Kadın

Demet Akbağ Olmak ya da Ol(dur!-ul)mamak

Demet Akbağ hakkında alışılmışın dışında bir yazıyla sizlerleyiz!

Demet Akbağ’ın ilk sahneye çıkış öyküsü üzerinden adı bilinmeyen milyonlarca kadına bir bakış…

Alışılmadık Bir Öykü

Yazmak işiyle az biraz ya da okumak işiyle bir hayli ilgilenenler bilirler ki bir öykünün temel yapı taşları; zaman, mekan, karakterdir. Şimdi ben, asi genç bir yazar olarak bu yapı taşlarını yıkarak bir öykü yazmayı deneyeceğim. “Ee, ben buraya Demet Akbağ okumaya geldim. Hem bu sitede öykü ne alaka?” diyebilirsiniz. Hepsinin bir sebebi var. Merak etmeyin, kadın kategorisindesiniz ve bu içerikte tüm sorularınızın cevabını bulacaksınız. Buyurun, başlayalım…

Baş-lık

Öykümüz bir kız çocuğunu anlatıyor. Bu öykünün bir ismi ya da başlığı yok. Çünkü başı yok. Kızın bir adı yok, yaşadığı zamana ait bir gösterge yok. Yok, yok, yok… Henüz! Korkmayın, sonra Demet Akbağ olacak adı. Şimdilik boşlukta sallanan bir kız çocuğu ama. Boşluğun adına dünya da denebilir aslında ama bilinmezliğin kaygısıyla nefesinizi sıkıştırmamak için Türkiye diyelim: Türkiye boşluğunda sallanan adı, sanı, bilinmez bir kız çocuğu. Ama içiniz sıkılmasın, mutlu bir öykü bu!

İlköğretim zaten zorunlu. Ailesini de kötü bellemeyelim liseyi de okumuş olsun. Başlamış hayaller kurmaya. Oyuncu olacağım, demiş; doktor olacağım, demiş; ressam, mühendis, şair, mimar, heykeltıraş, astronot olacağım, demiş. Karakter olmayacak demiştik ya… Ailesi desteklemiş bu kızı bir yandan ama korkmuş da öte yandan. Kızım sana güveniyorum da dışarıdakiler…

Eş, dost, tanıdık, güvenilir birilerini bulmuş aile. Biz anlamayız ama, git ol, ne olacaksan, Ayşe, Fatma, Ali, Veli destek olacak sana. Kız gitmiş Ayşe, Fatma, Ali, Veli’nin yanına. Nasıl heyecanlı… Yetişkin, kararlı, azimli ve idealist görünmeye çalışıyor ama içinde, klişe kırmızı rugan ayakkabıları üstünde zıp zıp zıplayan bir kız çocuğu. Hikaye bu ya; kalender, iyi insanmış Ayşe, Fatma, Ali, Veli. Geç şuradan izle bakalım biraz, demiş, Öğrenmek önce gözlem yapmaktan geçer.

İzlemiş kız, izlemekle de kalmamış, düşünmüş durmadan: Nasıl ederim de kendimi gösteririm, ne yapsam da bu işe dahil olsam… Ali, Veli, Ayşe, Fatma da… Yahu gelin şunların isimlerinin baş harflerini birleştirip AVAF diyelim ama siz onların özel bir kişi değil herhangi biri olduğunu unutmayın. Avaf da düşmüş aynı kaygıya. Tamam, bu kıza destek olayım olmasına da işin ortası gelmiş, bu saatten sonra dahil etsen olmaz, sen bir kenarda izlemeye devam et, desen olmaz. Almış kızı karşısına, anlatmış durumu. Ne yapacağız seni?

Ne Yapalım Bu Kızla?

demetakbağ

Öykü mutlu olacak dedik! Şu olmuş, bu olmuş, öykü mutlu ya, kız bir yolunu bulmuş, bir fikir sunmuş, Avaf’ın hoşuna gitmiş, kıza bir şans vermiş, sonunda kız bir yer edinmiş o işte. Zıp zıp zıplamaktan kırmızı rugan ayakkabıların tabanları erimiş içinde. Bir sürü hayaller kurmuş. Bu işte çok başarılı olup bir isim ve soy isim satın alacakmış kendine, başlamış çalışmaya!

Olup da iş vakti geldiğinde yeni bir sorunla karşılaşmış kız. Evi, ini, mağarası, şatosu, kulübesi, odası çok uzakmış işin olduğu yere. Kıza kalsa kız her yere gider gelirmiş de annesi istemiyormuş bir kız çocuğun yalnız başına geç saatte, ata, arabaya, ufoya, süpürgesine binmesine. Kötü biri değilmiş ama anne. Kızına güveniyormuş da dışarıdakilere… Haksız da sayılmazmış bu arada.

Kızımız almış kırmızı rugan ayakkabılarını eline, eğmiş boynunu, konuşmuş Avaf’la. Zaten zorla girdiği işi kaybettiğinden eminmiş. Hiçbir zaman bir isim ve bir soy isim satın alamayacakmış işte! Kimliksiz, kimsesiz yok olup gidecekmiş dünyadan. Ama öyle olmamış! Tamam, demiş Avaf! Sadece haftasonları gündüz işine gel, hafta içi akşamları işe gelme ama rugan ayakkabılarının tabanlarını yenilemeyi de unutma!

İkinci Bölüm

Sevgili okurlar, bendeniz aslen tiyatro oyun yazarı olduğum için, “İkinci Bölüm” kaprisimi affediniz. Ama lütfen söyleyin, ailesinin aldığı kırmızı rugan ayakkabıların tabanı eriyince yeni kırmızı rugan ayakkabılarını kendi üreten ve ayaklarını içine güvenle sokan bir kız çocuğunu nasıl öykünün ilk kısmının bir parçası olarak anlatayım? Birinci bölümde “mutlu öykü” yazacağız diye her türlü şansı bahşettiğimiz kızla aynı kefeye konur mu bu kız? Konmaz efendim, konmaz! Neden mi? Öyküye devam edelim.

Tamam, demiş Avaf! Sadece haftasonları gündüz işine gel, hafta içi akşamları işe gelme ama rugan ayakkabılarının tabanlarını yenilemeyi de unutma! Kız, yüzünü ve hayallerini kaldırmış yerden, giymiş rugan ayakkabılarını. Tamam, şanslıymış ama var olanla, sunulanla da hiçbir zaman yetinmemiş. Hafta içi işlerine de gidebilmek için elinden gelen her şeyi yapmış. Tanıdık, eş, dost güvenilir kişileri bir şekilde ayarlayıp binmiş onların atına, süpürgesine, araba ya da ufosuna, gitmiş işine.

İş, işi getirmiş; azim, başarıyı… O işin üniversitesine, kursuna, atölyesine de girmiş kız. Okumuş, çalışmış, elinden ne geliyorsa yapmış, üretmiş kırmızı rugan ayakkabısını. Artık sonsuza kadar güvenle zıpalayacakmış içindeki küçük kız!

Kendi ürettiği ayakkabının tabanı erimezmiş insanın. İnsan sadece kendinin üzerinde yükselebilirmiş. Sonra bir şey olmuş! Eğitimini tamamlayıp da belgesini aldığında gözlerine inanamamış bizim kız. Belgenin üstünde bir şey yazıyormuş çünkü… Bir şey… Emin olamamış! İsim soy isime mi benziyormuş o yazan şey? Bu gerçek olabilir miymiş? Artık bir adı mı varmış kız çocuğunun? Bir soyadı? Hem doğruyu hem gerçeği söylüyormuş gözleri. Kendiyle anılacağı bir adı ve soyadı varmış artık kız çocuğunun ve o ad – soyad: Demet AKBAĞ’mış.

Sonrası…

Eee… Bitsin mi bu hikaye? Yazar benim ve yazmak adında bir derdi sevdim. Hayır, hikaye burada bitmesin. Devam edelim…

Ayağında yeni ayakkabılar, kalbinde kocaman hayaller, gözlerinde ışıltıyla sarılmış Demet Akbağ’a kız çocuğu. Sarılmış ve hiç bırakmamış sonra. Nereye gitse adını da yanında götürmüş ama bir yandan çalışmaya ve savaşmaya da devam etmiş. Üstelik o başardıkça ve kırmızı rugan ayakkabıları keşfettikçe dünyayı, dostu Demet Akbağ da büyüyormuş.

Zaman zaman ihmal ettiği de olmuş tabii, arada araları bozulmuş belki. Anlar anıları kovalamış, isimler sıfatları. Yaptığı işler el ele verip “Kız Çocukları İçin Kırmızı Rugan Ayakkabı Yapım Atölyesi” kurmuşlar Demet Akbağ’ın haberi bile olmadan. Giriş sınavında bakılan kriterler: Şans, azim, irade, hayal gücü ve inançmış. Kriterlerden bir tanesinde bile barajın altında kalan kişi, kendi kırmızı rugan ayakkabısıyla gezme şansını sonsuza kaybediyormuş.

Ve Ne Yazık ki…

Ve ne yazık ki bu atölyeye girme hakkını çok çok az sayıda kız çocuğu kazanabiliyormuş. Çünkü her sınavdan geçen kız çocuklarının birçoğu ne yapsalar bir kategoride başarılı olamıyorlarmış. Olamazlarmış da! Çünkü o kategorinin soruları, sınava tabii tutulması gereken değil, bir hediye olarak hiç değil, hak olarak verilmesi gereken şeyleri içeriyormuş. Şans imiş o kategorinin adı. Birçok kız çocuğu ona neden ihtiyacı olduğunu bile bilmeden başkalarının yaptığı ayakkabılarla yürümüş, kadın olmuş ve bir kez zıplamadan veda etmiş hayata.

Bir Özür, Birkaç Soru

demetakbağ

Evet, sevgili okurlar, sizi kandırdım. Öykü mutlu olacak, demiştim, olmadı. Üzgünüm. Ama inanın ben de inanmıştım öyle olacağına. Demet Akbağ’ı anlatacaktım çünkü. Bir başarı öyküsünü! Güçlü bir kadını! Kadının gücünü! Araştırmaya başladım sevgili okur. Anlatmak için araştırmaya başladım ve Demet Akbağ’ın ilk sahneye çıkış macerasına ulaştım. (İçeriğin tamamına şuradan ulaşabilirsiniz.)

Yukarıda anlattığım kız çocuğu Demet Akbağ’dı sevgili okur. (Tabii kurgulanmış haliyle) Ama soruyorum size, Demet Akbağ’ın ailesi bir şans mıydı, yoksa zaten her kız çocuğunun sahip olması gereken hakları mı sundular çocuklarına? Sanatın, zanaatin, bilimin, sporun çeşitli dallarında azmi, iradesi, hayal gücü ve inancı belki de Demet Akbağ’ınkinden eksik olmayanların ailelerine şanssızlık deyip geçecek miyiz şimdi?

Demet Akbağ’a ilk sahneye çıkma şansı veren iyi yürekli “AVAF” Gazanfer Özcan‘dı. Pekiyi, mecbur muydu Gazanfer Özcan, sadece haftasonları oynayabilecek bir oyuncuya anlayış göstermeye? Mecbur muydu Demet Akbağ Gazanfer Özcan’ın anlayışına? Kaç tane Gazanfer Özcan var dünyada? Demet Akbağ’ın ailesine kızabilir miyiz sayısız kadın tecavüz ve cinayeti arasında?

Yazar Sırları ve Kırmızı Rugan Ayakkabı Meselesi

Çocukken sahip olduğum kırmızı rugan ayakkabılar
Onlar da senin gibi çok tatlıydılar ama
Canımı yakardılar
Acıtırdılar

Öyküde kullandığım kırmızı rugan ayakkabı metaforunun çıkış noktası, yukarıda sözlerini alıntıladığım, Benim için çok özel bir yeri olan sanatçı Şebnem Ferah’ın “Kelimeler Yetse” adlı albümündeki, “Çocukken Sahip Olduğum Kırmızı Rugan Ayakkabılar” şarkısıdır. (Şebnem Ferah ile ilgili içeriğimize şuradan ulaşabilirsiniz.)

Çocukken sahip olduğumuz, yani başkaları tarafından bize sunulan rugan ayakkabılar her ne kadar tatlı olsalar da canımızı yakar, acıtırlar sevgili okur. Bu yüzden ihtiyacımız vardır kendi rugan ayakkabılarımızı imal etmeye. Hele ki kadın demişlerse cinsiyetimize…

Büyütmeden içimizdeki çocuğu, zıp zıp zıplayabilmek için hayallerimize doğru… Acı, sancı düşünmeden özgürce koşabilmek için yarınlarımıza… Çocuk büyütür, uzaya çıkar, sanat ya da yemek yaparken güvenle basabilmek için yeryüzü toprağına, ihtiyacımız vardır kendi ayakkabı ve adlarımıza.

“Kız Çocukları İçin Kırmızı Rugan Ayakkabı Yapım Atölyesi”ni hatırladınız mı sevgili okur? Hadi gelin hep beraber atölyeye giriş kriterlerinde küçük bir değişik yapalım. “Şans, azim, irade, hayal gücü ve inanç”tan şansı çıkarıp onun yerine “özgürlük” koyalım.

Neden mi? Çünkü öykünün öykü olabilmesi için özgün bir karakterin, bir yola çıkması, zaman ve mekanlardan geçerek bir maceraya atılması gerekir. Kadından öyküyü, öyküden kalemi esirgememek için işi “şans”a bırakmayıp kadını legal ya da illegal vasilerinin elinden kurtarmak şart!

Yarınlarda şansa ihtiyaç duymayan, ne isterse o olma özgürlüğüne sahip, kendi adıyla yaşayan kadınlar olma inancıyla… Azim, irade ve hayal gücüyle.

Demet Akbağ mı?

demetakbağ

Ben bu sefer sizi kandırmakla kalmadım, patronlarımı da kandırdım sevgili okur. Yıldız Kenter yazımı okumuş olanlar Vikipedi‘den ulaşılabilecek bilgileri aktarmaktan hoşlanmadığımı anlamışlardır.

Ben, Demet Akbağ’ın bir anısı üzerinden bu ülkenin kaybolmuş milyonlarca kadınının mezarına bir çiçek bırakmak istedim. Kadının ve kadının bireysel varlığının, yani adının katili olanların gözüne tutmaya çalıştığım far onları kör ederken, bizlere ışık olsun istedim.

Kadın, bir değer değil bir gerçek olsun istedim sayın okur. Saygıdeğer sanatçımız Demet Akbağ’ın yaşamı, çalışmaları ve ödülleri ile ilgili tüm bilgiye şuradan ulaşabilirsiniz. Sizleri kandırdığım için özür dilerim ama bir kadın olarak sesimi duyururken, sesini duyurmak için başvurduğu her yolda şeytanlıkla, entrika, yalan ve dedikoduyla tanınan kadına bir mercek ve bir örnek olmak istedim.

Mutlu öyküler paylaşacağımız yarınlara, saygılarımla…

Ece Doğan

"Kağıtla dertleşme" ile başlayıp deneme, şiir ve öyküden geçen yazarlık maceram beni Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık ve Dramaturji bölümüne getirdi. Uzun lafın kısası: Tiyatro oyun yazarlığı. Böylece, on yıllık hemşirelik ve memuriyetimi profesyonel yazarlık kariyerime odaklanmak için bıraktım. Şimdi geçtiğim yollara mürekkep izi bıraka bıraka hayallerimin peşinden koşuyorum. Bir yerlerde yazar, bir yerlerde yönetmen yardımcısı, bir yerlerde öğrenci diye anıldığımı duyuyor, yoluma devam ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir