Edebiyat

Dört Anlaşma: Miguel Ruiz’in Çok Satan Kitabı

Dört Anlaşma hakkındaki incelememiz sizlerle.

Dört Anlaşma, kendi kendine yardım başka bir deyişle kişisel gelişim üzerine kaleme aldığı eserlerle tanınan Meksikalı yazar Miguel Ruiz’in çok satan kitabı. İşte, bu yazıda, yazarın dilimize Dört Anlaşma (Charming Petites) şeklinde çevrilen eseri üzerine bir inceleme gerçekleştireceğiz. 

İncelemeye geçmeden önce ise Miguel Ruiz’i kısaca da olsa tanımanın faydalı olacağını düşünüyorum. Miguel Ruiz, 13 çocuğun en küçüğü olarak bir Meksika kırsalında yaşama gözlerini açıyor. Şaman bir aile geleneği içinde yetişen adamın ailesi, Toltek adı verilen bir yaşam sanatının taşıyıcıları aynı zamanda. Bu yaşama sanatının bilgileriyle büyütülen Ruiz, gençlik yıllarında bu geleneksel yaşamın içinde yer almayı reddeder. Bunun yerine, tıp fakültesinde cerrahlık okur. Ancak Ruiz’in 70 yılında geçirdiği bir kaza hayatında dönüm noktası olur.

Bu kazanın ertesinde, cerrahlığı bırakır ve kendini Toltek geleneğine adamaya karar verir. Dedesi öldüğü için, Meksika’da yine şaman olan başka bir bilgeden eğitim alır. Aynı zamanda “iyileştirici” olan annesi tarafından da yönlendirilmeye devam eder. Nihayetinde Miguel Ruiz Toltek geleneğinde nogual adıyla bilinen mertebeye yükselir.

Bu artık Ruiz’in “kişilerin kendini bulma yolculuğunda onlara Toltek bilgisini öğretebilecek olan bir rehber olduğu” anlamına gelmekteydi. Böylelikle, Miguel yaşamını artık tamamıyla Toltek ilkelerini öğretmeye ve paylaşmaya adamıştı.

İşte, Kuraldışı Yayıncılık’tan çıkan, Dört Anlaşma onun Toltek geleneği hakkındaki bilgilerini paylaştığı ve okurları için yaşam pratikleri sunduğu kitaplardan yalnızca biri. Böyle olmasının yanında, Dört Anlaşma’nın yazarın en çok ses getiren eseri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. İlk olarak 1997’de yayınlanan eserin Amerika’daki satışlarının yedi milyonu aşması, ardından 46 dile çevrilmesi, Meksika’da “ulusal hazine” olarak anılması bu söylemi destekler nitelikte.

Ruiz’in yaşamına kısaca göz attıktan sonra, öncelikle kitabın içindekiler bölümüne hep beraber kısaca göz atalım.

Dört Anlaşma’nın İçindekiler   

Bu yazıda inceleme için kullandığım eser çevirmeliği Nil Gün tarafından yapılan ve Kuraldışı Yayıncılık’tan çıkan 35. baskı.  

Dört Anlaşma; Sunuş, Teşekkür, Giriş ve Toltekler hakkında verilen kısa bilgiler dışında toplam 7 bölümden oluşuyor. Bu bölümler arasında yer alan başlıklar şöyle: Ehlileşme ve Gezegenin Rüyası, Birinci Anlaşma (Kullandığın sözcükleri özenle seç), İkinci Anlaşma ( Hiçbir Şeyi Kişisel Algılama), Üçüncü Anlaşma (Varsayımda Bulunma), Dördüncü Anlaşma (Daima Yapabildiğinin En İyisini Yap), Özgürlüğün Toltek Yolu, Yeni Rüya.

Artık başlıkları detaylıca incelemeye geçiş yapabiliriz.  

Toltek Nedir?

Dört anlaşmanın ne olduğuna geçmeden önce Miguel Ruiz,  ilk olarak Toltek geleneğini tanıtmakla işe başlar kitabına. Bunu yaparken de hemen bir kafa karışıklığını giderir. Bu kafa karışıklığının nedenini, antropologların Toltek’i bir ülke ya da ırk olarak tanımlamalarına dayandırır. “Oysa” der Miguel Ruiz ve ekler: “Toltek, kadim spirütüel bilgileri ve uygulamaları araştırmak ve korumak için bir toplum oluşturan bilim insanları ve sanatçılardı.”[1]

Başka bir deyişle, Toltek ustalar (nagual) ve öğrencilerden oluşan bir topluluğa karşılık gelmekteydi. Bu noktada belirtmek gerekir ki, Toltek bugün hala canlılığını koruyan bir öğretidir aynı zamanda. Geçmişi resmi kayıtlarda 9. yüzyıla dayanan Toltekler Ruiz’in belirttiği üzere, 12. yüzyıldan sonra farklı kollara ayrılmıştır.  Yazarın kendisi ise Tolteklerin Eagle Knight soyundan gelen bir nagual. Bu noktada, Ruiz bir ayrıntıya dikkat çeker, o da şudur: Toltek ne bir din ne de bir felsefedir. Ona göre, “yaşam sanatı” tanımı Toltek’in en iyi ifadesi. Bu geleneği aynı zamanda mutluluk ve sevgiyi bilmeyi kolaylaştıran bir öğreti olarak değerlendirmek de mümkün.   

Ehlileşme ve Gezegenin Rüyası   

Ruiz’in belirttiği üzere, Toltek geleneğinde ehlileştirilmiş olan veya yargıç, yasa ve inanç sistemi tarafından zihni kuşatılan herkes hasta olarak kabul edilmekte. Bu nedenle, Ruiz Toltek bilgeliğine geri dönüşün çağımızda bir gereklilik arz ettiğini ileri sürer. Günümüz göz önüne alınınca, o, bu tespitinde pek de haksız sayılmaz. Ancak onun haklılık payını görmek için öncelikle Ruiz’in ehlileştirilmiş olan, yargıç, yasa ve inanç sistemleri ile neyi kast ettiğini açmak gerekir. Bunun içinde bakışlarımızı bir sonraki bölüme çevirmemiz gerekli.

Gezegensel/Toplumsal/Kolektif Rüya

Ruiz, Birinci Bölüm’e “her bireyin toplumsal rüya adını verdiği bir yanılsamanın esareti altında olduğu” tespitiyle giriş yapar. Gezegensel veya kolektif rüya olarak ifade edebileceğimiz toplumsal rüya; normları, gelenekleri, yasaları, inançları, okulları, dinleri ve kültürleri içine alır. Ona göre, toplumsal rüyanın en temel işlevi bireylere nasıl rüya görmeleri gerektiğini öğretmek. Başka bir deyişle, toplumsal rüya olan biten karşısında nasıl davranmaları, ne söylemeleri ve nasıl hissetmeleri gerektiğinin kurallarını öğretir bireylere. 

Peki ama nasıl? Bilindiği gibi, bireyler doğduklarında belli bir coğrafyanın, milletin, ailenin içine doğar. İşte, Ruiz bunlardan her birinin bireyleri toplumsal rüyaya hazırlayan unsurlar arasında yer aldığını belirtir. Ebeveynler, eğitim sistemi ve din kurumları bireyleri toplumsal rüyaya hazırlayan en önemli araçlardan. Bizler de onların kurallarını uyum sağlarız. Bu rüya aile içinde ebeveynler, okulda öğretmenler, din içinde ise din insanları tarafından öğretilir durur. Bu durum Ruiz’in insanları ehlileştirme adını verdiği sürece karşılık gelir.  

Gerçekten de gündelik yaşama bakınca işlerin bu şekilde yürüdüğünü görürüz. İçinde yaşadığımız toplumu merkeze aldığımızda şu örnekleri verebiliriz: Büyüklere saygı duymak, bayramlarda büyüklerin elini öpmek, büyüklerin karşısında bacak bacak üstüne atmamak vs.

Ehlileşme

Anlaşıldığı gibi, Ruizci bakış açısından nasıl yaşayacağımızı ehlileştirme yoluyla öğreniriz. Bununla beraber; kadın olmanın, erkek olmanın, çocuk olmanın ne olduğunun bilgisi de. Bu aşamadan sonra Ruiz artık bireylerin kendi kendini ehlileştirebildikleri yeni bir düzeye geçtiklerinden söz eder. Böylelikle artık hangi durumda nasıl davranması gerektiğini ezbere biliriz. Çünkü bireyin elinde artık nasıl davranması gerektiğini söyleyen bir Yasa Kitabı mevcuttur. Bireyler, ebeveynlerinden ve toplumdan öğrendiklerini içeren Yasa Kitabına göre hareket ederler ve yargılarda bulunurlar.

Bu açıdan, Ruiz’e göre kendini ehlileştirebilme düzeyine gelen her birey toplumla bir anlaşma yapmış olur. Bu anlaşmayla toplumsal rüyaya dâhil olmuş olur. Eğer birey yanlış bir şey yaparsa, bilir ki yasa kitabına aykırı davranmıştır. Böyle anlarda bireylerin içindeki “yargıç” hemen harekete geçer ve kendini cezalandırır.

Yargıcın yanında, bireyin bir diğer parçası “Kurban”dır. Bu parça, bireylerin suçluluk duygularını ve utançları taşımakla görevli. Ancak bu suçluluk duygusu hiç bitmez. Uzun bir süre geçse bile, zihin yapılan hataları tekrar tekrar hatırlatır bireylere. Böylece birey her seferinde yeniden utanmaya devam eder. Bu döngüyü Ruiz “zihin sisi” olarak tanımlar ve şöyle ifade eder: 

İnsan zihninin durumu işte budur: büyük mitote. Bu büyük mitote yüzünden gerçekte kim olduğunuzu göremiyorsunuz. Hindistan’da buna mitote maya diyorlar. Bu, illüzyon anlamına geliyor, kişiliğin “ben” sandığı şey.[2]

Dört Anlaşma   

Buraya kadar söylenenler, bireylerin toplumla yaptıkları anlaşma sonucunda Yasa Kitabına göre yaşadıkları anlamına geliyor. Bu da bireylerin oldukları gibi değil, insanların onlardan olmalarını istediği gibi yaşam sürdürmeleri demek. Ruiz böyle bir yaşamda bireylerin diğerlerine “iyi” görünmek kaygısı taşıdığını belirtir. Kendi olamayan birey, sahte bir benliğin arkasına gizlenir. Bu nedenle hep kaygı içindedir. 

Ruiz, bu noktada kolektif rüyadan çıkmanın bireylerin elinde olduğunu belirtir. Bunun yolu, bireysel cennet rüyasını keşfetmekten geçer. Peki, nasıl? İlk olarak Ruiz’e göre, bireyler içinde oldukları rüyanın ve kendilerini yöneten anlaşmaların farkında olmalılar. Ardından enerjilerini tüketen anlaşmaların yerine, Ruiz’in bireylerin enerjilerini yükselteceğini ileri sürdüğü dört anlaşmaya sadık kalmalıdırlar.

Bunun çok da kolay bir iş olmadığının altını çizerek, kişilerin güçlü bir iradeye sahip olmaları gerektiğini belirtir Ruiz. Aynı zamanda, dört anlaşmanın aslında Tolteklerin ustalıklarından biri olmakla beraber, dönüşüm ustalığının bir ifadesi olduğunu da. Bu ustalık ve dönüşüm, toplumsal rüyayı aşıp bireylerin kendi rüyalarını inşa etmelerine olanak tanır.

Kullandığın Sözcükleri Özenle Seç  

Özgürlüğe giden yolda, kendimizle yapacağımız anlaşmanın ilk maddesi, kullandığın sözcükleri özenle seç!

Ruiz’in kullandığımız sözleri özenle seçmekten kastı, sözcüklerle kusursuz bir iletişim dili yaratabilmek aslında. Çünkü sözler insanların yaratma gücüdür. Niyetler ve gerçeklik sözle var kılınır. Sözlerle zihinlere tohum ekilir. Sözün yanlış kullanımı kötü sonuçları beraberinde getirir. Bununla beraber, kendimizi aşağıya çekmemize neden olur. Biri bizim hakkımızda herhangi bir fikri dile getirdiğinde ya da kendi kendimize bunu yapıyorsak aslında anlaşma yapıp kendimizi bu fikre inandırıyoruz. Bir nevi büyüdür bu Ruiz’e göre.

Örneğin, aynaya bakarken “çok çirkinim,” diye iç geçirdiğimizde kendimizle bir anlaşma yapıyoruz. Ardından, belki de dünya güzellerinin resimlerine bakıp kendimizle kıyas ederek çarpık fikrimizi güçlendiriyoruz. Böylece zihnimize ektiğimiz tohum (çok çirkinim) zaman içinde büyüyor. Nihayetinde bu inanç enerjimizin yitimiyle sonuçlanıyor.     

Başkalarının sözlerinin bizler üzerindeki etkisine örnek olarak şunu verebiliriz: Dışarıya çıktığımız günlerden birinde arkadaşımızla karşılaşıyoruz. O bizi görür görmez ne kadar çok kilo almış olduğumuzdan söz ediyor. Ruiz’e göre, kişiler bunu bazen bilerek bazen de hiç farkında olmadan yapıyor. Fakat her ne olursa olsun, biz karşımızdakinin sözünü içselleştirdiğimiz an bir anlaşma yapmış oluyoruz. Böylece gerçekten kilolu olduğumuzu düşünüyor ve buna inanmak için kanıtlar arıyoruz. Bu aşamada Ruiz şöyle bir noktaya dikkat çekmekte: 

Olumsuz fikirleri kabul etmek ancak olumsuz fikirlerin verimli olduğu bir zihinde olabilir. Siz sözlerinizde saflığı ve gerçeği ifade ettiğiniz sürece, zihniniz kara büyüden gelen sözler için verimli bir ortam oluşturmaz. Böyle bir zihin sadece sevgiden gelen sözler için verimli olur. [3]

İşte, bu nedenle her birey kullandığı sözcükleri özenle seçmelidir. Kişi kelimeleri özenli kullandığında, dışarıdan gelen özensiz söylemlere zihni kapalı olur. Bu özelliğinin yanında, birinci anlaşmanın başka bir özelliği, diğer üç anlaşmanın bu maddeden doğmasıdır.

Hiçbir Şeyi Kişisel Algılama   

İkinci altın madde: Hiçbir Şeyi Kişisel Algılama!

Bu madde ile ilk madde arasında koparılmaz bir bağ vardır. Çünkü bir şeyi kişisel algılamak, kişisel olarak algıladığımız söze katılmak ile mümkündür. Aynı zamanda bireysel önemlilik ile. Peki, nedir bireysel önemlilik? Bu sorunun yanıtını Ruiz’in kendisinden öğrenelim:

Bireysel önemlilik ya da kişisel algılamak, bencilliğin en düzeydeki ifadesidir. Çünkü her şeyin “kendimizle ilgili” olduğunu varsayarız. Eğitim sürecimiz içinde, ehlileştirme sürecimiz içinde her şeyi kişisel algılamayı da öğreniriz. [4]

Anlaşıldığı gibi, söylenenleri kişisel algılamak toplumsal rüyanın bize kazandırdıklarından. Bu söylenenler iyi de olsa kötü de olsa bunların bizi etkilememesi gerekir. Çünkü Ruizci bakış hiç kimsenin bir başkasını merkeze koyarak bir eylemde veya davranışta bulunmadığını iddia eder. Buna göre, aslında eylemler ve söylenenler tamamen kişinin kendisiyle ilgilidir.

Söylenenleri ya da eylemleri kişisel algılamak bireyleri büyücüler için av haline getirir. Yani birinin bize “çirkin” olduğumuzu söylemesi, aslında o kişinin duygu, düşünce ve inançlarından izler taşır. Başka bir deyişle, kendi rüyasının yansımasıdır. Ancak birey söyleneni veyahut yapılanı kişisel algıladığında, o düşünceyi ve eylemi kendisine ait kılmış olur. Bu nedenle, söylenenleri kişisel algılamaktan uzak durmak gerekir.

Varsayımda Bulunma

Ruiz’in kendimizle yapacağımız anlaşma için sunduğu üçüncü madde: Varsayımda Bulunma!

Çünkü ona göre her varsayım beraberinde bir acıyı getirir. Ona göre, ilişkilerdeki sorunların büyük bir kısmı da varsayımdan kaynaklanır. Örneğin, kişiler birbirilerine sorunlarını açık bir şekilde dile getirmek yerine karşı taraftan kendilerini anlamalarını ister. Karşı taraf kendisini anlamadığında, varsayımlarda bulunur: Beni düşünmüyor, anlamıyor, bu işin içinde başka bir şey olmalı vb.

Böyle olduğunda, ilişkiler büyük yaralar alır. Yürüttüğümüz varsayımlar Ruiz’e göre, kendimizi güvende hissetmek için her şeyi anlamlandırma ve haklı çıkarma çabasından kaynaklanır. Ancak varsayımın sonuçları oldukça yıkıcıdır. Bunun yerine Ruiz soru sormanın, varsayım yapmaktan her zaman iyi sonuçlar vereceğinin altını çizer. Bu nedenle, her zaman açık iletişimden yana olmamızı öğütler.  

Anlaşıldığı gibi, varsayımdan kaçınmalıyız. Çünkü o kuracağımız bireysel cennetin en büyük düşmanlarından biri.

Daima Yapabildiğinin En İyisini Yap

Daima yapabileceğinin en iyisini yap.” ilk üç anlaşmanın eylem versiyonudur.  

Elimizden gelenin fazlasını yapmaya çalışmak bizi her zaman zorlar. Azını yapmak ise suçluluk çekmemize neden olur. Bu olgudan hareketle Ruiz, elimizden gelenin en iyisini yapmanın en ideal yol olduğunu söyler. Aynı zamanda, elinden gelenin en iyisini yapmak bireyleri rahatlatır da. Böylelikle büyü tehlikesine kapalı oluruz. Çünkü elimizden gelenin en iyisini yaptığımızı biliyoruzdur. Başkaları tam tersini söylese de biz bundan eminizdir. Böylece hem başkalarının hem de içimizdeki yargıcın söylemlerine aldanmayız.  

Son: Özgürlüğün Toltek Yolu ve Yeni Rüya

Ruiz dört anlamaya açıklık getirdikten sonra ele aldığı bölümde, herkesin özgürlüğü talep ettiğini ama kimsenin gerçek özgürlüğün ne olduğunu bilmediğini belirtir. Aslında, çoğunluk özgür olduğunu düşünse de gerçekte insanlar özgür değildir. Çünkü başta da belirttiğimiz gibi, özgürlüğümüz toplumsal rüya tarafından kuşatılmış durumda.   

Peki, nedir özgürlük? Ruizci bakış özgürlüğü “bireyin gerçekten kim olduğunu ifade edebilmesi ve buna göre yapıp etmelerde bulunması” olarak tanımlar. Bu noktada, Ruiz çocuklardan örnek verir. Çocukların kendileri gibi olduğunu ve kendilerini göstermekten çekinmediğini ifade eder. Oysa bizler Yagıç, Kurban ve inanç sistemimizin esareti altındayız. Gerçek benliğimiz ise içimizde bulunan ve hiç büyümemiş olan çocuktur.  

İşte, bireylerin özgür kalmasının ilk yolu farkındalıktır. Yani, özgür olmadığımızın farkında olmak. Böylelikle özgürlüğün kapıları, bireysel cennetin kapıları bireylere açılmış olur. Ruiz’e göre herkes kendi rüyasının ustası olduğu vakit özgürleşebilir ancak.   

Değerlendirme

Anlaşıldığı üzere, Ruiz’in söz konusu kitabı bir “kendi kendine yardım” kitabı olarak da değerlendirilebilir. Çünkü gündelik yaşamda sıkça karşılaştığımız problemler için adeta bizlere rehberlik eden bir işlevi var Dört Anlaşma‘nın.

Öte yandan, uygulanabilirlik açısından Ruiz’in sunduğu dört maddeye sadık kalmak zor gibi görünebilir. Hayatın akışında çoğunlukla maruz kaldığımız can sıkıcı davranış veya sözler, aynı zamanda günden güne değişen ruh halimiz işeri zorlaştırabilir. Ancak yazarın sunmuş olduğu maddeleri içselleştirdiğimiz vakit belki de bireysel cennetimize ulaşabiliriz. En azından Dört Anlaşma‘yı okuduğunuzda Ruiz’in sunduğu somut örneklerle gerçekten de özgür olmadığımız bir dünyanın içinde yaşıyor olduğumuza dair kazandığımız farkındalıkla bireysel cennete giden yol için ilk adımı atabiliriz.

Kaynakça:

Don Miguel Ruiz, Dört Anlaşma, çev. Nil Gün, İstanbul: Kuraldışı Yayıncılık.

[4] A.g.e., s. 57.

[3] A.g.e., s. 52.

[2] A.g.e., s. 33.

[1] Don Miguel Ruiz, Dört Anlaşma, çev. Nil Gün, İstanbul: Kuraldışı Yayıncılık, s.15.

Ahsen Kurtuluş Bilir

Felsefe ve Sosyoloji mezunuyum. Mezun olduktan sonra; Çocuklar için Felsefe (P4C), Akıl ve Zeka Oyunları Eğitmeni, İçerik Editörlüğü alanlarında sertifikalar aldım. Kendimi şöyle tanımlıyorum: Araştırıyor, Okuyor, İzliyor, Düşünüyor ve Yazıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir