Sinema

Euphoria : Büyümenin Işıltısı

Euphoria, 2019 yılında Sam Levinson tarafından yaratılan ve yazılan bir HBO dizisi, bu yazıda Euphoria dizisini inceleyeceğiz. Dizi, Ron Leshem ve Daphra Levin tarafından yaratılan aynı isimli İsrail televizyon dizisinden uyarlandı.

Euphoria’nın ikinci sezonu, üç yıllık bir aranın ardından, geçtiğimiz aylarda seyirci ile buluştu. İkinci sezonu ile HBO’nun Game of Thrones‘dan sonra en fazla izlenen dizisi haline geldi. Yapım, başrollerinde Zendaya, Hunter Schafer, Sydney Sweeney gibi isimlere yer veriyor. Dünya çapında büyük bir fan kitlesi oluşturan dizi, bölüm başı 16.3 milyon seyirci ile buluştu. Dizinin üçüncü sezonunun 2024 yılında yayınlanması planlanıyor. 

Yeni “Coming of Age” Janrı

europhia

Sinema tarihine baktığımızda en fazla işlenen konulardan birinin büyüme hikayeleri olduğunu görürüz. Sinemada “coming of age” olarak anılan bu film çeşidi, aslında bir roman alt türü. Bildungsroman diye bilinen bu roman türü, Almanca literatüre, kişinin ahlaki olgunlaşması ve bireyleşmesi sürecini anlatan tür olarak geçmiştir. 

Fransız Yeni Dalgasının önemli yönetmenlerinden biri François Truffaut. Yönetmenin 400 Darbe‘si sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri olmakla kalmaz, aynı zamanda bir büyüme hikâyesi. Bu filmde Antoine çocukluğu ile karşımıza çıkmıştır. Devam filmlerde ise ergenliği, yetişkinliği, evliliği ve baba oluşu gibi dönemleri ile karşımıza çıkar. Karakteri çocukluk döneminden, yetişkinlik dönemine kadar filmlerle takip etmek seyircide karaktere karşı bir bağlılık oluşturur. Son dönemlerde çıkan The Perks of Being a Wallflower, Submarine, Me Earl and the Dying Girl, Lady Bird gibi filmler de seyirci dostu olan büyüme hikâyeleridir. 

Peki dizilerde durum böyle mi? Stranger Things ve 13 Reason Why gibi dizilerinden bahsedecek olursak. Çok yüksek izleyici kitlesine ulaşan bu diziler aslında seyircinin de bu hikayeleri ne denli sevdiğini bize gösteriyor. Bu diziler belli bir gençlik portresi ortaya koysa da gerçekçilikten uzaklardı. Bu çizgiyi ilk kıran yapım Netflix tarafından yayınlanan Sex Education oldu.

Dizi ergenlik dönemlerinde kendilerini tanımaya çalışan bir grup lise öğrencisinin cinsel sorunlarını ele alıyor. Dizi lisedeki iki kişinin diğer öğrencilere seks terapisi yapması ile başlıyor. Fakat karakterlerin sadece cinsel sorunlarını ele almıyor. Aynı zamanda o sorunların karakterlerini oluşum sürecini nasıl etkilediğine de yer veriyor.

Euphoria’da da cinsellik diğer gençlik dizilerinde çok fazla karşımıza çıkmayan, çıktığında ise standartlaşmış ve idealize edilmiş şekilde çıkan cinsellik sahnelerinden farklı bir konumda karşımıza çıkıyor. Bunun sebebine baktığımızda ise bu dizilerin, genel izleyici kitlesinin ilgisini çekmek dışında yaratıcılarının düşüncelerini, hayata karşı duruşlarını ve dertlerini bize yansıtacak bir anlatı kurmak olduğunu görüyoruz.

Auter Kuramı ve Dizi Anlatısı

euphoria
François Truffaut, Auter Kuramı’nı ortaya atan kişi

Auter Kuramı’na göre sinema, ana yaratıcı süreçlerin yönetmen tarafından gerçekleştiği bir sanat türü. Yönetmen, senaryodan filmin seyirciye sunulduğu her aşamaya kadar tüm süreçlerin belirleyicisidir. Sadece teknik becerileri ile değil bireysel kimliğiyle de filmde izini bırakır. Filmlerde çok fazla gördüğümüz bu auter kuramını dizilerde görmek çok da mümkün değildi. Dizi yapısı ve seyri gereği yönetmenini görünür kılmak yerine soyutlamayı mümkün kılan bir mecraydı. Fakat son zamanlarda büyük yönetmelerin yapmış olduğu diziler artık bu algının kırıldığını bize gösteriyor.

David Fincher’ın Mindhunter’ı, David Lynch’in Twin Peaks’i, Steven Soderbergh’in Mosaic’i dizi alanında da usta yönetmenlerin çok iyi işler çıkardığını bize gösteriyor. Seyircide iyi bir dizi izlemek, iyi bir film izlemek gibi bir tatmin sağlıyor. Hatta bağ kurduğu karakter ile daha fazla zaman geçirmek adına dizi izlemek öne geçebiliyor.

Campbell’ın önemli yapıtı Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nda işlenen bir kahramanın yolculuğu tanımı vardır. Kahramanımız bir maceraya çıkar ve o macera onu değiştirir ve geliştirir. İyi oluşturulmuş hikâyelerin çoğunda, bu eski metodu görmek mümkün. Son zamanlarda çok beğenilen işlere baktığımızda protoganistin ve antagonistin çok belirgin olmadıklarını fark ederiz. Bunun en güzel örneklerinden biri Game of Thrones ve Succesion gibi diziler.

Tam iyi ve tam kötü karakterlerin olmayışı diziye karakter yaratma konusunda geniş bir alan açıyor. Aynı zamanda da seyirciyi ikna etme konusunda daha başarılı oluyorlar. Euphoria da favori karakter bulma konusunda bizi çok zorlayan dizilerden biri. Karakterlerin hepsi ince bir sınırda gezerken bazıları iyiliğe bazıları da kötülüğe yakın duruyor. Bu yakın durma hali de her yeni gelen bölümde değişime uğruyor. 

**Yazının devamı, izlemeyenler için tat kaçırıcı detaylar içerebilir.**

Toplumsal Cinsiyet Rolleri Akışkan Mıdır?

Bireyin toplumda yer alışının en önemli etmenlerinden biri cinsiyeti. Fakat burada bahsedilen cinsiyetimiz aslında atanmış cinsiyetimiz. Yani toplumun geneli bizden atanmış cinsiyetimize uygun hareket etmemizi bekler. Toplumdaki benliğimizi oluşturan cinsiyetimize kendimizi ait hissetmediğimizde ise bir anda kendimizi yalnızlaşmış ve dışlanmış hissederiz. Özellikle çocuk yaşta ve ergenlikte hissedilen bu duygular, bireyin büyüme ve kişilik oluşturmasında büyük yaralar oluşturabiliyor. 

Euphoria yer verdiği karakterlerin içerisine Hunter Schafer gibi gerçekte de transseksüel birini aynı şekilde bir trans karakter olarak diziye koyarak aslında yaratıcısının çizgisini net bir şekilde ortaya koyuyor. Jules karakterini ve çocukken yaşadıklarını gördüğümüzde diğerleri kadar kolay bir şekilde bulunduğu ortama uyum sağlayamayışını daha iyi anlıyoruz.

Jules, Rue ile ne kadar yakın bir ilişki kursa da yalnızlığına da alışık ve kendi ait bir sınırı olan bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Diğer karakterlerle aynı yaşta olsa bile tekinsizliğe daha alışkın bir karakter olduğunu bize gösteriyor.

Euphoria Karakter Gelişimleri

euphoria
Nate-Rue

Rue karakteri genel olarak bağımlılık ekseninde ele alınıyor. Aynı zamanda Rue’nun geçmişini de bize bu bağımlılık sebepleriyle gösteriyor. Babasını kaybetmesini, haplarla tanışmasının onun hayatının nasıl bir dönemine denk geldiğini bize göstermiş oluyor. Rue’nun Jules ile ilişkisinden sonra, uyuşturucu kullanmayı bırakır ama bağımlılığını bırakmaz. Bu seferki bağımlılığı Jules. Baş edemeyeceğini düşündüğü acılarından kaçmak için bağımlılık hissini kendine can simidi ilan ediyor. Bu yüzden Rue’nun her türlü bağımlılıktan kendini sıyırıp kendini nasıl birine dönüştürebileceğini merak ediyoruz.

Euphoria’da değinilmeden geçilmemesi gereken bir diğer karakter ise Nate Jacobs. Nate, dizilerde çok fazla karşımıza çıkan yakışıklı, kendinden başka kimseyi düşünmeyen, kadınlarla ilişkileri genelde toksik olan bir karakter gibi görünse de Nate’i tanıdığımız bölümde aslında durumun çok da öyle olmadığını görürüz.

Davranış olarak tüm bunları üzerinde taşıyan Nate, aynı zamanda sert bir baba tarafından başarılı ve güçlü olmak adına yetiştirilmiştir. Kendini bulmak adına ona denilenleri yapmış bir karakter olarak karşımıza çıkar. Nate’in anlatıldığı bölümün başında, soyunma odasında etrafında bir sürü çıplak erkekle çekilmiş o sahne aslında Nate’in etrafında sarılı olan erkeklik imgesinin iyi bir yansıması olarak da okumak mümkün.

Nate, dizide en problematik kişilerden biri. Çünkü çevresinde her daim ona değer veren insanlar var. Şiddet uygulasa dahi yanında duran kız arkadaşı, aşağılasa bile yanında durmaya devam eden arkadaşları var. Kendine her şeyi hak gören bir karakterin neler yapabileceğini bize çok iyi bir şekilde resmediyor. 

Kat karakterinin, cinsel içerikli bir videosunun yayılması ve insanların onun vücudu üzerinden söylediği cümlelerden sonra, karakterin büyük bir dönüşüm yaşadığını görüyoruz. Kat internette kendi vücudu ile barışmanın hatta kendi vücudundan gurur duymanın bir yolunu bulur. Bu değişimle birlikte kendini ifade edişinin, kıyafetlerinin, genel anlamda etrafına karşı tavrının tamamen değiştiğini ve agresifleştiğini görüyoruz.

İkinci sezon biraz daha kendini düzeltmeye çalışsa da asıl istediğinin belki de anlayışlı ve uyumlu Kat olmadığını fark etmesi, onun da karakter dönüşümünün nasıl gerçekleşeceği konusunda seyirciyi merakta bırakıyor.

Peki Teknik / Euphoria’nın Büyük Başarısı

euphoria

Euphoria‘yı teknik olarak ele alacak olursak ki benim için dizinin en başarılı tarafını oluşturuyor. Öncelikle diziyi izleyen herkesin hemfikir olacağını düşündüğüm bir bölüm ile başlayayım: Görüntü yönetimi konusu. Marcell Rev’i tebrik ederek başlayayım. Ustalıkla hazırlanmış kadrajları ile seyirciye estetik olarak mükemmel bir seyir sunmakta. Aynı zamanda Euphoria‘da kullanılan neon ışıklandırma da atmosfere güzel bir şekilde hizmet ediyor.

Sanat yönetimine geçecek olursak, belki de dizinin en fazla konuşulan kısmı oldu. Karakterlerin kostümleri ve makyajları adeta dizinin imzası haline geldi. Görüntünün bu kadar altının çizildiği bir yüzyılda karakterlerin kişiliklerini tarzları ile ortaya koyduklarını görüyoruz. Birinci sezonda bir karakter dönüşümü yaşayan Kat ile ikinci sezonda karakter dönüşümü yaşayan Cassie değişimlerini önce görünüşlerindeki değişim ile seyirciye gösteriyorlar. Euphoria yaşadığımız bu imge egemen çağda, görüntümüzün nasıl anlamlara gelebileceği ve bizi nasıl yansıtacağının da altını çiziyor.

Müzik ve ses kullanımına gelecek olursak. Ses tasarımı açısından uzun zamandır izlediğimiz en iyi yapım olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Dizideki olayların dinamiğine çok iyi bir katkı sağlayan bir ses tasarımı mevcut. Aynı zamanda dizinin Labrinth tarafından hazırlanan şarkıları ve dizinin soundtracklerini de mutlaka dinlemenizi öneririm.

Dizi işleniş açısından da orijinal bir yapıya sahip. Dizide anlatıcı karakterimiz aynı zamanda dizinin başrolü olan Rue. Her bölümde ayrı bir karakterin, karakter geçmişini izliyoruz.  Böylece yan karakterlerinin her birine bir bölüm baş karakter olma fırsatı tanınıyor. Seyirci olarak bize de tüm karakterleri daha iyi bir şekilde anlama fırsatı veriliyor. Karakterleri incelerken de her bölümde spot ışıkları altında incelenen karakterlerinin altında, birçok konu işlenmiş oluyor. Toksik maskülinite, cinsiyet değiştirme, “body shaming”, bağımlılk gibi günümüzün önemli konularını yönetmenin bakış açısıyla izlemiş oluyoruz. 

Kendi kuşağımın çok beğendiğim gençlik dizilerini düşündüğüm zaman, günümüzün gençlik dizileri çok karanlık bir atmosfere sahipmiş gibi gelse de sanırım en sonunda hep zeitgeista teslim oluyoruz.  

Kaynakça:

Kahramanın Sonsuz Yolculuğu – Joseph Campbell

The Guardian

Britannica

Tuğçe Kozak Arman

Merhaba, ben Tuğçe Kozak Arman. Mühendislik eğitimimi tamamladıktan sonra, gönül verdiğim sinema eğitimimi almak için Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne başladım. Hali hazırda eğitimime devam ediyorum. Aynı zamanda okuduğum kitaplarla ilgili sohbet ettiğim bir YouTube kanalım var. Onun dışında da çeşitli projelerde senaryo yazarlığı yapıyorum ve yayına hazırladığım kitabım var. Sinemadan bahsedecek olursak, benim de yolumu ustalar çizdi. Alfred Hitchcock, Kubrick ve Kieslowski favori yönetmenlerim. Favori filmim ise yıllardır hiç değişmedi. O da Hitchcock’un Psycho’su. Yıllardır kusursuzluğunu kaybetmeyen bir film.

One thought on “Euphoria : Büyümenin Işıltısı

  • E. Nihan Acar

    Sinema incelemesi deyince koşa koşa okuyacağım bir kalemdir, Tuğçe Kozak Arman.
    Epeydir listemde olan Euphoria ve sevdiğim oyunculardan Zendaya hakkında okumak da yazının başına geçmek için diğer iki sebebim. Teşekkürler detaylı inceleme için.

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir