Psikoloji

Aile İçi Şiddet: Toplumun Acı Rengi

Aile içi şiddet, günümüzde oldukça önem taşıyan ve sıkça söz edilen bir kavram haline gelmiştir. Birçok insanın ve özellikle de kadınların bir şekilde hayatlarının bir döneminde veya hayatı boyunca yaşadığı aile içi şiddet ve türleri hakkındaki psikoloji yazım sizlerle.

İçinde yer aldığımız ataerkil toplumda kadının ve çocuğun yeri her zaman geri planda kalmıştır. Bu acı gerçek, beraberinde aile içi şiddet kavramını doğurmuştur. Bununla birlikte birçok şiddet türünün literatürde yer almasına neden olmuştur. Bu yazım, aile içi şiddet ve türleri hakkında olacak. Bu kavramları ise kült bir film olan Mor Yıllar (The Color Purple) filminden kareler ile derinlemesine inceleyeceğim.

İncelemem oldukça spoiler içerecektir, filmi izlemediyseniz okumadan önce bir kez daha düşünebilirsiniz.

Aile İçi Şiddet ve Türleri

aile içi şiddet

Aile içi şiddet, genel olarak aile içinde yer alan bir bireyin yaşamının, bedeninin veya psikolojik bütünlüğünün güç ya da zor kullanılarak istismar edilmesi şeklinde tanımlanabilir. Kapalı kapılar ardında yaşanan bu şiddet, çoğunlukla erkek tarafından kadına uygulanır. Şiddet uygulayan birey karşısındakini kontrol etmek, cezalandırmak, güç gösterisi yapmak gibi nedenlerle şiddet uygular. Birey, bu yolu bilinçli bir şekilde seçer. (Page, İnce, 2008, s. 82)

Bu konu ile ilgili ülkemizde yapılan araştırmalar oldukça can yakıcı. 1800 kadın katılımcı ile yapılan bir araştırmaya göre; katılan her üç kadından biri eşinden fiziksel şiddet görmüştür. (Page, İnce, 2008, s .83)

Söz konusu aile içi şiddetin türleri ise; fiziksel, cinsel, duygusal şiddet, ısrarlı takip, sosyal ve ekonomik şiddet olarak sınıflandırılır.

Fiziksel şiddet, bireyin bedenine kasıtlı olarak fiziksel bir güç ve zorlamayla zarar verilmesi demektir. Tokat atma, itme, tekmeleme, bir şey fırlatma veya boğazını sıkma gibi eylemler bunun örnekleridir. (Page, İnce, 2008, s. 82-84)

Cinsel şiddet ise, istenmeyen cinsel içerikli söz ve davranışları içerir. Zorla cinsel ilişkiye girme, cinselliği bir ceza/ödül yöntemi olarak kullanma, doğuma veya kürtaja zorlama cinsel şiddet kapsamına girer.

En yıkıcı şiddet türlerinden biri olan duygusal (psikolojik şiddet), bireyin korkmasına, kendine olan saygı ve güveninin azalmasına ve suçlu hissetmesine neden olan söz ve eylemleri ifade eder. Hakaret etme, bağırma, tehdit etme, dalga geçme, aşağılama, kıyaslama ve suçlama gibi eylemleri içerir. Kişinin manipüle edilerek kendisini sorgulamasına ve değersiz hissetmesine neden olur. Genellikle duygusal şiddet, diğer türlere nazaran daha az ortaya çıkar. Bunun nedeni somut sonuçlarının olmamasıdır. Fakat bireyi en çok etkileyen ve bireye zarar veren şiddet türlerinden biridir.

Sosyal şiddet, bireyin sosyal ilişkilerinin kısıtlanması, kontrol edilmesidir. Sosyal çevresinden soyutlanmasına ve yalnızlaşmasına neden olan davranışları temsil eder. Kısacası, yalnızlaştırmak ve kişiyi sürekli denetlemek ön plandadır.

Ekonomik şiddet ise, bireyin çalışmasına izin vermeme, işi gereği gitmesi gereken etkinliklere engel olma veya gelirini elinden alma gibi eylemleri içerir. Son olarak, ısrarlı takip ise, bireyin isteği dışında sürekli izlenmesi ve takip edilmesidir. (Page, İnce, 2008, s. 82-84)

Aile İçi Şiddetin Nedenleri

aile içi şiddet

Kadına yönelik bu şiddetin nedenlerine bakıldığında, ortaya çıkan tablo şaşırtıcı değil. En önemli nedenlerden biri, şiddetin normal ve erkeğin kadın üzerindeki güç kontrolünün hoş görüldüğü sosyal normlardır. Başka bir deyişle, ataerkil düzende, erkeğin kadına şiddet uygulaması olağan ve normal bir durum olarak görülür. Toplumca kabul gören, kadının dize getirilmesi gerektiği inancıyla erkek, şiddet uygular.

Diğer bir neden ise, yaşadığı ekonomik sıkıntılar, yoksulluk ve düşük sosyoekonomik düzeydir. Düşük gelir veya erkeğin işsizlik yaşaması gibi durumlar, gerginlik ve stresi arttırır. Evde daha çok vakit geçirmeye başlayan bir erkeğin şiddet uygulama olasılığı da artar. (Page, İnce, 2008, s. 84-86)

Bu duruma, günümüzde yaşamış olduğumuz pandemi sürecini örnek verebilirim. Evlere kapandığımız dönemlerde, kadına yönelik şiddetin büyük bir hızla arttığı araştırmalarca kanıtlanmıştır. önemli risk faktörlerindendir.

Ailenin diğer insanlardan uzak olması da şiddeti doğuran nedenlerden biri. Bireyin toplum ile olan ilişkilerden yalıtıldığında stresi artarak istismara başvurma olasılığı artmaktadır. Toplumla ilişkisi kesilen bireyin aile içindekileri saklaması da kolaylaşır. Böylece istismarcı/şiddet uygulayan birey, bunu daha kolay yapar. Böyle bir durumda kadın sosyal destekten ve ailesinden uzak olur.

Destek alacak, tutunacak bir dal bulamayan kadın, o ev içinde kalmak durumunda kalır.

Aile içi şiddetin nedenlerinden sonuncusu, istismarcının kendisi ile ilgilidir. Bireyin geçmişte kendi ailesi içinde şiddete tanıklık etmesi veya çocukluğunda istismara maruz kalması gibi durumlar, bireyin şiddet uygulayan birine dönüşmesi ile doğru orantılıdır. Ek olarak anne-baba gibi bakım veren ve çocuk arasındaki bağın oluşmaması, ebeveyn ve çocuk ilişkisinin kurulmaması ve güvenli bir bağlanma yaşanmaması, şiddeti arttırıcı faktörlerdir. (Page, İnce, 2008, s. 84-86)

Bahsi geçen bu altı şiddet türünün hepsi veya birkaçına maruz kalan pek çok kadın var. Aile içi şiddete maruz kalan bir kadın, psikolojik sağlamlığında kırılmalar yaşar. Bir başka deyişle, yaşadığı şiddetin psikolojik etkileri yıpratıcı düzeyde olur, günlük yaşamını olumsuz etkiler. Korku, özgüven ve özsaygıda düşüş, umutsuzluk hissi, çaresizlik, kendini suçlama gibi belirtiler ortaya çıkar. Depresyon, anksiyete ve travma sonrası stres bozukluğu gibi büyük ve önemli sonuçları da olmakta. (Herman, 2016)

Mor Yıllar Konusu

mor yıllar

Mor Yıllar olarak çevrilen The Color Purple, Alice Walker’ın kaleme aldığı çarpıcı romanın uyarlanmasıyla, Steven Spielberg’ün yönetmenliğinde beyazperdede yerini alan film. Filmin oyuncu kadrosunda Glover, Whoopi Goldberg, Margaret Avery ve Oprah Winfrey yer almakta.

Film, 1900’lü senelerin başında Amerika’nın Georgia eyaletindeki kırsal topraklarda geçmekte. O dönemde kadının ve kadınlığın yeri, kadının verdiği yaşam mücadelesi etkili bir şekilde izleyiciye aktarılıyor. Bu etkileyici filmde, Celie adında bir kadının hayat yolculuğu ve çevresindeki diğer kadınların hikayeleri anlatılmakta.

Celie, baba dediği insan yüzünden yaşadıkları ile hayata büyük zorluklarla başlamış, daha sonra babasının evlenmesi için onu sattığı adam ile yıllar geçirmek zorunda kalmış olan bir kadın. Celie’nin onlarca yaşanmışlığın yanında evlendiği adamdan gördüğü her türlü şiddete rağmen hayatındaki tek güzel şey ve dayanağı ise kardeşi Nettie.

Kardeşini Doğuran Bir Kadın

mor yıllar

Filme genel olarak bakıldığında fiziksel, cinsel, psikolojik ve duygusal şiddetten örneklere sıkça rastlanmakta. Filmin ilk sahnelerinde, daha 14 yaşında bir çocuk olan Celie’nin doğum yaptığı görülüyor. Babasının çocuğunu, kardeşini, doğuruyor Celie. Aile içinde görülen en büyük ama bir o kadar da konuşulmayan cinsel şiddet türü, ensest gerçeği burada gözümüze çarpıyor.

Ensest, kanunen evlenmeleri yasaklanan iki kişi arasındaki cinsel ilişkiye verilen bir isimdir. Çoğunlukla gizli tutulmaya çalışılır. Filmde saklı tutulmasına verilen önemi en net görebildiğimiz kısım, Celie’nin doğum yaptığı sahne. Saldırgan/istismarcı babanın “Bunu tanrıdan başkası bilmesin.” cümlesi. Celie ile babası arasındaki ilişki, her ne kadar filmin sonunda Celie’nin öz babası olmadığı öğrenilse de, ensesttir. Bu kapsamda babası, Celie’nin üzerinde bir güç, otorite ve kontrol uygulamakta, baskın olmaya çalışmaktadır. Bu gücü kullanarak da doğan bebekleri birilerine para karşılığı satmıştır.

Hayatında tanıdığı ilk erkek tarafından çocukluğu alınan Celie şu cümleleri sarf ediyor:

Sevgili Tanrım, on dört yaşındayım. Hep iyi bir kız oldum. Belki bana bir işaret gönderebilirsin. Başıma gelenleri anlamama yardım et.

Celie, yaşadıklarına bir anlam veremeyerek yanlışı kendi davranışlarında aramakta. Diğer bir deyişle, stismarın gerçekliğinden kaçamayıp istismarı haklılaştırmaya ve anlam sistemi oluşturmaya çabalamakta. 14 yaşındayken maruz bırakıldığı bu durum, yaşam dönemine ve duygusal gelişimine uygun olmayan sorumluluklar almasına neden olmuştur. Onu ve yaşamını önemli ölçüde etkilemiştir. Fakat bu durumla yaşamayı kabullenmiş ve doğurduğu çocuklara bağlılık duymuştur. (Herman, 2016)

Ayrıca, babasının çok kötü güldüğünü söylemesi gibi duygusal şiddetlerinin sonucunda; Celie benlik saygısında düşüş ve güven eksikliği yaşamıştır. Gülüşlerini elleriyle kapatarak insanlardan saklamaya çalışmıştır.

“Fakirim, Siyahım, Çirkin Olabilirim. Ama Tanrım, Buradayım İşte! Buradayım.”

Filmde dikkat çeken önemli noktalardan bir diğeri, o dönemde pek çok insanın da olduğu gibi Celie ve ailesinin sosyal olarak izole olmaları ve yoksulluk yaşamaları. Bu durum babanın ev içinde yaşananları saklamasını kolaylaştırmıştır. Aynı zamanda para kazanmak adına Celie’yi bir erkeğe satmasına neden olmuştur. Bunu yaparken Celie’yi bir eşya gibi göstermiş, tanıtmış ve övmüştür.  

Yaşadıklarına ek büyük bir darbe daha alan Celie, babası tarafından evlendirilmek üzere bir erkeğe satılmıştır. Babasından sonra evlendiği kişiden de sıkça gördüğü cinsel, fiziksel ve duygusal istismar, onu daha da etkilemiştir. Albert adlı bu erkek, Celie’nin kardeşi Nettie evlerine geldiğinde, Nettie’ye tecavüz etmeye kalkışmıştır. Bunun üzerine Nettie’nin onu engellemesi nedeniyle, kardeşleri ayırmış, bunu yaparken fiziksel şiddet uygulamıştır.

Aynı zamanda sürekli ve sistematik olarak duygusal istismar uygulamıştır. Kardeşi ile ayrılışlarından sonra, Albert’ın, Celie’nin kardeşinin mektuplarını sürekli olarak saklaması, onu mektuplardan mahrum bırakması, kardeşi ile olan iletişimini engellemesi ve onu tek başına bırakması bu durumun en büyük örneklerinden biridir. Bu, duygusal istismarın bir türü olan yalnızlaştırma/tek başına bırakmadır.

Ayrıca Albert’ın bir sahnede Celie’ye karşı sarf ettiği şu cümlesi açıkça bir duygusal istismardır:

Siyahsın, fakirsin, çirkinsin, kadınsın, hiçbir şeysin.”

Evlendiği erkeğe uzun süre “Mr.” diye hitap eden ve adını sonradan öğrenen Celie, kendisini değersiz, çirkin görmüştür. Kendisini merhametsiz bir gücün eline bırakmıştır. Albert, Celie üzerinde büyük bir otorite kurmuş, gücü altında ezilmesini sağlamış. Aynı zamanda psikolojik bütünlüğüne zarar vermiştir.

Yıllar boyunca maruz kaldığı istismarlara bir süre sonra dayanamayan Celie, Albert’ı öldürme isteği duymuştur. Duyduğu öfke ve intikam isteğiyle saldırma içgüdüsü, son derece normal bir tepkidir. Fakat daha sonra Albert’ın ilişki yaşadığı Shug adlı kadının Celie’yi sevmesi ve koruması, ondan destek ve empati görmesi, Celie için iyileştirici bir güç olmuştur.

Son sahnelerde Celie’nin Shug ile birlikte evden temelli ayrılırken kurduğu “Fakirim, siyahım, çirkin olabilirim. Ama tanrım, buradayım işte! Buradayım.” cümlesi onun müthiş değişimini ve benlik saygısı ile kendisine verdiği değerin arttığını göstermekte.

Toplumdaki Şiddet Algısı

Filmde kendi imkanlarıyla toplum içinde birer birey olmaya çalışan kadınların mücadelesi çarpıcı şekilde görünmekte. Albert’ın erkek çocuğu Harpo’nun, evlendiği kadın Sophia bu noktada değinilmesi gereken bir kadındır.

Eşi üzerinde bir otorite kuran Sophia, kendinden ödün vermeyen bir kişiliğe sahiptir. Bu durum için bir işçinin Harpo’ya “Kadınları dövmezsen sana itaat etmezler.” şeklindeki tavsiyesi ve Celie’nin Harpo’ya “Döv onu.” demesi üzerine Harpo eşi Sophia’ya fiziksel şiddet uygulamaya başlamıştır. Burada Celie’nin şiddeti normal bir durum gibi görmeye başlaması oldukça dikkat çekici.

Bir başka sahnede, halkın Sophia’ya tepki göstererek “Şişko zenci” diyerek onu aşağılamalarını görüyoruz. İlgili sahnede ona vurarak fiziksel şiddet göstermeleri de görülüyor. Bu noktada insanların ırkçılık yaparak ve Sophia’yı kendilerinden ayırarak onun değerini reddetme, bir birey olarak görmeme, değersiz olduğunu düşündürme, fiziksel saldırılar ile korkutma, onurunu ve haysiyetini yıkacak şekilde davranma gibi eylemleri dikkat çekiyor.

Yukarıda verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi, filmde yer aldıkları toplumda şiddetin kabul görmesi ve erkeğin kadına şiddet uygulamasının normalleştirilmesiyle ataerkil düzenin ön plana çıktığı açıkça görülmektedir. Filmde konu edinen dönemdeki toplum, kadın erkek eşitliğinin olmadığı, ırkçı davranış ve düşünce kalıplarının olduğu ve kadınların kadın olduğu için şiddet ve istismara maruz bırakıldığı bir toplum.

Böyle bakıldığında günümüzden çok da farklı olmadığı ve onlarca yıldır değişmeyen dünyanın her yerinde, her kesiminde olan bu gerçekler, yüzümüze tokat gibi çarpıyor.

Mor Renkli Çiçekler Arasında

mor yıllar

Başından sonuna kadar her sahnenin içinde kaybolabileceğiniz ve günümüzden de örnekler bulabileceğiniz büyüleyici bir yapım… Sistematik ve düzenli bir şekilde çocuğunu istismar eden bir baba ve kardeşlerini doğuran küçük bir kız çocuğu… Konuşulmayan, gizli saklı tutulan ensest gerçeği…

Hayatında mutlu olmaya bile korkan, çekinen bir kadın olan Celie, yaşamının büyük kısmında yanında olamayan kardeşine, ondan gelecek herhangi bir mektuba ve hayran olduğu şarkıcı Shug’a sığındı. Birileri onu sevsin, ona değer versin, güvende ve bir birey olarak önemli olduğunu hissettirsin istedi. Şu an siz bu satırları okurken, pek çok kadının hissettiği gibi.

Dünyadaki her bireyin bir şekilde uyguladığı ya da maruz kaldığı, kurban rolünde ya da istismarcı/saldırgan olduğu büyük ve yadsınamaz bir gerçekken, bu konuların önemsiz görülmesi ve geri plana atılması oldukça anlamsız. Mor Yıllar filmi, aile içi şiddet konusunu etkileyici bir şekilde ele almış ve izleyiciye her açıdan farkındalık yaşatacak bir yapım olmuştur.

Umarım ki bir gün; tüm istismarların bitip tükendiği, kadınların ve çocukların korkuyla yaşamadığı, ataerkil düzenin neden olduğu toplumsal cinsiyet rollerinin kadınlar ve çocuklar üzerinde yarattığı baskının son bulduğu, ensest diye bir şeyin varlığını unutacağımız, çocukların çocukluklarının ellerinden alınmadığı ve o mor renkli çiçeklerin arasında mutlulukla koşabildiği bir güne uyanırız.

Kaynakça

  • Page, A. Z. & İnce, M. (2008). Aile İçi Şiddet Konusunda Bir Derleme. Türk Psikoloji Yazıları. 11(22), 81-94.
  • Herman, J. (2016). Travma ve İyileşme. (Tosun, T. Çev.) İstanbul: Literatür

Psk. Arzu Nur Özkan

27 Mart 1998 tarihinde İstanbul’da doğdum ve doğduğum günden beri hayatın akışında kendi yolumu bulmaya çalışıyorum. Yeditepe Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve çift anadal programı ile Psikoloji bölümlerinden derece ile mezun oldum. Yazı yazmak her zaman sevdiğim bir hobim oldu. Psikoloji gibi alanları seven hepimizi bir araya getiren Kazan’da yazılarım sizlerle buluşacak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir