Sinema

Mezarlık: Kadınların Sesi

Mezarlık, yapımcılığını Abdullah Oğuz ve Evren Oğuz’un yaptığı, yönetmenliğini Abdullah Oğuz’un üstlendiği bir Netflix dizisi. Dizinin senaryosunu ise Özden Uçar, Onur Böber ve Evren Oğuz bir nakış gibi örüyor. 2022 yapımı olan Mezarlık yalnızca bir polisiye değil, kadının toplumda karşılaştığı tüm baskıları detaycı bir perspektiften ele alan muhteşem bir yapım. 4 bölümden oluşan ve her bölümü bir film uzunluğunda olan Mezarlık, konuların birbirinden bağımsız olması ve bölüm sayısının az oluşu nedeniyle seyirci üzerinde başlayıp bitirme isteği uyandırıyor. İlk bölümü açtıktan sonra ise dizi bitene kadar ekran başına çakılıp kalıyoruz.

Genel Bir Bakış

Türkiye’de dizi sektörünün geldiği konuma bakıldığında, umut vadeden bir iş olarak karşımıza çıkıyor Mezarlık. Bu dizinin duygusal entrikaların bulunmadığı bir yapım olması özellikle dikkat çekiyor. Kadının erkek egemen toplumdaki yerini neşterle deşen bir senaryosu var Mezarlık dizisinin. Senaryo, karakter yaratımı ve olay örgüsü bakımından da oldukça kuvvetli.

Emniyet’in yeni açtığı Özel Suçlar Birimi’nin başına bir kadın başkomiser getirilir. Birce Akalay’ın hayat verdiği Önem Özülkü karakteri, yaşadıklarına rağmen duruşundan taviz vermeyen güçlü bir kadın portresi çiziyor. Karakterin nasıl bir baskı altında olduğu ilk sahnede yapmak zorunda kaldığı konuşmayla bir tokat gibi çarpıyor yüzümüze.

Olaylar birbiriyle anlaşmakta zorluk çekeceği belli olan üç karakterin küçük bir arşiv odasında çalışmaya başlamasıyla başlıyor. Arşivin karanlık koridorlarına ilk defa giren Önem başkomiser, ekibin önemli bir parçası olan Hasan Bey’in arşivi neden mezarlık olarak adlandırdığını bir bakışta hissediyor. Ortamın atmosferi ve Önem Hanım’ın attığı her adımda duyduğu acı dolu sesler bizlere de mezarlığın uçsuz bucaksız karanlığında hissettiriyor kendimizi.

Karakter Derinliği

Mezarlık İnceleme

Başarılı bir polis ve kızı için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan bir anne, Önem Özülkü. Dizinin ilk sahnesinden itibaren merakla neler yaptığını takip ediyoruz bu karakterin. İnsanlarla konuşurken takındığı tavırdan güçlü duruşuna, kızının yaptığı hatalara verdiği tepkilerden dostlarına karşı davranış şekillerine kadar her şeyi irdelenemeye çalışıyoruz. Seyircinin sevgi ve merakla mercek altına aldığı Önem Başkomiser davranışlarıyla hayranlık uyandırmayı başarıyor. İlk filmin ilerleyen dakikalarında ise Önem Özülkü’nün yaralarına daha yakından bakıyor ve göz yaşlarımızı tutamıyoruz.

Toplumda genellikle “erkek mesleği” olarak nitelendirilen polisliği hakkıyla yaptığını görüyoruz Başkomiser Önem Özülkü’nün. Başarılarına rağmen baskı altında tutuluyor, tanımadığı insanlar tarafından laf aralarında cinsiyetçiliğe maruz kalıyor ana karakterimiz. Bu küçük detaylar, her yerde yaşanabilen ve görmezden gelinmesi için uğraşılan gerçekleri bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor.

Yıllarını arşivde geçiren, diğerlerinden yaşça büyük, sabırlı bir polis Hasan Bey. İnsana uzun yıllardır onu tanıdığını düşündürecek kadar samimi ve babacan bir tavrı var. Bu tavır eski Türk filmlerindeki babacanlığın aksine, daha çok sessizliği ve sakinliğinden kaynaklanıyor. Cinayetler çözülmeye çalışılırken kendi halinde çalışan bu adamın fikirlerini merak ediyor seyirci. Çatışmalarla başa çıkma yöntemi ve bazı olaylara verdiği tepkiler Hasan Bey’in hikayesinin içine çekiyor bizleri.

Grubun çatışmasına neden olan esas karakter ise Serdar. Emniyet Müdürü’nün oğlu olan ve başka bir birimden buraya sürülen bir adam. Başlangıçta hırçınlığının nedeninin yalnızca sürülmüş olmasıyla ilgili olduğunu düşündürülüyor seyirciye. Babasının gölgesinde kalan ve onun koruması altında bir şeyler becerebilen biri olduğu vurgulanıyor ilk bölümlerde. Fakat sonrası tam bir ters köşe.

Bu nefret ettiğimiz, uyumsuz ve geçimsiz adamın daha derin bir sızısı var yüreğinde. Güven sorunu da geçimsizliği de işte bu yüzden. Bu sorunu da Başkomiserimiz Önem Özülkü tatlı diliyle açığa çıkarıyor. Böylece grup içinde güven ortamı sağlanmış oluyor.

Gizlenen Karakterler

Mezarlık

Mezarlık dizisinde yalnızca cinayeti kimin işlediği değil, karakterlerin özel yaşamları da merak ediliyor. Olay yeri incelemenin dâhi çocuğu Berk, özel hayatını merak ettiğim karakterlerden biri oldu. Çok konuşması ve gereksiz bilgileri ardı ardına sıralaması zaman zaman ona sinir olmama neden oldu. Fakat ekibin de aynı anda benimle aynı tepkiyi vermesi su serpti içime. Berk’in bilgilerle dolu zihninin derinliklerini merak ettim dizi boyunca.

Merak ettiğim bir diğer karakter ise Sofia oldu. Asıl adı Nergis olan bu kadına yazının ilerleyen bölümlerinde kendi seçtiği isimle hitap edeceğim. Sofia: Ekibin serseri ve isyankâr kadını. Aslında polis olmayan, hatta polislere karşı bir ön yargısı olan bir kadın Sofia. Önem Hanım sayesinde ekibe katılarak teknoloji bilgisi gerektiren işleri kolaylıkla hallediyor. Ve bunu yalnızca hayatını kaybeden kadınlara duyduğu vicdani sorumlulukla yapıyor. Göründüğü ilk sahneden itibaren ”Vay be!” dedirten bu kadının gerçekte kim olduğunu merak ediyor seyirci. Fakat merakımızı gideremeden dizi bitiyor ve bu iki gizlenen karakterin tadı damağımızda kalıyor.

Güneşten Daha Sıcak

Mezarlık dizisinin ilk dakikaları tek kelimeyle büyüleyici. Başkomiser Önem Özülkü’nün yaptığı konuşmanın arasına giren cinayet görüntüleri ilk sahneden yerine çiviliyor seyirciyi. Mezarlık, kurgusu, atmosferi ve anlatım diliyle diğer bölümlerde ilk dakikalarda yarattığı heyecanı koruyor.

Küle dönen bir arabanın içinde yanmış bir cesedin bulunmasıyla başlıyor ilk bölüm. Üstlerinin verdiği konuşmayı yapmak zorunda kalan başkomiser ise ergenlik çağındaki kızına hesap veriyor bu dakikalarda. Kadının hayatı boyunca nasıl zorluklarla karşılaşabileceğini bir iğne gibi batırıyor rahat koltuklarda oturan seyircisine. Kim olursan ol, hangi konuma gelirsen gel iş yerinde de evde de zorluklar yaşanabildiğini gösteriyor.

İlk bölümünün başlangıcında kurgu tekniği ve muhteşem senaryosuyla katili bulduğunu düşünüyor izleyici. Fakat sıkı polisiye izleyicileri yalnızca gördükleriyle tatmin olmuyor tıpkı ekibimiz gibi. Hikâyenin derinliklerine indikçe ölen kızımızın aile ilişkilerine çevriliyor gözler. Bu noktada da töre sorunuyla baş başa bırakılıyoruz.

Bölümün ilerleyen dakikalarında defalarca kez katili bulduğumuzu düşünüyoruz. Fakat sürekli yenilenen ihtimaller seyir zevkinin doruklara çıkarılmasını sağlıyor. Ustaca yazılmış senaryosu sayesinde katile ulaştığımız sırada derin bir oh çekiyoruz. Bölümün sonunda ise katarsisi tüm iliklerimizde hissediyoruz.

Bir Nefes Kadar Yakın

Mezarlık dizisinin bu bölümünde Türkiye’nin çarpıcı bir portresi çıkıyor karşımıza. Bu portrenin ilk fırça darbesi, savcının olay yerinde başkomiserle yaptığı tartışma oluyor. Savcı, tartışma sırasında bir kadının öldürülmüş olmasından çok başkomiserin neden geciktiğiyle ilgileniyor. Bu mobbinge kısa bir ışık tutulduktan sonra esas olaya geçiyoruz.

Gencecik bir kızın ölümünü araştıran ekibimiz, olay yerinde edindikleri bir ipucunun peşinden gidiyorlar. Maktulün ailesiyle yapılan görüşme sırasında öldürülen kadının nasıl bir evde büyüdüğü gözler önüne seriliyor. Dini bütün bir aileyle büyüyen Nefise, ilahiyat fakültesinde okuyan bir kız. Fakat ilerleyen dakikalarda Nefise’nin aslında ilahiyat okumadığı, konservatuvarda müzik bölümünde okuduğu öğreniliyor. Aynı anda iki farklı hayat yaşayan Nefise, özel hayatında da Nefes ismini kullanıyor. Bu noktada karşımıza tek bir soru çıkıyor. ”Nefise’yi mi, yoksa Nefes’i mi öldürdüler?”

Bu sorular eşliğinde bir barda sahne alan Nefes’in sürükleyici hikâyesinin içinde buluyoruz kendimizi. İki farklı çevrenin bir düzlemde anlatıldığı bu bölüm, sürükleyiciliğiyle etkisi altına alıyor seyirciyi. İlerleyen dakikalarda seyirciyle buluşan diğer karakterler hem hüzünlendiriyor hem de şaşırtıyor bizleri. Bölümün sonunda ise görünenle gerçek arasındaki ince çizgide donup kalıyoruz.

Göldeki Kadın

Mezarlık‘ın bu bölümünde ilk kez öldürülme anından hemen önce bir kadın görülüyor. Eşinden ayrıldıktan sonra yeni evine taşınan İlayda, başına geleceklerden habersiz kapıyı açıyor. Ve ekibimiz İlayda’nın cansız bedenini gölden çıkarıyor. Bu bölüm Mezarlık‘ın benim için en nefes kesici bölümü oldu. Çünkü İlayda üzerinde incelemeler sürerken gölden beş ceset daha çıkarıldı. Böylece tüm oklar bir seri katili işaret etti.

Bölümün genelinde şüphelilerin tamamı bir kadının gerçek hayatta karşılaştığı tipler oldu. Sosyal medyadan ve fiziksel olarak kadınları taciz eden bu kişi insana sinir krizi geçirtiyor. Bunun yanı sıra, tüm sapıklığıyla cinayetleri üstlenen bir deli insanda başını duvarlara vurma isteği uyandırıyor. Fakat aradığımız katil bu kez tahmin edilmesi fazlasıyla güç bir şekilde ortaya çıkıyor.

Düğüm

Mezarlık, son bölümünde seyircisine ”İyi ki bu diziyi izledim.” dedirtiyor. Özellikle bu bölüm, sistem eleştirisinin hakkıyla yapılmış olmasıyla göze çarpıyor. İlk bölümde işlenen cinayetin katilinin aldığı hafif ceza Önem başkomiser gibi hepimizin sinirlerini bozuyor. Ve bu cezaların hafifletilmesinin toplumda ne kadar alışılagelen bir durum olduğunu düşünmeye sevk ediyor izleyicisini.

Bu bölüm fazlasıyla şaşırtıcı başlıyor. Yıllardır tanıyormuşuz gibi hissettiğimiz Önem başkomiserin bir adamla buluşmasına tanık oluyoruz. Bu durumda Önem Hanım’ın adamın evine gitmesi olanları yadırgamasına neden oluyor seyircinin. Fakat daha sonra bunun çok mantıklı bir nedeni olduğu anlaşılıyor. Ve bir seri katilin işlediğine inanılan cinayet birden bire faili meçhul oluyor. Ve heyecan dolu bir bölümle karşı karşıya kalıyoruz.

Gelişen teknolojiyle birlikte yeni sorunlar gündeme geliyor. Bu sorunlardan biri de tanışma uygulamaları. Uygulamaların yaratabileceği tehlikeye kısa bir bakış atıyor bu bölüm. Ve senaryonun kıvraklığıyla bambaşka bir sorunu daha gözler önüne seriyor. Bu sorun güçlü bağlantıları olan şirketlerle ilgili.

Türk yapımı bir Netflix dizisinin her bölümünde, konuşulması tabu olan pek çok soruna yer verilmesi bir izleyici olarak bana çok iyi hissettirdi. Her şeyden önce bir kadın olarak yapılan işi takdir ediyor ve mezarlık dizisini ayakta alkışlıyorum.

Kumsal Kıvılcım

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Sinema TV eğitimi aldım ve aynı okulda yüksek lisans eğitimime devam etmekteyim. Kendimi, yazıp yönettiği üç kısa filmini ve bolca öyküsünü cebine koyup sanatın aydınlık sokaklarında dolaşan bir hayalperest olarak tanımlayabilirim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir