Sinema

The Lost Daughter: Anneliğin İmkânsızlığı

The Lost Daughter, 2021 yılına ait bir uyarlama film. Yapım, Elena Ferrante’nin aynı isimli romanından Maggie Gyllenhaal tarafından sinemaya uyarlandı. Başrollerinde Olivia Colman, Jessie Buckley, Dakota Johnson, Ed Harris ve Paul Mescal gibi isimler bulunuyor. Son derece başarılı bir uyarlama olan film yakın zamanda Netflix Türkiye arşivinden de izlenebilir hale geldi. Gelin, bu filmi hep beraber inceleyelim. 

The Lost Daughter ve Kadın Anlatısı

the lost daughter inceleme

Filmin konusundan bahsedecek olursak, 48 yaşında bir dil bilimi profesörü olan Leda tatil yapmak için Yunanistan’a gelir. Adada konaklamak için bir ev ayarlar. Tatil sırasında da kendisiyle aynı sahile gelen kalabalık bir aileyle karşılaşır. Bu aile içinde olan genç bir anne ve küçük kızı Leda’nın kendi annelik deneyimleri ve geçmişiyle yüzleşmesine neden olur. 

The Dark Knight, Stranger than Fiction, Secretary, The Kindergarden Teacher gibi filmlerde oyunculuğunu izlediğimiz Maggie Gyllenhaal’in ilk uzun metraj yönetmenlik deneyimi.  Filmin uyarlama senaryosunu da kendisi yazıp yönetmenliğini yapıyor. Bu filmde oyunculuğu kadar yönetmenlik becerilerinin de iyi olduğunu bize göstermiş oluyor. Aynı zamanda film dünya prömiyerini yaptığı 79. Venedik Film Festivali’nde En İyi Senaryo ( Maggie Gyllenhaal) ödülünü alıyor.

Kitaba gelecek olursak, yazarı Napoli romanları ile dünya çapında duyulan Elena Ferrante. Ferrante, şimdiden 21. yy için önemli romancılardan biri olarak anılıyor. Daha önce Napoli serisinin ilk kitabı olan My Brillant Friend isimli kitabı da dizi haline getirilmiş ve çok sevilmişti. Bu film de kitaptaki imge yoğun anlatıma gereken değeri vermiş ve film anlatıcılığında da bu çok iyi bir şekilde kullanılmış.

Kitabı iyi anlayan ve hikâye akslarına sadık bir uyarlama sunulmuş. Hikâyenin odağında derin bir kadın ve annelik anlatımını yazar ve yönetmen farklı kadınlıklar üzerinden yeniden yazmış. Ferrante kitabın haklarını Gyllenhaal’e tek bir şartla vereceğini o şartın da kendisinin yönetmesi olduğunu söylüyor. Ferrante severleri şaşırtmayacak olan bu istek aslında hikâye akışına dair de çok fazla şey söylüyor. 

***Yazının devamı izlemeyenler için tat kaçırıcı bilgiler içerebilir. ****

Annelik: İmkânsız Bir Deneyim mi?

the lost daughter

Bir kadının sorumluluklarının çoğunu arkasında bırakıp çıktığı keyifli bir Yunanistan tatili gibi başlayan film, bu tatilin karakterimiz için nasıl bir yolculuk olacağının sinyallerini daha en baştan veriyor. Leda plaja yüzmek ve okumak için gidiyor ve oradaki büyük aileyi görüyor. O aileye baktığında ilgisini Nina çekiyor. Nina ve küçük kızı. Leda’nın onlara bakışında sıradan bir meraktan çok daha fazlası olduğunu çok geçmeden anlıyoruz. 

The Lost Daughter feminist görme biçimi ile ele alınacak olursa, Leda’nın Nina’ya olan bakışlarında bir kadın olarak metalaştıran bir bakış yok. Tam tersi ona bakarken hissettiği her şeyi görüyor. Bu sahnenin bir benzerinin filmin devamında, geçmişe dönülen bir sahnede görüyoruz. Leda ve eşi yürüyüşçü bir çifte evini açıyor. Eve gelen kadın da sohbetlerinden sonra Leda’yı görüyor ve çok içten bir şekilde sarılıyor. Leda’ya baktığında ona kapısını açmış evli ve çocuklu bir kadından daha fazlasını gördüğünü anlıyoruz. Leda’nın da Nina’ya bakarken gördüğü tüm dünyanın görmekten kaçtığı bir annelik deneyimi. 

Nina’nın ailesinin içerisindeki hamile olan Callie ile konuşmasında, Callie’nin annelik için ne kadar heyecanlı olduğunu anlıyoruz. Onunla olan konuşmasında Leda “Çocuklar yıkıcı bir sorumluluktur.” cümlesini kuruyor. Aslında bu cümleyi Leda’nın anneliğine özet bir cümle olarak görebiliriz. Orada seçilen “yıkıcı” kelimesi tesadüfen orada değil.

Leda’nın anne olduktan sonra bildiği kendini yıkması gerekiyor. İçinde bir şey yıkılmamaya dirense de anneliği ile bir parçasını yıkıp yeniden var olması gerekiyor. İşte bu da tam olarak bizi anneliğin handikabına götürüyor. Leda için kendi olarak var olmaya devam edemeyeceği bir delilik hali. Bir teslimiyet.

Filmin gizli baş kahramanı Leda’nın annesi. Filmde hiç görmesek de etkisi çok büyük. Leda ona benzememek dileğiyle annelik yapmaya çalışıyor. İyi geçirmediği kız çocuğu olma halinin devamında kendini iyi geçmeyen bir annelik hali ile buluyor. Belki de annesi ile kuramadığı sağlıklı ilişkiyi kendisi de çocuklarıyla kuramıyor. Film sadece anne olma halinin yanında bir de kız çocuk olma hallerini de bize gösteriyor.

Geçmişe Dönüş

the lost daughter

Leda, Nina’yı ve kızını izlerken bir yandan da kendi geçmişini hatırlıyor. Bu sahneleri filmin başından itibaren paralel kurgu ile izliyoruz. Geçmişinde yaşadığı anneliğin altında ezilmişliğini, yaptığı hataları tüm ruh halini en baştan hatırlıyoruz. Bir yandan da Nina’nın o anki durumuyla ilgili daha iyi empati kurar hale geliyoruz.

Leda, akademisyen olma yolunda adımlar atarken bir yandan da iki kız çocuğu büyütmekle uğraşıyor. Bir yandan evli olma hali, bir yandan da anne olma halinin arasında sıkışıyor. Kitapta da filmde de anneliğin büyük bir kendinden feda ve vazgeçiş olduğunun altını çiziyor. Filmin duruşunda annelerin hatalı davranışlarını yargılayan bir taraf yok. Aksine belli sahnelerde onların o hislerine hak veren bir taraf olduğunu söylemekte bir sakınca görmüyorum. 

Leda’nın kendi annesi ile olan ilişkisine baktığımızda ise kendi annesine karşı öfkeli olduğunu ve onun yaptığı annelikten sağ kurtulduğunu düşündüğünü anlıyoruz. Bir yandan da anne olduktan sonra kendi annesinin de yaşadığı şeyler konusunda daha derin bir empati duyuyor. Bu empati annesine yakınlaşmasına sebebiyet vermiyor. Aksine Leda her şeyi ve tüm anne, eş kimliğini arkasında bırakarak gidiyor.

Bu gitme hali tam anlamıyla bir terk ediş. Yine de o terk etme hali uzun sürmüyor. Üç sene sonra Leda artık bir kere dünyaya gelen o çocukların hep onun çocukları olduğunun farkında olarak geri dönüyor. Annelik bırakıp gidebileceği bir kimlik değil. En önemlisi de bunu kavrıyor. O yüzden de Nina ona, “Geçecek mi?” diye sorduğunda hiç düşünmeden “Hayır geçmeyecek.” diyor. 

Kayıp Bebek

thelostdaughter

Filmin kilit noktasını şüphesiz Leda’nın oyuncak bebeği çalması ve o olayın sonrasında yaşananlar oluşturuyor. Leda oyuncak bebeği niye çaldı? Bu soruyu kendisi daha sonra Nina’ya itiraf ettiği sahnede “Sadece oynamak istedim.” şeklinde açıklıyor. Fakat o eylemini açıklamak istediğimizde aklımıza gelen şeylerden biri şu; filmin başlarından itibaren Leda Nina’ya ve kızına baktığında aralarında güzel bir uyum görüyor. Zamanında kendinin yaşayamadığı bir uyum.

Belki de o bebeği alarak Nina’yı bir annelik krizinin içine atmak istiyor. Kriz halinde bir bebek ve onunla uğraşan anneyi görmek Leda’ya daha tanıdık bir his oluşturur. Annenin o kaos halindeki davranışını görmek istemek, anneliğin süt liman bir his olmadığını göstermek de bu davranışın sebeplerinden biri olarak görebilirsiniz.

Filmde bir oyuncak bebek daha görüyoruz. Bu da Leda’nın annesinin ona verdiği bebek. Leda o bebeği oynaması ve bakması için kendi kızına emanet ediyor. O sahnede kızı bebeğe bakmıyor ve her tarafını boyuyor. Daha sonra da Leda bebeğin o haline sinirleniyor ve bebeği pencereden dışarıya atıyor. Leda, o oyuncak bebeğin yerini diğer bebekle doldurarak içindeki bir boşluğu dolduruyor olabilir. Çaldığı bebeğe ne kadar iyi bakmaya çalışsa da o bebeğin de içine su dolmaya, ağzından kurt çıkmaya devam ediyor. 

Leda her ne kadar kötü bir annelik yapsa da filmin sonunda onu bembeyaz elbisesi ile suların içinde temizlenmiş bir şekilde görüyoruz. Kızlarıyla keyifli bir konuşma içerisinde. Annelik dediğimiz şeyin bir de bu tarafı var. Her yaşta aklanabilme hali.

The Lost Daughter: Teknik Analiz

the lost daughter inceleme

Filmin tekniğinden bahsedecek olursak, Maggie Gyllenhaal’un ilk yönetmenlik deneyimi ve bunun altından alnının akıyla çıktığı söylenebilir. İlk yönetmenliğini yaparken Olivia Colman gibi büyük bir oyuncuyu yönetmek gibi zor bir şeyi başarmış. Görüntü yönetmeni ise Helene Louvart. Görüntü yönetmenliği konusunda çok iddialı tercihlerde bulunulmamış. Daha çok mekân ve oyuncu üzerinden bir anlam yaratılmış. Yunanistan’ın rahatlatıcı görüntülerinin yanında karakterlerin yaşadığı hisler arasında güzel tezat yaratan sahneler oluşturulmuş.

Filmin en büyük başarılarından biri de oyuncu seçimi ve oyunculuklar. Olivia Colman başta olmak üzere tüm oyuncuların seçimi film için çok başarılı. Aynı zamanda oyunculuklar da çok başarılı. Kadınların daha hisseden, erkeklerin de daha izleyici rolünde olduğu hikâyede de oyunculukların bu seyri aynı şekilde devam ediyor.

Müzik seçimi de çok başarılı, hikâyeye hizmet eder şekilde tasarlı. Teknik açıdan iddialı seçimler yapılmamış. Onun yerine hikâye akışı üzerinden devam eden bir anlatı kurulu. Teknik seçimler de hikâyenin önüne geçmemiş.

Ferrante’nin anlatımında çok fazla rastladığımız imgeleri filmde de görüyoruz. Yürürken ağaçtan üzerine düşen kozalak, oyuncak bebeğin ağzından çıkan kurt, kurtlanan meyveler gibi birçok imgeye yer verilmiş. Filmde bu imgeler hikâye içerisine çok iyi bir şekilde yedirilmiş. 

The Lost Daughter, izlenmeye değer bir film. Netflix Türkiye kataloğunda bulabileceğiniz bu filmi herkese tavsiye ederim. Özellikle annelik üzerine kafasını kurcalayan kişiler için iyi bir seçim olacaktır. Yine de bazı kişiler için tetikleyici bir içerik olabileceğini de belirtmeden geçmeyeyim. 

Tuğçe Kozak Arman

Merhaba, ben Tuğçe Kozak Arman. Mühendislik eğitimimi tamamladıktan sonra, gönül verdiğim sinema eğitimimi almak için Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne başladım. Hali hazırda eğitimime devam ediyorum. Aynı zamanda okuduğum kitaplarla ilgili sohbet ettiğim bir YouTube kanalım var. Onun dışında da çeşitli projelerde senaryo yazarlığı yapıyorum ve yayına hazırladığım kitabım var. Sinemadan bahsedecek olursak, benim de yolumu ustalar çizdi. Alfred Hitchcock, Kubrick ve Kieslowski favori yönetmenlerim. Favori filmim ise yıllardır hiç değişmedi. O da Hitchcock’un Psycho’su. Yıllardır kusursuzluğunu kaybetmeyen bir film.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir