaşırtıcı sahnesi, sonunda yer alıyor. Açıkçası hiç beklemediğiniz bir son diyebiliriz. Alexander  Kessel’in  Collins’i öldürmek üzere olduğu bu sahnede her şey bitti derken durum tam tersine dönüyor. Şöyle ki: Rus denizaltısı, SBX-1’e ulaştığında Collins için hikâyenin sonu geldi diyorsunuz. Ancak Kessel’in görevinde başarısız oluşu nedeniyle Rus kaptan tarafından öldürülüşü izleyiciyi şaşırtıyor. Collins’in bırakın öldürülmeyi Rus yetkili tarafından selam verildiğine şahit oluyorsunuz. Belki de bu selam, düşman da olsa Rus kaptanın Collins’in mücadelesini tebrik etme şeklidir.

Sonuç  olarak Interceptor, sizlere farklı ve heyecan verici bir vaat sunmuyor. Ne yazık ki gerek oyunculuklar gerekse hikâye açısından baktığınızda orta seviyede bir film olduğunu söyleyebiliriz. Tabiİ her zamanki gibi takdir yine sizlerin.

İyi seyirler.

Kübra Aktürk

1994 yılında Ordu'da doğdum. Üniversiteye kadar olan eğitimimi, Ünye'de tamamladıktan sonra 2012 yılında Ankara Üniversitesi Sinema Radyo Televizyon bölümünü kazandım. Öğrenim hayatım boyunca çeşitli eğitimler ve etkinlikler yoluyla kendimi geliştirmeye çalıştım. Gönüllü olarak "Beni Affet" dizisinde sanat asistanı olarak yer aldım. 2017 senesinde bölümümü bitirdikten sonra Tarih bölümünü de okuyarak eğitim sürecimi tamamladım. Radyo sunuculuğu, içerik yazarlığı gibi birçok çalışmalarda bulundum. Şu anda da dizi-film projelerinde reji asistanlığı yapmakta ve sinema üzerine içerikler yazmaktayım

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir