Sinema

Yeşilçam: Yapısal Özellikleriyle Türkiye Sineması

Bu yazımda sizlere aslında yakından tanıdığımız, bizi zaman makinesiyle geçmişe ışınlayan bir ekolden bahsetmek istiyorum. Yeşilçam

Kaç yaşında olursak olalım, Yeşilçam filmlerini bilmeyenimiz yoktur. Son dönemlerde düşük görsel kalitedeki eski filmlerimizin Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema ve Televizyon Merkezi’nde restore edilmesiyle çok daha net, çok daha keyifli bir sinema deneyimi yaşadık. Sinema emekçileri sesleri belirginleştirdi, renklere can verdi ve bütün bunları uzun süreçler ve büyük eforlar neticesinde hazırladılar.

Coğrafyamızda Sinemanın Doğuşu

Peki Yeşilçam sineması nasıl doğdu, nasıl gelişti? Yeşilçam, adını İstanbul’un Beyoğlu semtinde bulunan bir sokaktan almış. Çünkü film şirketlerinin ofisleri, yazıhaneleri bu sokakta yer alıyormuş. Aslında “Yeşilçam” sözcüğüyle kastedilen Türkiye sinemasının bir dönemi değil. Kısacası Yeşilçam, Türkiye sinemasının nostaljik ismi. Bu yüzden biz nostaljik kısmına odaklanacağız.

Türkiye’de sinema, Osmanlı’ya değin uzanıyor. II. Abdülhamid ile birlikte sinema Anadolu topraklarına giriş yapıyor. İlk toplu film gösterimimiz 1896 – 1897 seneleri arasına denk geliyor. Mekân İstanbul; Avrupa Pasajı’nda bulunan Sponeck Birahanesi. Gösterimin öncülüğünü yapan isim ise Osmanlı’nın ilk sinemacısı, Pathe Sineması’nın sahibi yapımcı, senarist ve yönetmen Sigmund Weinberg.

Gelgelelim, o zamanlar elektrik olmadığı için bu gösterim zor şartlarda gerçekleşiyor. İnsanlar ilk kez sinemayla tanışıyor orada. “Canlı fotoğraf” diye tanımlıyorlar gördüklerini. Gösterilen film, Lumiere Kardeşler’in “Bir Trenin La Ciotat Garı’na Gelişi (L’Arrivée d’un train en gare de La Ciotat)belgesel filmi. Kendilerini film adının üzerine tıklayarak izleyebilirsiniz efendim. Bu film aynı zamanda “Trenin Gara Girişi” olarak da biliniyor.

Bazı çevreler sinemadan hoşlanmış olsa da her yenilikte olduğu gibi birileri de sinemayı “günah” olarak nitelendiriyorlar.

Sinemanın Kurumsallaşması

Bir süre yabancı filmler gösteriliyor İstanbul’da. Halka açık ilk sinemamız “Milli Sinema” 1910 yılında Şehzadebaşı’nda yurttaşların hizmetine sunuluyor.

Ardından, Ayastefanos Rus Abidesi’nin yıkılmasına karar verilince yıkımı çekmek fikri doğuyor. Avusturya’dan bir film ekibi getiriliyor. Fakat filmi kesinlikle bir Türk çekecek, koşulumuz bu. Osmanlı ordusunda görev yapmakta olan Fuat Uzkınay, bu iş için seçiliyor. Uzkınay, Avusturyalı film ekibinden çekim yapmayı öğreniyor. Sonuç olarak 14 Kasım 1914 tarihinde “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” filmi, bir Türk’ün çektiği ilk film olarak sinema kayıtlarına geçiyor.

I. Dünya Savaşı ise sinemanın kurumlaşması noktasında önemli noktalardan. Peki, neden bir savaş, sinemanın kurumlaşmasına yardımcı olmuş olabilir ki? Çünkü Enver Paşa, sinemanın ehemmiyetini I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın propaganda aracı olarak filmleri kullanmasıyla anlamıştı. Bu gelişmelerin üzerine doğal olarak Enver Paşa, 1915 yılında Merkez Ordu Sinema Dairesi’ni kurduruyor. Bu, Osmanlı’nın ve ülkemizin ilk resmi sinema kurumu olarak kabul ediliyor. Sonrasında 7 yıl geçiyor ve bu sefer Türkiye’nin ilk özel film şirketi, Kemal Seden tarafından “Kemal Film” adıyla halkla buluşuyor.

Gelişmeler Hız Kazanıyor

Bir yıl sonra Müdafaa-i Milliye Cemiyeti de sinema işlerine el atıyor. Ardından Almanya’dan film malzemeleri temin eden cemiyet, haber filmi sayılabilecek, savaş görüntüleri içeren filmler çekiyor. Bu süreçte ilk konulu film denememiz Leblebici Horhor Ağa. Deneme diyorum, çünkü çekimler devam ederken oyunculardan birinin vefat etmesi üzerine film tamamlanamıyor. Bunun için ilk konulu filmimiz nedir diye sorarsanız, orası tartışmalı. Şehvet bağımlısı bir kadınla ilişki yaşayan Pertev ile evli bir kadınla yasak aşka yelken açan Vasfi’yi anlatan Pençe mi yoksa I. Dünya Savaşı’ndaki bir casusluk hikâyesini anlatan Casus mu, bu konuda fikir ayrılıkları mevcut.

1917’de ilk komedi filmi serimizin çekimleri başlıyor. Hüseyin Şadi Karagözoğlu yönetmenliğindeki Bican Efendi Vekilharç serinin ilk filmi. Bu filmin tutmasıyla diğer filmler Bican Efendi Mektep Hocası ve Bican Efendi’nin Rüyası gösterime giriyor.

Himmet Ağa’nın İzdivacı filmimiz, oyuncuları Çanakkale Savaşı’na katıldığından dolayı 1918’de bitirilebiliyor. Hemen sonra 1919 senesinde çekilen Mürebbiye filmi, sansüre maruz kalan ilk filmimiz olma özelliğine sahip. Ancak film, sessiz bir film.

Fransa’da dostuyla tartışarak İstanbul’a mürebbiye olmaya gelen Angel, yaşamına dahil olduğu Dehri Efendi’nin evinde bazı olaylara sebebiyet veriyor. İstanbul’un işgal altında olduğu dönemde İstanbul’da bulunan Fransız işgal subayı General Franchet D’Esperey, bir Fransız kızının böyle ahlaksız şekilde gösterilemeyeceğini, Angel üzerinden Fransızların aşağılandığını söylemiştir. Sansür olmasına rağmen film gizli gizli gösterime sokulmuştur.

Yine 1919 yılında çekilen, Ahmet Fehim yönetmenliğindeki Binnaz, yurtdışına satılan ilk Türk filmimiz oluyor.

1931-1960 Dönemi

Yeşilçam

Yıllar geçtikçe sinemamız da olanca hızıyla ilerlemeye, gelişmeye, çeşitlenmeye devam ediyordu. İlk kısa metraj filmlerimiz, sesli filmimiz, dönem filmlerimiz, renkli filmimiz ve korku filmimiz bu dönemde çekildi. İlk sesli filmimiz Yunan-Türk-Mısır ortak yapımı İstanbul Sokaklarında, renkli filmimiz Halıcı Kız (1953), korku filmimiz Çığlık (1949)… Bununla birlikte Türk Sineması Cemiyeti, tam da bu dönemde bir film yarışması düzenledi. Bu yarışmada en güzel film ödülü, yönetmen ve sinema yazarı Şakir Sırmalı’nın Unutulan Sır filmine gitti. 1931-1960, sinemamızda ilklerin yoğunlukla yaşandığı bir zaman aralığı oldu. Cahide Sonku öncülüğünde kurulan Sonku Film de bunun örneklerinden.

“Sus Nalan! Çıldırasıya sus!”

60’lar Dönemi

Yaşilçam

Gelelim 60’lara… İlk film yarışmamızın ardından ikincisi de onu izledi: İstanbul Yerli Film Yarışması. Artık siyah beyaz çalışmalar yerini hızla renklilere bırakıyordu. Açık hava sinemaları da kapalı sinemalara. Efsane yönetmen Metin Erksan, senaryosunu Necati Cumalı ile beraber yazdığı Susuz Yaz filmiyle uluslararası alanda ödül sahibi olan ilk filme imza attı. Yıl 1963… Yer Berlin Film Festivali, ödül ise Altın Ayı… Metin Erksan, Susuz Yaz’ını Necati Cumalı’nın 1962 yılında kaleme aldığı Susuz Yaz öyküsünden uyarladı.

60’lar, Yeşilçam’da kendini toplumsal gerçekçilik akımıyla gösterdi. Ülkemizde sanayi girişimlerinin başladığı, liberal ekonomi yolunun yavaş yavaş izlendiği, köylerde elektriğin yaygınlaştığı, baraj ve köprü projelerinin temellerinin atıldığı dönemler…

Sonuç olarak kapitalizm dediğimiz olgunun Türkiye toplumunda hayat bulması şeklinde de yorumlayabiliriz bu gelişmeleri. Objektif bir bakış açısıyla, kapitalizmi övmeden veya yermeden; yalnızca olan bu. Bu çok doğal bir sonuç aslında. Bu girişim ve gelişmeler o dönem için elbette şahane olsa da kapitalizmin güç kazanması sosyolojik dengeleri yerinden oynatmıştı. Kapitalizmin evrensel ve ulusal bağlamda sinemaya nasıl etkileri olduğunu okumak isterseniz tık tık.

Dengeler yerinden oynamış, işçi hakları gündeme gelmiş, sendikalar kurulmaya başlanmıştı. Yeşilçam da 60’larda ülkemizde yaşananları aktarmak üzere toplumsal gerçekçilik anlayışını benimsemişti. 1961 Anayasası’nın yarattığı özgürlük ortamında Komünizm fobisi biraz olsun yenilmişti.

Yönetmen ve senaristler düzeni eleştiren, kadın haklarına odaklanabilen, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, grev hakları gibi konulardan bahseden filmler yapmışlardı. 68 Kuşağı’nın etkilerini de taşıyan filmler vardı bunların arasında. Karanlıkta Uyananlar (1964), Gecelerin Ötesi (1960) gibi. Türkiye için toplumsal anlamda oldukça hareketli bir on yıldı 60’lar. Yazının en başında görseline rastladığınız o ünlü film, Vesikalı Yarim de 1968 yapımıdır.

Susuz Yaz: Unutulmayan

Yeşilçam

Öyleyse şimdi ödüllü filmimiz Susuz Yaz‘ı yakından inceleyelim. Çünkü bu yazıda yer vereceğim en önemli film kendileri. Hülya Koçyiğit, Erol Taş, Ulvi Doğan gibi Yeşilçam’ın emektar oyuncularını barındırıyor. Bildiğiniz üzere Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray, Fatma Girik ve Filiz Akın Yeşilçam’ın dört yapraklı yoncaları. Susuz Yaz‘da rol alan Koçyiğit, film çekilirken henüz 16 yaşındaydı. Erol Taş’ın ise başrolde görüldüğü ilk filmdi Susuz Yaz.

Susuz Yaz’a Akademik Bir Yaklaşım

İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ensar Yılmaz (2019), Susuz Yaz filminden şöyle bahsediyor:

“Necati Cumalı’nın Susuz Yaz isimli hikâyesi; tarım toplumunda temel üretim aracı olan toprağın en önemli gereksinimi olan suyun özel mülkiyet anlayışı ile değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkan toplumsal çatışma alanlarını, iktidar mücadelesini, insanın kendine yabancılaşmasını ve kadının böyle bir toplumda metalaştırılması sürecini ele almaktadır. Susuz Yaz’da Türkiye’nin batısında, İzmir Urla’daki Bademler köyü ele alınmaktadır. Gerek Gökalp’in gerek Yasa’nın tasnifindeki “ağa köyü” olmayan bir köydür bu. Dolayısıyla
bazı eleştirmenlerin, Batı’daki feodaliteyi dikkate alarak bir sınıfsallık üzerinden köy toplumundaki toplumsal ilişkileri ele almak mümkün olmamaktadır.
Türkiye’nin kırsal yapısı ile ilgili çalışmasında Tütengil “Bazen gerilikle itham edilen ve bazen de Türk fazilet ve kültürünün en hakiki bir mümessili olarak methedilen Türk köylüsü aslında her iki unvana da hak kazanmıştır” (Tütengil, 1983, s.67), der. Filmlerde yer verilmese de Cumalı hikâyenin sonunu kadının kötüyü aynı zamanda sosyal ve siyasal düzleme işaret eden patriarkal ve patrimonyal yapıyı temsil eden Hasan’ı vurması, öldürmesi ile yani düzene başkaldırarak onu yok etmesiyle sonlandırır. Filmler ise sahip olunmak istenende (su) ölüneceğini, burada yaşamın olamayacağını anlatan bir sonu vurgulamak ister gibi Hasan’ın suda öldürülmesiyle biter. Ayrıca gerek görsel gerek yazınsal yapıtlarda kolektif mülkiyetin bir toplumsal değer olarak yüceltilmesi özel mülkiyetin bir toplumsal değer olarak toplumu yozlaştırıcı yanının imgesel bir dille anlatılmasıdır söz konusu olan.”

Susuz Yaz, Criterion Collection (sinema tarihindeki önemli filmleri sayısal işlemlere tabi tutarak DVD formatına çeviren ve satışa sunan şirket) Martin Scorsese’s World Cinema Project Boxset listesinde yer alıyor.

70’ler Yeşilçam Sinemasına Uzanırken

Yeşilçam Filmleri

Televizyonun rağbet görmesi, 70’lerde sinema salonlarını vurdu. Dünyada da durum böyleydi. Ancak ülkemiz sinema sektörü dünya sinemalarına kıyasla daha ağır yara aldı. Salonlar kapanmaya başladı. Bununla birlikte birçok ünlü Yeşilçam sanatçısı televizyona geçiş yaptı. Kimileri ise reklamcı olmaya karar verdi. Geride kalanlar ise sinemayla hiç ilgisi olmayan alanlarda çalıştı. Yıldıran Önk (2011), 70’ler sineması hakkında şunları söylüyor:

“1970’lerin başından itibaren Türk Sineması’nda ekonomik getirinin önem kazandığı bir sinema anlayışı egemen olmuştur. Beğeni kazananlara benzer, iş yapacağı düşünülen türde filmler yapılmıştır. Bu dönemde sinema salonları dolmakta, sektörde büyük paralar dönmekteydi. Ancak kazanılanların yatırıma dönüştürülememesi ve ülke ekonomisinin kötü durumu sinemayı da etkilemiş, Türk Sineması büyük bir kriz yaşamıştır. Bu kriz döneminde filmler hem sayıca hem de kalite bakımından düşüş göstermiştir. Seks ve seks – komedi furyası yaşanmış, Türk Sineması varlığını bu alandan kazanır hale gelmiştir. Kuşkusuz yaşanan bu krizde Türkiye’ye 1960’larda giren ve 1970’li yıllar boyunca yaygınlaşan televizyonun da olumsuz etkisi olmuştur. Bu yıllarda Türk Sineması da Türkiye’yle beraber çetin bir sınavdan geçmiştir.”

“N’ayır, n’olamaz!”

Yeşilçam sineması etkisi, renkli filmlerin yaygınlaşmasıyla maliyet yükü yüzünden azalmıştır. Renkli filme geçiş kaçınılmazdı elbette. Dolayısıyla 70’lerin ikinci yarısından sonrasının Yeşilçam için pek de verimli bir dönem olduğu söylenemez. Estetik ve hikâye bağlamında zayıflayan filmler ticari kaygılarla çekilmeye/yazılmaya başlandı.

Köyden kente göçmüş, cinsel açlık yaşayan erkek seyirciyi bu filmlere çekmek ve bu sayede para kazanmak amaçlanmıştı. Onun içindir ki çekilen filmler ya fazlasıyla erotizm ve müstehcenlik ile veyahut kahramanlık ile doluydu. Ya da yukarıda bahsedildiği üzere güldürü unsuru kullanılmıştı. 70’ler Yeşilçam sinemasına Hababam Sınıfı, Ah Nerede, başrollerini Türkan Şoray ve Cüneyt Arkın‘ın paylaştığı Arım Balım Peteğim, Battal Gazi’nin İntikamı, Köyden İndim Şehre, Vurun Kahpeye, Bekçiler Kralı gibi bilinen filmleri örnek gösterebilirim.

“Biz ayrı dünyaların insanlarıyız.”

80’lerden 90’lara Yeşilçam

80’lerden 90’lara uzanan Yeşilçam stilini Doç. Dr. Âlâ Sivas Gülçur (2020) şöyle açıklıyor:

“12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında yaşanan politik ve toplumsal süreç, sinema alanında da etkisini göstermiştir. Yasaklanan seks güldürülerinin yerini göç olgusunun sonucu arabesk kültürün yansıması olan
arabesk filmler almıştır. Ayrıca sansürün etkisiyle toplumsal eleştiri filmleri, yerini birey psikolojisi, yaratım sancıları ve kadın sorunları konulu filmlere bırakmıştır. Özel televizyon kanallarının yayına başlaması, video olgusu, gelişen sinema teknolojisi ve sinema salonlarında yaşanan değişimle 90’lı yıllarda Türk sineması yeni bir yapıya bürünmüştür. 90’lı yıllarda sinema salonlarında gösterim imkânı yakalayan yerli yapımların sayısı ciddi oranda düşük de olsa, bu yıllarda Türk sinemasında iki eğilim baş gösterir: Bir yanda her şeye rağmen film yapma isteğiyle yola çıkan ve geleneksel yapımcı-yönetmen ilişkisinden bağımsız çalışan yeni yönetmenler kuşağının üretimleri ile seyirciyi sinema salonlarına çekmeyi amaç edinen, gişe odaklı popüler filmler.”

“Bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı.”

Günümüze Uzanan Yeşilçam Ekolü

Gişe odaklı, ana akım yani “mainstream” dediğimiz filmler ile festival filmleri/sanat filmleri/arthouse filmler/bağımsız filmler dediğimiz filmler; sonuç olarak bu ikilik, 90’lardan günümüze kadar ulaşmış elbette.

Genel anlamda komedi ve aşk konuları işlenen ticari filmler, büyük yapımcıların ve yapım şirketlerinin finansal desteği ile sinema salonlarında izleniyor. 2000’lerin ilk zamanlarından örneklendirme yapmam gerekirse özellikle Cem Yılmaz’ın çalışmaları bize yol gösterebilir. Vizontele (2001), G.O.R.A. (2004), Organize İşler (2005), A.R.O.G. (2008) ana akım filmlerden. Kendi imkânları, Bakanlık destekleri, fonlar vesaire ile filmler çekerek festivallerde başarılı olmuş birçok yönetmenimiz var. Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes büyük ödüllü, Oscar aday adayı Uzak (2002) filmi mesela.

Geleneksel Yeşilçam yapısı, şimdilerde günümüz dizileri ve filmlerinde kendisine yer buluyor. 2010’larda az mı zengin kız fakir oğlan konulu dizi seyrettik? Elbette Yeşilçam, ülkemiz sinemasının bugüne kadarki gelişimini anlatıyor. Onun için, Yeşilçam’ın nostaljik anlatıları her daim orada olacak. Türkiye’nin içinden geçtiği toplumsal olaylardan ve olgulardan çokça etkilenerek bize bıraktığı miras, bugün çekilen filmlerde de kendine yer bulmayı sürdürecek.

Rahmetli Sadri Alışık’ın Serseri (1967) filminden bir repliğiyle sizlere veda ediyorum:

”Hayat demek ölümü beklemek demektir. Az çok hepimiz denizi, yıldızları, ağaçları, işte falanları, filanları göreceğiz. Birçok şeyin tadına bakacağız. Sonra da ister istemez ”Gidiyorum Elveda” şarkısını söyleyeceğiz. Öyleyse gidenin de, kalanın da gönlü hoş olsun.”

KAYNAKÇA

  • https://www.trthaber.com/haber/kultur-sanat/yesilcamin-unutulmaz-filmleri-restore-ediliyor-394798.html
  • Yılmaz, E. (2019). “Susuz Yaz”da Mülkiyet, İktidar Mücadelesi ve Kadının Nesneleştirilmesi . HUMANITAS – Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi , 7 (14) , 437-450 . DOI: 10.20304/humanitas.599472
  • https://seyler.eksisozluk.com/ilk-kez-uluslararasi-bir-odul-alan-ve-scorsesenin-de-koruma-altina-aldigi-turk-filmi-susuz-yaz
  • https://tr.wikipedia.org/wiki/Susuz_Yaz
  • https://www.yesilcamsinemasi.com/
  • https://sinema.ktb.gov.tr/TR-144750/turkiye39de-sinema.html
  • https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk_sinemas
  • Kasım, D. M. & Atayeter, H. D. (2012). 1960’LI YILLARDA TÜRK SİNEMASINDA TOPLUMSAL GERÇEKÇİLİK . Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi , 1 (4) , . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/e-gifder/issue/7471/98378
  • http://dagarcikturkiye.com/2018/02/01/turk-sinemasinda-1970li-yillar/
  • Yıldıran Önk, Ürün. (2011). TÜRK SİNEMASI’NDA TÜRLER ÜZERİNE BİR İNCELEME (1970-1980) AN ANALYSIS ON GENRES IN TURKISH CINEMA (1970-1980). 3866-3877.
  • Gülçur, Â. S. (2020) TÜRK SİNEMASINDA YEŞİLÇAM DÖNEMİ. 10.08.2022 tarihinde https://ww4.ticaret.edu.tr/sbe/wp-content/uploads/sites/129/2020/03/2-YE%C5%9E%C4%B0L%C3%87AM-S%C4%B0NEMASINA-GENEL-BAKI%C5%9E.pdf adresinden erişildi.

Benan Çelik

24 Mart 2000 tarihinde İstanbul’da doğdum. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum. Kazan Kültür ve Tabure Kültür Sanat dergisinde içerik üreticiliği yapmaktayım. Çocukluğumdan beri yazı yazmaya tutkunum; şiir, öykü, deneme, makale, şarkı sözü ve film senaryosu gibi türlerde ürünler veriyorum. Dünyayı sinematik değer uğruna romantize ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir