Edebiyat

Yolda: Jack Kerouac’in Romanında Arayış

Yolda, Beat Kuşağı yazarı Jack Kerouac’in en meşhur kitabı hakkındaki incelememiz sizlerle.

Bu yazıda, aynı zamanda Beat topluluğun bir manifestosu haline gelen Yolda romanında “arayış” temasını inceleyeceğiz. Sonrasında da kitaba ırk ve cinsiyet meselelerine eleştirel bir açıdan bakacağız. Tüm bunlardan söz etmeden önce ise dönemi ve Beat Kuşağı’nı biraz yakından tanıyalım.

Beat Kuşağı ve Konformiteden Kaçış

Yolda

1950’ler, Amerika’da konformist yaşam tarzının zirveye ulaştığı yıllardı. Savaş sonrası devletin gazilere yaptığı yardımlar ve ülkedeki genel refah seviyesindeki artış sayesinde, orta sınıf hiç olmadığı kadar lüks yaşıyordu. Ekonomi patlamıştı. İnsanlar çalışıyor, çalıştıkça para kazanıyor, para kazandıkça da tüketiyordu.

Banliyö evler içerisinde; kadınların yalnızca kusursuz bir eş ve anne rollerine layık görüldüğü “mükemmel” bir aile resmi, televizyon izleyerek ve reklam tüketerek geçirilen akşamlar, satın alınan ikinci, üçüncü arabalar… İdeal yaşam buymuş gibiydi.

Ama görünüşe göre bu yaşam herkesi cezbetmiyordu. Yol; Amerikan Rüyasını sahte bulanları, bütün bunların dışına çıkmak isteyenleri kollarını açmış çağırıyor, başka türlü bir yaşam ve en önemlisi özgürlük vaat ediyordu. Banliyö yaşamı yerine yolları tercih eden bir grup da meşhur Beat Kuşağı topluluğuydu.

Peki Neydi Bu Beat Kuşağı?

Yolda
William S. Burroughs – AllenGinsberg – JackKerouac

Beat Kuşağı; 1950’lerde konformist ve tüketim bağımlısı bir yaşam süren Amerikan orta sınıf toplumunun savunduğu değerleri reddeden bir grup yazardan oluşan bir topluluktu. Allen Ginsberg ve Jack Kerouac, Columbia Üniversitesinde tanışıp bu topluluğun kurucuları olmuşlardı. Bu topluluğun diğer bazı üyeleri ise Neal Cassady, LucienCarr ve William S. Burroughs. Bu yazarlar hem hayatlarında hem de eserlerinde her anlamda özgürleşmeyi savunmuşlardı. Ayrıca cinsellik ve uyuşturucuyu özgürce deneyimleyip bu tarz tabu konuları ise eserlerinde açıkça işlemişlerdir.

Beat kelimesi, “başıboş, yıpranmış, tükenmiş” anlamlarına gelmekte. Uyuşturucu kullandıktan sonra gelen tükenmişlik halini veya durmaksızın yaptıkları seyahatlerin yarattığı yorgunluğu çağrıştırır adeta. Toplumun uyumsuzları, oradan oraya sürüklenenleri… Ama özellikle Kerouac’in vurgulamak istediği daha spiritüel bir anlamı da vardır. Kendisinin romanda da kullandığı “beatific” kelimesi “kutsal, kutsanmış, mutlu eden” anlamlarına gelir.

Bu yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde bir yandan Sivil Haklar Hareketi sürüyor ve siyahi insanlar eşitlik savaşı vermekteydi. Onlar bireysel ve toplumsal haklarını arıyorlardı. Beat Kuşağı ise Afro-Amerikan kültürünü epey benimsemişti. Bu nedenle, caz müzik, Beat Kuşağı topluluğunun ruhunu yansıtan bir müzik türü haline gelmişti. Çünkü caz müziğin tarihsel önemi ve büyük ölçüde doğaçlama eseri olması özgürlüğü ve başkaldırıyı çağrıştırıyordu. Kısacası Beat Kuşağı, Amerikan Rüyası çarkının bir dişlisi olmayı reddetmişti. Onlar başka türlü bir yaşam arayışına çıkmış beyaz erkeklerden oluşan bir topluluktu.

Yolda

Jack Kerouac, Yolda’da, aslında Beat Kuşağı’ndan arkadaşlarıyla kendi yaptıkları yolculukları yazmıştır. İsimleri değiştirse de Dean’in Neal Cassady, Old Bull Lee’nin William S. Burroughs, Carlo Marx’ın Allen Ginsberg olduğu bilinmekte.

Kerouac, romanı 1951 yılında üç haftalık bir süre içerisinde, kâğıt değiştirmekle dikkatinin dağılmaması için onlarca metre uzunluğunda bir rulo kâğıda aralıksız ve son derece düzensiz, zihnine geldiği şekilde yazmıştır. Bu nedenle eser, birçok düzenlemeden geçtikten ve bazı kısımlar çıkarıldıktan sonra 1957 yılında ancak yayımlanabilmiştir.

Yolda Olmak

Yolda
Neal Cassady ve Jack Kerouac

1950’lerde yol teması ortaya çıkmış ve Amerikan kimliğinin inşasında büyük bir etkisi olmuştur. Bireylerin egemen düzenin baskısından kaçıp özünü bulmaya doğru bir yolculuğa çıkması, Amerikan kültürünün ve dolayısıyla sanatının büyük bir parçası haline gelmiştir. Edebiyatın yanında sinemada da örneğin Easy Rider gibi yol filmleri günümüzde de popülaritesini koruyor.

Yolda’nın konusu, bir grup genç adamın 1940’lı yıllarda ülkeyi uçtan uca seyahat edip durması üzerinden ilerler. Özellikle ana karakter Dean Moriarty (Neal Cassady), tam bir Batı’nın adamı. Kendisi huzursuz bir Amerikan yol kahramanı olarak tanıtılmakta. Sürekli yolda, durdurulamaz… Kitabın son kısımlarına kadar, başta anlatıcı Sal Paradise (Jack Kerouac) olmak üzere, bütün grubun Dean’i takip ettiğini görürüz. Dean yolda olmanın, “kurum” olarak da adlandırılan egemen düzenin tam karşısında durmanın ve özgürlüğün timsalidir adeta.

Yolda’daki karakterler huzursuz genç insanlardır, göçebelerdir. Bir yerde kalmak, bir yere yerleşmek veya biriyle birlikte olmak sonunda her zaman bir memnuniyetsizliğe, huzursuzluğa ve kaçma isteğine neden olur karakterlerde:

“Sal, gitmemiz gerekiyor ve oraya varana kadar asla durmayacağız.”

“Nereye gidiyoruz dostum?”

“Bilmiyorum ama gitmemiz gerek” (Kerouac, 1957, s.217).

Kurumsallaşan dini reddederek Zen felsefesi ve Budizm’e yakın duran Beat Kuşağı, hayatı yaşamanın tek yolunun deneyimlemek olduğunu, bunun da yalnızca yolda ve arayışta olarak gerçekleşebileceğini savunuyordu. Kitapta karakterlerin hiçbirinin gerçekten bir şey bulduğunu görmeyiz. Örneğin, Dean her zaman babasını aradığını söyler ama onu bulmak için hiç çaba sarf etmez. Onun yerine yolculukları çoğunlukla kadınlardan ve türlü maceralardan oluşur. Ama zaten yolculuğun asıl amacı bulmak değil, arayışta olmaktır. Hayat bir yolculuktur, yolsa hayatın kendisi.

Arabalar ve Özgürlük

Yaşamın her kısmının kurallarla önceden belirlendiği bir toplumda yol, bireylere başka bir yaşam biçimi sağlıyordu. Bunun için arabalar önemli bir enstrüman, bu durmak bilmez kimliğin önemli bir parçasıydılar. Kendilerini arama arayışında olan bireylerin açık yola çıkmalarını sağladılar. Bundan da öte, arabalar yoldakilere bir özerklik duygusu vermiştir.

Şiirlerindeki birleştirici ve spiritüel üslubuyla usta Amerikan şair Walt Whitman, Beat yazarları ve elbette ki Kerouac üzerinde bariz bir etkiye sahipti. Beat yazarlarının hayatlarında ve eserlerinde sürekli takip ettiği bu yolda olma düşüncesi -hem fiziksel hem de kendini arayış için bir metafor olan yol-Whitman’ın şiirlerinde sıkça görülen bir kavram. 

Whitman, Song of the Open Road adlı şiirinin ilk satırlarında şöyle yazar:

Healthy, free, theworldbefore me, / Thelongbrownpathbefore me leadingwherever I choose. (Sağlıklı, özgür, önümde dünya, / Önümdeki uzun kahverengi yol, nereye seçersem oraya götürüyor beni.)

Arabanın direksiyonunu tutmak, kendi hayatınızın direksiyonunu tutmak gibidir. Yönünüzü, ne zaman veya nerede duracağınızı siz seçersiniz. Hiçbir sorumluluk, hiçbir bağlılık, yükümlülük yoktur. Özgürsünüzdür ve tüm dünya önünüzde serilmiştir.

Yolda’da hayat televizyonda izlenilecek bir şey değil, yolda deneyimlenecek bir şey. Romandaki karakterleri yola çıkaran his de bu. Yolda doğmuş bir adam olarak, Dean için arabada olmak evde olmak gibidir. Sal kaçınılmaz olarak bunu gözlemler: “Dean yine mutluydu. Tek ihtiyacı olan, elinde bir direksiyon ve yolda dört tekerlekti.” Arabalar, Dean’in direksiyonun arkasında kendisinin olabileceği tek yerdir dünyada.

Yolda’da Irk

Şimdi biraz daha eleştirel bakalım kitaba. Okurken fark etmemenin mümkün olmadığı bir konu var: Kitap yalnızca beyaz erkeğin tecrübesini anlatıyor. Siyahiler, Latin Amerikalılar, göçmenler ve Beat Kuşağı’nın benimsediğini söylediği herhangi bir azınlık grubun problemleriyle ilgili kitapta hiçbir şey bulamıyoruz.

Dahası, diğer gruplara karşı bir anlayıştan çok o grupların tarih boyunca ve hala yaşadığı sıkıntıları göz ardı ederek kültürlerine özenme ve hayat tarzlarını romantikleştirme söz konusu. Buna verebileceğim en iyi örnek, üçüncü kısmın başlarında Sal’in şu düşünceleri:

Leylak rengi akşamlarda yürüdüm, her tarafım zonklarken, Denver’ın zenci mahallelerinde, Welton’ın ve 27. Caddenin ışıkları arasında, kendi kendime neden Negro olmadığımı sorarak, beyaz dünyanın bana sunmuş olduğu sevincin, hayatın, neşenin, şamatanın, karanlığın, müziğin ve gecenin yetersizliğini hissederek . . .  Denver’da bir Meksikalı, hatta deliler gibi çalışan yoksul bir Japon olmayı istedim, ama ne kasvetli ve ne acıydı ki hayal kırıklığına uğramış bir “beyaz”dım. Hayatım boyunca beyazlara özgü hırslarım olmuştu, San Joaquin vadisinde Terry gibi bir kadım bırakır mıydım yoksa?

Roman boyunca okuduğumuz, yalnızca beyaz erkeğin tecrübe edebileceği bir hayat tarzı. Mesela o dönemde bir kadının veya siyahi bir insanın ırkçılığa, sözlü ve fiziksel tacize uğramadan bu şekilde hayatı ve yolu tecrübe etmeleri mümkün mü? Günümüzde bile pek değil ne yazık ki.

Yolda’da Cinsiyet

Cinsiyet açısından bakarsak, roman boyunca kadınlar hep arkada bırakılıyor. Beatlerin tahammül edemeyip kaçtıkları topluma nedense sık sık dahil olma girişimlerinde, kadınlar bir düzen kurma aracı olarak kullanılıyor. Örneğin; Dean karakteri, Marylou ve Camille arasında roman boyunca gidip geliyor. Camille ile evlenip ondan çocuk sahibi oluyor. Ama sonunda bu hayattan sıkılıp, kadınları ve çocuklarını arkasında bırakarak yollara düşüyor.

Dean gibi, Ed Dunkel karakteri de sevgilisi Galatea ile evleniyor. Galatea da Ed Dunkel’a bir ayak bağı olarak var oluyor roman boyunca. Öte yandan Marylou, diğer kadın karakterler gibi evde değil Dean ile beraber seyahatlerde, arabada olması nedeniyle, romandaki en bağımsız kadın. Yine de onu hem Dean’den bağımsız bir durumda görmüyoruz hem de namussuz bir kadın olarak tasvir ediliyor çoğu kez. Yani ev içindeki görevlerinin başında olmayan kadın, cinselliğiyle kategorize edilmekten kurtulamıyor. Kadın, hayatın içinde erkek gibi kendisi olarak var olamıyor.

Bu durumda Beatlerin aslında “kurum”un dışına çıkmakta çok da başarılı olamadıklarını söyleyebilir miyiz? Bence “evet.” Romanda sürekli kadının erkeği hayattan alıkoyan bir bağlılık, bir yük gibi gösterilmesi durumları söz konusuyken, erkeklerin dönüp dolaşıp bir şekilde evlilik kurumunun içinde, bir ayakları dışarda da olsa yer aldıklarını görüyoruz.

Diğer Bir Konu: Tüketim

Tüketim çılgını Amerikan toplumunu eleştiren Beat üyeleri, aslında roman boyunca birçok şeyi tüketiyorlar. Arabalar, kadınlar, uyuşturucular… Örneğin, Dean arabaları o kadar iyi biliyor ki kullanırken arabalarla adeta bir bütün oluyor. Bu yolculuklar sırasında paramparça hale geliyor arabalar. Kadınlar, bireyler olarak değil tüketilecek ve sıkılınca bırakılacak şeyler olarak görülüyor. Uyuşturucu ise hayatlarının merkezinde ve en çok tükettikleri şeylerden biri. Old Bull Lee ve eşi Jane’in çocukları olmasına rağmen paralarının çoğunu uyuşturucuya harcaması da buna bir örnek.

Elbette nasıl bir okuma yapacağı okuyucuya kalmış. Kerouac’in özellikle karakterleri bu şekilde kurguladığını düşünmüyorum, zaten kurgudan çok Kerouac’in kendi yolculuklarından ilham alarak, sansürsüz ve zihninden aktığı gibi yazmış bu romanı. Daha çok dönemi yansıtmış.

Her şekilde Yolda, Beat Kuşağını anlamak için kesinlikle okunması gereken bir eser. Ayrıca Kerouac’in özgür ve ritmik düzyazısı, tecrübelerini, hislerini coşkuyla ifade edişi kitabı okumaya değer yapan niteliklerinden. Ama dönemi beyaz bir adamın bakış açısıyla anlattığı için, Amerika gibi çeşitli ırkları, azınlık gruplarını içinde bulunduran bir ülkede yapılan yolculukları anlatan bu kitapta, eksiklikleri görmemek mümkün değil. Dönemin en özgür zihinlerinin bile ırk ve cinsiyet meselelerine bakışındaki bu sığlık, insanın dönemden çok da bağımsız olamadığını gösteriyor belki de.

Kaynaklar:

Kerouac, Jack. On the Road, The Viking Press, New York, 1957.

https://en.wikipedia.org/wiki/Beat_Generation

Whitman, Walt. “Song of The Open Road by Walt Whitman.” Poetry Foundation, Poetry Foundation, https://www.poetryfoundation.org/poems/48859/song-of-the-open-road.

Gizem Karabulak

Merhaba! Ben Gizem, 7 Şubat 1997 yılında İzmir'de doğdum. Ege Üniversitesinde Amerikan Kültürü ve Edebiyatı okudum. Freelance içerik yazarlığı yapıyorum. Amacım okumak, öğrenmek, öğrendiklerimi yazmak, yazdıklarımınsa hem öğretip hem keyif vermesi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir