ÖNERİ

Film Önerisi: 303

Film önerisi köşemizde 303’e yer verdik bu kez… Avusturya asıllı Hans Weingarther’ın yönetmen koltuğuna oturduğu yapım, adını bir otomobil markasının 303 model karavanından alıyor. Tanışma ve yol temalı olarak özetlenebilecek 303, Jule (Mala Emde) ve Jan’ın (Anton Spieker) farklı amaçlar için yola koyuldukları aşamada yollarının kesişmesi ve bir süre sonra ikisi için yolun kendisinin bir amaca dönüşme hikâyesini konu alıyor.

Sokratesçi Diyalog

Film önerisi olarak sunduğum 303’e geçmeden hemen önce, biraz felsefe dünyasına dalış yapalım. Sokrates’in Atina’da insanları uykudan “uyandırma” misyonu edindiğini duymayan kalmamıştır sanırım. Sokratesçi perspektif açısından uyandırma fonksiyonu, insanları hayata ilişkin sorgulamaya ve düşünmeye teşvik etme anlamı taşır. Sokrates’in misyonunu yerine getirirken kullandığı metot ise “Sokratik Yöntem” adıyla bilinir.

Bu yöntem, kısaca “diyalog aracılığıyla gerçekleştirilen bir tartışma yöntemi” şeklinde özetlenebilir. Sokratesçi manada diyalog, bir konu hakkında zıt görüşe sahip olan iki kişinin etkin katılımlarda bulunarak fikirlerini çarpıştırdıkları ve belki de nihayetinde senteze ulaştıkları en etkili yoldur. İşte, bir filozofun hakikatin ardındaki gerçekliğe giden yolda bir yöntem olarak temele aldığı diyalog, gündelik yaşamda insanlarla kurduğumuz ilişkilerin bel kemiğini oluşturur.

Çıktığı ilk zamanlarda yalnızca görsel güce dayalı olan sinemanın süreç içinde sesli sinemaya evrilmesiyle, sinemanın seyirci üzerindeki etkisini artırmasının bir nedeni de bu olsa gerek. Özellikle Bağımsız Sinema çatısı altında toplanan; Pulp Fiction, Reservoir Dogs, Before serisi, Twelve Monkey, Memento gibi filmlere baktığımızda, bu filmlerin diyalog ağırlıklı olduklarını görüyoruz.

Bu açıdan, düşük bütçeli ve gişe kaygısı gütmeyen bağımsız sinema anlatılarının görsel güce eklemlenen,  Sokratesçi olarak addedebileceğimiz yoğun diyaloglar aracılığıyla seyirciyi edilgen olmaktan çıkarıp düşünmeye teşvik ettiği söylenebilir. Fakat yoğun diyalog içeren bu tarz filmlerin rağbet görmediği de aşikâr. Belki de bu sebeple 2018 yılı Alman yapımı olan 303 adından fazla söz ettiremedi ve ilgi görmedi.

Bu Film Önerisi İzlerken Düşündüren Bir Yapım…

Film Önerisi

Biyoloji okuyan, 24 yaşındaki Jule sevgilisiyle hamileliği hakkında konuşmak için Portekiz’e gitmeye karar veriyor. Siyaset Bilimleri öğrencisi olan Jan’ın amacı ise İspanya’da yaşayan ve hiç tanışmadığı biyolojik babasıyla tanışmak.

Bir şekilde yolları kesişen ikili bir araya geliyor ve Jule’ın karavanı ile yolculuğa çıkıyorlar. Yol boyunca -tıpkı Before serisinde olduğu gibi- ikilinin; ilişkiler, ekonomik düzen, günlük yaşam, modern hayat, tüketim toplumu ve aşkın kimyasına dair Sokratesçi bir tarzda tartışmalarına şahit oluyoruz.

İkilinin yolculuğu, Fransız filozof A.Camus’nun “önemli olan tek felsefi sorun” şeklinde addettiği “yaşamın yaşamaya değer olup olmadığı” yani intihar üzerine tartışmaya koyulmalarıyla başlıyor:             

Jan: Kaç yaşındasın?

Jule: 24. Sen?             

Jan: Ben de. Yani üç yılımız daha var.

Jule: Neyden önce 3 yıl? 

Jan: 27 olmadan önce. Tüm güzel insanların göçtüğü yaş. Kurt Cobain, Janis Joplin, Amy Winehouse, Heath Ledger..

Derinleşen Sorgulamalar

film önerisi

Git gide hararetlenen tartışma, Jan’ın intihar eden kişinin çevresindekileri düşünmeyerek bencillik ettiğini belirtmesi ve bu söyleminden sonra Jule’ın onunla yola devam etmeme kararı alması üzerine ikilinin yollarını ayırmalarıyla son buluyor. Fakat nasıl ki bazı ayrılıklar bir sonun değil de temelleri sağlam atılmış olan bir başlangıcın habercisiyse, ikili için de böyle oluyor.  

Bu aralıkta izleyiciye Avrupa’dan birbirinden etkileyici manzara kareleri ile dinlenme fırsatı sunan film, tekrardan yola birlikte devam etme kararı alan ikilinin kapitalizmi konu alan tartışmaya koyulmalarıyla seyirciyi zinde tutmayı da ihmal etmiyor. Tam da bu sahnede, Jan ve Jule’ın arasında geçen diyalog, sistemin otomat bireylerine dönüşen bizleri hız kesmeden sorgulamaya davet ediyor:

 Jule: Almanya’da ne kadar kişinin yalnız yaşadığını biliyor musun?

Jan: Bir fikrim yok. %20 mi?

Jule: %50. 

Jan: Çok çılgınca.

Jule: Evet doğru. Ve sana bir şey söyleyeyim mi? Bence bunun arkasında bir strateji var.

Jan: Gerçekten mi?

Jule: Ekonomik sebepler.

Jan: Ekonomik sebepler.

Jule: Evet. Bak! Dört dairede yaşayan dört kişiyi al. İhtiyaçları, dört buzdolabı, dört elektrik süpürgesi, dört su ısıtıcısı, dört..

Jan:  ..düz ekran TV.

Jule: Kesinlikle! Beraber yaşasalardı, hepsinden sadece birine ihtiyaç duyarlardı. Yani, yalnızken daha çok tükettiklerinden, bu ekonomi açısından daha mantıklı. Bir arkadaşım tezini bu konuda yazmıştı: “Kapitalizmin Ayırma Stratejisi”.

Jan: Bu sadece bir tez gibi duruyor.

Jule: Ama yalnız olmak, tamamen insan doğasına aykırı! İnsanlar sosyal yaratıklar! Yalnız kaldığımızda dakikalar içinde stres hormonları salgılıyoruz! Kortizol gibi şeyler.

Demokratik Tartışma Kültürü

Diyaloglardan da anlaşıldığı üzere, genellikle zıt fikirleri savunduklarını gözlemlediğimiz ikilinin arasında geçen diyaloglar seyirciyi sorgulamaya teşvik etmesinin yanı sıra, öz farkındalığa sahip ve demokratik tartışma kültürüne sahip olan bireylere de ayna tutan cinsten. Siyasi yaşamdan tutun da gündelik yaşamdaki söylemlerimize kulak verince, anlaşılıyor ki bugün derdimiz birbirimize fikirlerimizi açımlamaktan ziyade dikte etmek.

Nitekim gerek yaşattığı görsel şölen gerek düşündürttüğü konular ve gerekse de hissettirdiği duygular nedeniyle “keşke bitmeseydi.”, dedirten filmler listemde yer alan bu yapım film önerisi olarak sunulmayı tam manasıyla hak ediyor.

Son OIarak…

Film Önerisi

Jule: Bizim “ben” lerimiz koruyucu bir kapsül içerisinde ve birisinin içine girmesine izin vermek çok fazla güven gerektiriyor. Çünkü diğer kişi ayrılırsa, o zaman yanında bir parçamızı da götürüyor. Ve ölüyorsun. En azından bir parçan. Tehlikeli bir şey.

Jan:  Oldukça tehlikeli, evet.

Jule: Fakat aynı zamanda çok güzel de. Sen diğerine yakınlaştığında artık yalnız olmuyorsun. Yani, biz yalnız doğduk yalnız ölürüz, ama sonra şu anlar var partnerinle birlikte olduğun anlar. Biliyorsun hani onun yanındayken hissettiklerin. Ve sanki evren senin etrafında dönüyormuş gibi hissediyorsun. Ve sen başka hiçbir yerde olmak istemiyorsun. Kesinlikle doğru yerdeymişsin gibi hissediyorsun. O, evde olma hissi. Eve vardığın hissi. Âşık olduğumu anladığım zamandır. Gerçekten âşık. Hiç bunu yaşadın mı?

 

Ahsen Kurtuluş Bilir

Felsefe ve Sosyoloji mezunuyum. Mezun olduktan sonra; Çocuklar için Felsefe (P4C), Akıl ve Zeka Oyunları Eğitmeni, İçerik Editörlüğü alanlarında sertifikalar aldım. Kendimi şöyle tanımlıyorum: Araştırıyor, Okuyor, İzliyor, Düşünüyor ve Yazıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir