Sinema

Spencer: Melankoli

Spencer, Steven Knight’ın senaryosunu yazdığı, Pablo Larrain tarafından yönetilen melankolik bir yapım. Filmde Lady Diana’nın boşanmaya karar verme sürecini anlatılıyor.

Noel Arifesi

Spencer, 1991 yılının Noel’inde geçiyor. Noel arifesinde kraliyet ailesinin buluşacağı eve tek başına gelen Diana’nın ruh haline onu gördüğümüz ilk sahneyle birlikte hakim oluyoruz. Diana’yı yeşilliklerle dolu huzurlu bir yolda tek başına araba kullanırken görüyoruz. Kısa süre sonra arabasını durdurup insanlara yol soruyor.

Bunu yaparken ise mahcup ve hüzünlü bir ifade var yüzünde. Fakat filmin başında Diana’yı böyle görmek bir seyirci olarak onu yadırgamama neden oluyor. Çünkü aklımdaki Lady Diana algısı birden bire darmadağın oluyor. Bu algının kırılmış olması filmin vuruculuğunu arttırıyor. Fakat seyircinin Diana’ya yakın hissetmesini de güçleştiriyor.

Spencer, Diana’nın çocukluğunu geçirdiği topraklara yaklaşmasıyla güzelleşiyor. Babasının ceketini bir korkuluğun üzerinde gören Diana canlanıyor. Ve ilk sahnede gördüğümüz buz gibi kadın koşarak korkuluğun yanında soluk alıyor. Ve tabii ki ceketi korkuluğun üzerinden çıkarıp arabasına geri dönüyor.

Noel’in kutlanacağı devasa saraya geldiğinde ise Diana’yı asık suratlı bir adam yanındaki tartıyla karşılıyor. Bunun bir Noel geleneği olduğunu söylüyor. Fakat Diana, kraliyetin esas amacının kendisinin yeme bozukluğundan kaynaklanan kilo kaybını ölçmek olduğunu düşünüyor. Ve buna rağmen tartıya oturmak zorunda kalıyor. Bunun üzerine oğulları William ve Harry merdivenlerden inip annelerini karşılıyorlar. Ve Diana onları sevgiyle kucaklıyor. Aralarındaki ilişkinin yakınlığı bu sahnede gözler önüne seriliyor.

Bu sahnede başka bir unsur daha göze çarpıyor. Diana oğlu Harry’nin üzerindeki eski ceketin ne olduğunu soruyor. Ve Harry üşüdüğünü söylüyor. Bunun üzerine Diana yanında kim olduğunu önemsemeden kraliyeti eleştirmeye başlıyor. Ve koskoca kraliyet ailesinin bulundukları sarayı bile ısıtmamasından yakınıyor. Daha sonra akşam yemeği için hazırlanmaya gidiyor. Fakat içinde bulunduğu ruh hali hazırlanmasını güçleştiriyor. Bu sırada giyinmesine yardımcı olan Maggie ona mental destek veriyor.

Spencer’ın İncisi

Spencer

Spencer, metaforların oldukça yerinde kullanıldığı bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Filmin başından beri Diana’yı tetikleyen bir sorun olduğunu düşünüyoruz. Ve Diana’ya giymesi için verilen yeşil elbisenin üzerine takacağı inci kolyenin sorun teşkil ettiğini öğreniyoruz.

Eşi Prens Charles kolyenin aynısını sevgilisine de almış ve Diana bunun farkına varıyor. Kocaman bembeyaz inci taneleri Diana için karanlık dışında bir anlam ifade etmiyor. Ve Diana kolyeden nefret etmesine rağmen onu boynuna takıyor.

Spencer, Diana’nın yemek masasına oturmasıyla birlikte başka bir hal alıyor. Filmin hüzünlü ve melankolik atmosferi değişiyor. Ve Spencer‘ın anlatım dili sertleşiyor. Filmin en önemli sahnelerinden biri olarak gördüğüm yemek masası sahnesi, Diana’nın yaşadığı sorunların büyük bir kısmını gözler önüne sermeyi başarıyor. Bu sahnede Diana masaya oturduğu andan itibaren herkes tarafından göz hapsine alınıyor. Fakat tüm hikâye Diana’nın bakış açısından ilerlediği için herkes gerçekten ona mı bakıyor yoksa Diana mı böyle olduğunu hissediyor sorusu akla geliyor.

Diana elbisesiyle aynı renk olan çorba önüne geldiğinde kaşığı eline alıyor ve yeniden masadaki herkesle bakışmaya başlıyor. Charles tarafından hediye edilen inci kolye boynunu sıkıyor. Ve Diana nefes alamayacak hale geliyor. Bunun üzerine yaşadığı panikle masayı hızla gözden geçiriyor. Bu sırada da sürekli biyografisini okuduğu Anne Boleyn’i masada görüyor. Yaşadığı panik kolyesini koparmasına neden oluyor. Ve kolyenin kopan parçaları çorbasının içine düşüyor. Bu sırada seyirci neler olduğunu anlamaya çalışıyor ve gergin hissediyor.

Kolyesinden dökülen inci tanelerini içen Diana, rahatsız edici bir portre çiziyor. Fakat bu rahatsızlık tam sonlanması gereken noktada bitiyor ve Diana’nın koşarak tuvalete gittiği görülüyor. Bu sırada boynunda duran inci kolyesi ise olanları özetliyor. İnci bu noktada Diana’nın boğazına düğümlenen duygularının ve söyleyemediklerinin sembolü olarak karşımıza çıkıyor.

Bay Spencer’ın Ceketi

Spencer‘da Diana’nın babasına ait ceketi bulması ve onu tamir edip temizletmesi bir sürecin başladığını gösteren önemli bir metafor olarak karşımıza çıkıyor. Diana ceketi odasında bir mankenin üzerine astırıyor ve zaman zaman onunla dertleşiyor. Hatta bir sahnede delirdiğini ve bir ceketle konuşmaya başladığını dile getiriyor. Filmin sonuna doğru inci kolyenin de ceketle birlikte asılmış olması, yaşanan sıkıntıların özgürlüğe giden yolu açtığını gözler önüne seriyor.

Diana’nın çocuklarını alıp yeni hayatına başlarken üzerinde bu ceketin olması metaforun etkili bir şekilde kullanıldığının kanıtı oluyor. Film boyunca işlenen ve sonucunda bir yere bağlanan bu gibi metaforlar eserin akılda kalıcılığını ve duygusunu arttırıyor.

Spencer ve Anne Boleyn

Spencer

Spencer‘da kullanılan en önemli metaforlardan biri şüphesiz ki Diana’nın Anne Boleyn’in biyografisini okumasıydı. Kraliçe Elizabeth‘in görevlendirdiği eski bir askerin Diana’nın gözcüsü olması üzerine Diana kitabın bu adam tarafından odasına koyulduğunu fark ediyor. Bunun üzerine beklenenin aksine kitabı bir köşeye atmıyor. Çünkü Anne Boleyn’in hayatıyla kendi yaşamı arasında tüyler ürpertici benzerlikler olduğunu fark ediyor.

Anne Boleyn’in yaşadıklarına Spencer‘da oldukça tadında değinildiğini düşünüyorum. Bir biyografik eserin içinde başka bir biyografiye yer vermek ve iki kişi arasında paralellik kurabilmek oldukça ustaca yapılmış. Anne Boleyn, Kral 8. Henry’nin başka bir kadına aşık olduğu için iftira atarak giyotine gönderdiği kraliçedir. Filmde Anne Boleyn’le karşılaşmak beni oldukça şaşırtmış olsa da 8. Henry ile Prens Charles arasında bazı benzerliklere dikkat çekilmesi de insanın kanını donduruyor.

Bir sahnede Prens Charles, Diana’nın Noel arifesine gecikmesini üstü kapalı bir şekilde de olsa başka bir erkeğe bağlıyor. Bu noktada devreye Diana’nın aklı giriyor. Her ne kadar ruhsal sorunları yüzünden bunalmış olsa da orada sağlıklı düşünebiliyor Lady Diana. Ve Prens Charles’ın yaptığı bu suçlamanın nedeninin yalnızca kendi suçunu örtpas etmek olduğunu biliyor.

Spencer‘da Charles ve Diana’nın çocuklarıyla ilgili almaları gereken kararları bile oturup konuşamadıklarını gözler önüne seriliyor. Charles’ın Diana’nın isteklerini göz ardı etmesi dikkat çekiyor. Üstelik Charles onun tüm sorunlarını bilmesine rağmen Diana’nın sıkıntılarını utanılacak bir şeymiş gibi lanse etmekten çekinmiyor. Kahvaltı masasında yumurtaları ve balları yapmak için uğraşan hayvanlara saygı göstermesini ve kiliseden dönene kadar onları tuvalete çıkarmaması gerektiğini söylüyor. Ve işte o sahnede seyirci Charles’a büyük bir nefret duyuyor.

Spencer’da Anne-Çocuk İlişkisi

Spencer

Spencer, Diana, William ve Harry’nin ilişkisini hem sıcak hem de tüyler ürperten yönleriyle göz önüne seriyor. Diana oğullarıyla kendisi de bir çocukmuş gibi eğleniyor. Ve bunun yanında onların dertlerine ortak oluyor. Üstelik bunu yaparken onlara kraliyet ailesinin dışında normal bir insanın nasıl bir şey olduğunu da öğretiyor.

Üşüyen küçük oğlu Harry’i sarmalıyor, çocuklarına hediye verdiği zaman normal insanlar gibi onları açmak için Noel’i beklemeleri gerektiğini tembihliyor. Bu da onu her şeyden önce tüm varlığıyla çocuklarını seven bir anne haline getiriyor.

Fakat filmin ilerleyen safhalarında Diana ve William’ın aralarındaki ilişki anne oğul ilişkisinden büyük ölçüde sapıyor. Ve Diana yalnızlığını büyük oğluyla dertleşerek gideriyor. Henüz küçük bir çocuk olmasına rağmen oğluna saçma bir şey yaptığı takdirde kendisini uyarmasını söylüyor. Ve bu da o yaştaki bir çocuk üzerinde ciddi travmaların oluşumuna sebebiyet verebilecek bir hareket gibi görünüyor. Özellikle Noel yemeği öncesi William, Diana’ya normal davranması için yalvarıyor ve çaresizlik içinde annesinin düzelmesini umut ediyor.

Spencer, Evine Dönüyor

Diana’nın çocukluğunun geçtiği eve çok yakın olması onda sürekli bir eve dönme arzusunu tetikliyor. Fakat evlerinin yıkılmak üzere olduğu, bu yüzden oraya gitmemesi gerektiği konuşuluyor. Diana karanlıkta bir kez evine gitmeyi denese de başarılı olamıyor.

Bu durum onun ruhsal durumunu oldukça derinden sarsıyor. Ve en nihayetinden Noel gecesi herkesi hiçe sayarak evine gidiyor. Ve en büyük gözcüsü onu kendi haline bırakıyor. Diana’nın ve kraliyet ailesinin kurtuluşunun onun ölümüyle mümkün olabileceği izlenimini veriyor.

Diana sonunda Spencerların evine vardığında kendi içsel dönüşümünün ilk adımını atmış oluyor. Karanlık ve sahiden yıkılmak üzere olan bir evde kendi çocukluğunu ve gençliğini görüyor. Bu sahnelerin sinematografik olarak Diana’nın ruh halini en güzel anlatan sahneler olduğunu düşünüyorum. Bu sırada intihar etmeye karar veren Diana’yı ise sürpriz bir isim kurtarıyor.

Mercek Altında

Spencer, Diana’nın ruhsal durumunu mercek altına alırken Diana’nın kendisinin de dürbünle izlendiği hissini seyirciye olması gereken dozda hissettiriyor. Diana’nın hayatının hiç de kolay olmadığını, yaptığı her hareketin başka insanlar tarafından kontrol edildiğini yüreğimiz sızlayarak seyrediyoruz.

Filmin benim için en önemli sahnelerinden biri ise Diana’nın filmin başından beri buz gibi bir tavır sergileyen aşçıyla konuşması oluyor. Aşçı Diana’ya özellikle çalışanların her şeyi duyduğunu ve gördüğünü, bunlarla çekinmeden dalga geçtiklerini anlatıyor. Ve sözlerine ona gülmediklerini, yalnızca onun için endişelendiklerini ekliyor. Özellikle dostu olarak gördüğü Maggie’nin de ona sonsuz bir sevgiyle hatta aşkla bağlı olması Diana’ya güç veriyor.

Spencer Etkisi

Spencer, biyografik bir eserden daha çok psikolojik bir gelirim filmi olarak karşımıza çıkıyor. Bugüne kadar pek çok esere ilham olan Lady Diana’nın hayatının üç günü etkileyici bir şekilde gözler önüne seriliyor.

Özellikle soğuk kış gecelerinde içinizi daha da soğutacak, melankolinize hüzün katacak muhteşem bir yapım Spencer. Fakat uyarmadan geçemeyeceğim, Spencer, Diana olayına hakim olmayan seyircilerin anlayabileceği ve bilgi sahibi olabileceği bir film değil.

Bilinen tarihsel gerçeklerin mercek altına alındığı bir film hiç değil. Yalnızca bir kadının psikolojisi üzerinden olayları değerlendiren bir yapım. Bu nedenle biyografi türüne yeni bir soluk getiriyor. Filmi izlemek isteyenler Netflix’ten ulaşabilirler. Şimdiden iyi seyirler.

Kumsal Kıvılcım

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Sinema TV eğitimi aldım ve aynı okulda yüksek lisans eğitimime devam etmekteyim. Kendimi, yazıp yönettiği üç kısa filmini ve bolca öyküsünü cebine koyup sanatın aydınlık sokaklarında dolaşan bir hayalperest olarak tanımlayabilirim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir