Sanat

Gülsün Karamustafa, Arabesk: Yarabbi Sen Bilirsin

Gülsün Karamustafa ve Arabesk sergisi hakkındaki yazımız sizlerle.

Arabesk, TDK’ye göre: Arap müziğini andıran, genellikle karamsarlığı konu edinen bir müzik türü. Aynı zamanda Fransızca arabesque kelimesinden gelen arabesk bir mimari süsleme tekniğinin adı. Yine TDK’ye göre ‘’girişik bezeme’’ olarak da tanımlanmakta. Kelimenin kökenine ve tarihçesine dair TDV İslam Ansiklopedisi’nde daha detaylı bilgiye ulaşmak mümkün. Selçuk Mülayim’in İslam Ansiklopedisi’ndeki makalesinde belirttiği üzere arabesk; arab kelimesiyle, Latince’de sıfat türeten –iscus ekinin birleşmesi biçiminde ortaya çıksa da, rabesco şeklini alarak yaygınlık kazanıyor.

Cumhuriyet döneminden önce ise Türkçeye, Fransızcadaki söyleniş şekliyle (arabesque) giriyor. Tam emin olmamakla beraber, kelimenin ilk olarak Bocaccio’nun Decameron’un da kullanıldığını görmek mümkün. XIV. yüzyılın ortalarına tarihlenen bu eserde, kelime arabesco şeklinde kendini göstermekte.1840’larda ise Edgar Allan Poe’nun kitabında arabesk’i görürüz: Tales of the Grotesqueand Arabesque. Kitap Türkçeye Olağandışı Öyküler başlığıyla çevrilir. Edebiyat ve mimarinin yanı sıra, arabesk terimi klasik müzikte ve balede de karşımıza çıkar. Balede bir poz, klasik müzikte ise bir küple olarak kendine yer bulur.

Arabeskin etimolojinin sınırlarını aşan karmaşık yolculuğu onu yıllar içerisinde akışkan bir tanıma/terime, hatta bir duyguya dönüştürür. Edebiyat, mimari, bale ve müziğin yanı sıra, bir yaşam biçimini veya tavrı tanımlamak için de kullanılmakta.

Ayrıca, yaygın olarak zihinlerde bir müzik türü olarak beliren arabesk, çoğunlukla köyden kente göçün bir sonucu olarak yorumlanır. Gelin, hep beraber Türkiye özelinde arabeskin hikâyesine göz atalım.

Türkiye’de Arabesk

Türkiye özelinde 1950’lerden sonra, ikinci ve çok daha büyük bir köyden kente göç dalgasının yaşandığı 80’li yılların en büyük simgelerinden biri olur arabesk. Gerek 80’li yıllar gerekse onu takip eden yıllarda arabesk popüler kültürün vazgeçilmez bir parçası olur. Bununla beraber, durmadan aşağılanan ve üzerine sayısız tartışmanın döndüğü bir müzik türü haline gelir. Kent yaşamına entegre olamamış kitlenin acısını dillendirdiği iddia edilir.

1980’li yıllar arabesk müziğin Türkiye’de zirvede olduğu yıllardır. Öyle ki, bir önceki on yılın pop yıldızları bile sırasıyla arabesk veyahut alaturka plaklar doldurarak dönemin rüzgarından faydalanmak isterler. Esasında 80’li yıllar bastırılmış olanın nasıl dönüp dolaşıp yükselişe geçtiğinin bir kanıtıdır.

Tabandan Merkeze Arabesk Müzik

Arabesk

Bugün, arabesk müzik çokça 1980’li yıllarla ilişkilendirilir. Oysa esas olarak 1960’lı yılların ikinci yarısında vücut bulur. Arabesk’le ilgili yapılan akademik çalışmalarda, arabeskin bugünkü arabesk olmasında devlet müdahalesinin etkisinden söz edilir. Aynı zamanda Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kültür politikalarının etkisinden de. Yeni Cumhuriyetin ’’sentez’’ anlayışlı kültür politikası müzikte de kendini gösterir. Buna göre, temel olarak çoksesli Batı müziği ile Türk halk müziği sentezi üzerine yoğunlaşılır. Ancak bu hamle halk nezdinde karşılığını bulmaz.

Türküleri yalın halinden uzaklaştıran zorlama düzenlemeler ve kendine has yöresel deyişlerinden arındırılmış steril bir Türkçeyle gerçekleştirilen seslendirmeler kulakları yakalamaktan uzaktır. 1934-36 yılları arasında, radyoda Türk Müziği (Alaturka) yayınları yasaklanır. Yasaklamalara karşı toplumdan en büyük tepki ise aynı dönemlerde Mısır filmlerinin gördüğü yoğun ilgiyle kendini gösterir. Bol şarkılı ve bittabi Arap ezgileriyle dolu şarkıların olduğu filmlerdir bunlar. Bir anlamda halk kendisine yasaklanan şarkılara bu filmler aracılığıyla ulaşır. 1942’de İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla Mısır filmlerindeki şarkılara Türkçe söz yazma zorunluluğu gelir. Kısa sürede Mısır filmlerinin hem popüler müziği hem de Yeşilçam’ı derinden etkilemesini sağlar.

1950’lerde Arabesk

1950’li yıllarda Demokrat Parti’nin politikaları nedeniyle köyden kente kontrolsüz bir göç yaşanır. Bu büyük göç dalgası klişe tabirle şehir yaşantısındaki ‘’kültür çatışması’’ nın belirginleşmesine sebep olur. Şehirli seçkinlerin yaşam tarzına ve eğlence anlayışına entegre olamayan kitleler kendi alternatiflerini yaratırlar. Gelir adaletsizliği, merkezden tabana yayılamayan kültür politikaları, tepeden inme modernleşmenin sonucunda giderek ötekileştirilen ve bocalayan kitlelerin müziği olarak arabesk ortaya çıkar.1960’ların ortasına gelindiğinde ise Orhan Gencebay önderliğinde birçok arabesk müzik icracısı halkın yoğun ilgisiyle karşılaşır.

Tüm bu gelişmelere karşın arabesk devletin kanalı TRT’de yasaklıdır. Ara ara yılbaşı gecelerinde Orhan Gencebay gibi isimler ekrana çıkma şansı bulur. Ancak yasaklar 80’li yılların ilk yarısına kadar devam eder. 1983 yılında Turgut Özal’ın seçim çalışmalarında arabesk müzikler kullanması ve kamuoyu önünde arabeske duyduğu sevgiyi sık sık ifade etmesi ise bir zinciri kırar.

Göçün giderek kitleselleştiği, gecekondu mahallesindeki oylar için arabeskin kullanıldığı, kısa yoldan köşeyi dönenlerin kendine yer bulduğu Özal Türkiye’sinde arabesk hızla bir yaşam biçimine dönüşür. İsyanını, sınıfını yitirmiş ve bolca ehlileştirilmiş ve popüler müziğin hatta kültürün ta kendisi olmuş bir arabesk artık merkezdedir.

1980 Sonrası Sanat ve Gülsün Karamustafa

Gülsün Karamustafa

1980’deki askeri darbe ve bunu takip eden yıllarda hızla liberalleşen Türkiye’de kimlik bunalımı açığa çıkar. Bu bunalımın getirdiği arayışlar güncel sanatı etkiler. Sivil siyasetin bozguna uğratılması beraberinde bireye dönüşü getirir. Diğer bir yandan da resmi ideolojiyle hummalı bir hesaplaşmaya girilir. Göç ve bellek buna bağlı olarak başlıca konular haline gelir. Gelenekle hesaplaşma, kaotik kent yaşamı ve kimlik öne çıkan temalardır.

1980’ler bir yanıyla kadın hareketinin Türkiye’de giderek kitleselleşir. Aynı zamanda sanat dünyasında da kadınların ön plana çıktığı bir dönem olur. Gülsün Karamustafa da bu sanatçılardan biri. Arabeski, kırdan kente göçü ve alt kültüre dair öğeleri ürettiği işlerde ortaya koymuştur. Gülsün Karamustafa, ilk dönem resimlerini Arabesk başlığıyla ,1981 yılında, Beyoğlu Güzel Sanatlar Galerisi’nde sergiler. Sanatçı arabeski resmin konusu haline getirerek bir ilke imza atar. Bir yandan da entelijansiyanın bolca aşağıladığı arabeski ele alarak öncü bir tavrı da beraberinde getirmiş olur.

Kimdir Gülsün Karamustafa?

Gülsün Karamustafa, 2 Aralık 1946 yılında dünyaya gelir. 1963 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girer. 1975-81 yılları arasında Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu (bugünkü Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi) öğretim üyeliği yapar. Eğitimin sanat yaşamını olumsuz etkileyeceği düşüncesiyle akademiyi terk eder. Gülsün Karamustafa figüratif resimler yapar. Üstelik o dönemlerde figüratif resim anlayışının akademide kabul görmesine karşın bu kararı alır.

Gerek 1968 kuşağındaki gençlik hareketinin içinde bulunması, gerekse 12 Mart döneminde siyasi suçlu olarak hapishanede 6 ay kalması Karamustafa’nın politik bilincinin altını çizen hadiselerdir. Bu nedenle olacak ki, toplumun geçirdiği hızlı ve sert değişime kayıtsız kalamaz. 1980’lerin başında bugün adına kitsch denilen dönemin moda tabiriyle ‘’arabesk’’ olarak tanımlanan serilere imza atar. Arabesk tu kaka ilan edilen bir müzik türünden çok daha fazla anlam ifade eder artık.

Gelinen noktada arabesk bir yaşam biçimi haline gelmiştir. Aynı zamanda bir müzik türü olarak tanımlanamayacak kadar sınırlarını genişletmekteydi. Kırdan kente göçen insanların yaşadıkları kültür karmaşasını/çatışmasını ifade eden şemsiye bir tanım haline gelmiştir.

Beni Ağlatmaya Kimin Hakkı Var?

gülsün karamustafa

Gülsün Karamustafa, ilk resimlerini 1981’de Beyoğlu Güzel Sanatlar Galerisi’nde sergiler. Arabesk başlıklı bu sergi oldukça ilgi çeker. Dönemin aydınları arasında bolca tartışılan ve aşağılanan arabeskin bir ressam tarafından ele alınması bir ilktir. Sanatçı işlerinin ismini dönemin popüler arabesk şarkılarından seçer; Beni Ağlatmaya Kimin Hakkı Var, Yarabbi Sen Bilirsin, Dertler Benim Olsun vb.

Resimler detaylı bir gözlemin ve nesnel bir bakışın etkilerini taşır. “Arabesk” olarak tanımlanan yaşamlara dair gündelik pratikler resmi oluşturan ana öğelerdir. Giyim kuşama dair parçalar, duvarları süsleyen posterler, mobilyalar vb. öğeler resmi meydana getirir.

Arabesk Serisi Hakkında Detaylar

gülsün karamustafa

Karamustafa, resmindeki iç mekanları detaylandıran mobilyalardan, süs eşyalarından ve duvar halılarından yola çıkarak melez kültürü görünür kılar. Batıya ait popüler kültür öğelerinin yerel olanla düzensizce iç içe geçişini gösteren eşyalar aracılığıyla, 1980 ve sonrasında yaşanan değişimin somut örneklerini sunar. Nesneler birbiriyle iç içe geçerek bir sentez oluşturmaz. Bir araya gelerek düzensizliği ve karmaşayı yaratırlar. Yarattıkları düzensizlik arabeskin kaotik yapısıyla bütünleşir. Arabesk bir müzik türü olarak kısaca tanımlanmaya çalışıldığında “karma saz”” olarak tanımlanır. Bundan çokta uzak olmayacak şekilde, yaşantıya da sirayet eden bu karmaşa, Karamustafa’nın resimlerinde de nesnelerin düzensizliğiyle terennüm eder.

Resimlerde illüstratif özellikler öne çıkar. Karamustafa’nın kurguladığı mekanlar sınırları belirsiz ve akışkandır. Her şey fazlasıyla bir film sahnesini ya da bir pavyon veyahut gazino sahnesini andırır. Buradan hareketle kurgulanır. Dönemin arabesk sinemasına bolca gönderme veya doğrudan referans barındırır. Yine dönemin arabesk kültürle özdeşleşmiş yıldızları resimlerde kendine yer bulur. Kolajlarında şöhretli simaların zamanın estetiğini yansıtan kartpostallarını kullanır.

Karamustafa’nın bilinçli tercihi böylelikle gözlemci mesafesini hissettirir. Gerçeği zedelemez. İdealize ya da tamamen karikatürize etmeden ince bir çizgide arabeskin kendine has ironisi vurgular. Hassas terazide hayat bulan incelikli ironi, popüler kültüre dair katmanları da açar. Dönemin karmaşasını, sosyal yaşantısını ve çelişkilerini ele verir. Süslemeci tavır dikkat çekse de boyut kazandırma ve imge yaratma gibi kaygılardan uzak iki boyutlu resimlerdir bunlar.

Gülsün Karamustafa, Ağustos 2020’de Duvar Gazetesi için Evrim Altuğ’a verdiği röportajda arabesk serisine dair şunları söyler:

‘’O yıllarda bir şaşkınlık yaşanıyordu. Göçün yarattığı yeni kırma kültür hem göçen hem de onu şehirde karşılayan tarafından yadırganıyordu ama süreç uzun sürmeyecekti. Oysa şimdi her şey yerli yerine oturdu. Geçiş dönemini pek hatırlayan yok, çünkü arada yeni bir nesil yetişti ve zamanın hızı içinde geçmişi düşünmeye pek yer kalmadı. O günlerde etrafta olup bitene bakarak, zamanın notunu tutmuş olmaktan memnunum. Hele bu dönem işlerim, paylaşılıp hatırlamaya sebep oldukça bundan daha da memnun oluyorum.’’

Kaynakça

(Kullanılan görseller https://saltonline.org/tr arşivinden alınmıştır.)

Ozan Özkan

29 Kasım 1992’de Balıkesir’de doğdum. İstanbul Üniversitesi’nde Sanat Tarihi okudum. Bağımsız içerik yazarlığı yapıyorum. Yakın Bakış isimli podcasti hazırlayıp, sunuyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir