Psikoloji

Psikoloji Mitleri: Doğru Bilinen Yanlışlar

Psikoloji mitleri, bilgi kirliliğinden ötürü toplumun psikolojik sağlık hakkında yanlış yönlendirilmesine sebep oluyor. “Bilgi Çağı” denilen yıllarda yaşıyoruz. Aklımıza gelen her sorunun cevabına ulaşmak artık iki tuşa basmak kadar kolay, elimizin altında. Peki, sosyal medyada yazılıp çizilen, internetteki bloglardan okuduğumuz, arkadaş ortamlarında duyduğumuz her bilgi doğru mu?

Maalesef günümüzde bilgi vermek de bilgi sahibi olmak gibi iki tuşa bakıyor. Bu sebeple bilgi kirliliği de artıyor. Teknolojinin her geçen gün gelişmesiyle özellikle sosyal medya platformlarında herkesin anonim fikir belirtebilmesi çok yaygınlaştı.

‘‘Beyninizin sağ tarafını mı kullanıyorsunuz, yoksa sağ tarafını mı?’’ ‘‘Mozart dinleyen çocuklar daha zeki oluyor!’’ ‘‘Öğrenme stiliniz nedir testi!’’

Eminim, hayatınızın bir noktasında bu cümlelere denk gelmişsinizdir. Hemen cevaplayayım, beynimizin sağını da solunu da kullanıyoruz. Hayır, klasik müzik dinledi diye çocuğunuz daha zeki olmaz. Öğrenme stili de kişiye göre değil, öğrenilen şeye göre şekil alır. Sadece bu örneklerden dahi doğru bilgiler kadar birçok yanlış bilginin de zihnimize yerleştiğini gözlemleyebiliriz.

Psikoloji Mitleri

Psikoloji mitleri

Psikoloji, yani ruh bilimi; davranışlarımızı, duygu ve düşüncelerimizi inceleyen bilim dalıdır. Yanlış bilgi bombardımanına en çok uğrayan alanlardan biri olma yolunda da ilerliyor. Daha önce hiç psikoterapi seansı deneyimlememiş biri filmlerdeki terapi sahneleriyle nasıl terapi yapıldığını öğrendiğini düşünmekte.

Sosyal medyada gezinirken anonim hesaplar kamyon arkası minvalinde yazıları psikolojik bilgi diye paylaşabiliyor. Psikoloji bilimsel bir disiplin değil de felsefi bir ideaymış gibi fikir belirtilmeye ve öznelleştirilmeye açılıyor. Birçok konuda veriye ulaşmanın hızlandığı bu yıllarda gittikçe sabırsızlaştırılmamızdan ve bilgi açlığımızdan dolayı da araştırmadan, sorgulamadan okuduğumuzu alıyoruz.

Psikoloji insanın merak içgüdüsünden ötürü herkesin az da olsa ilgisini çeken bir alan. Hızlı bilgi akışının ürünü popüler psikoloji kavramı ise mitlerin çok daha yayılmasına sebep olmakta. Oysa psikoloji bir bilim dalıdır. Zaman zaman otantik veya yaratıcı düşüncelere ihtiyaç duysa da, öznel yorumlara açık değildir. Kanıtlanmamış fikirlerin geçerliliği yoktur.

Şimdi psikolojiye dair kulaktan kulağa yayılmış ama hiçbir bilimsel veriye dayanmayan, hatta tam zıttı ispatlanmış bu popüler mitlerin doğrusu nedir ne değildir diye beraber bakalım.

Popüler Psikoloji

Popüler psikolojinin en sık duyulan miti ve en körü körüne inanılmış bilgisi şu olsa gerek:

‘‘Beynimizin sadece %10’unu kullanıyoruz.’’

Hatta kanıtlanmış bir bilgiymiş gibi; ‘‘Beynimizin %100’ünü kullansak ne olur?’’ , ‘‘Aslında %30’unu kullansak uçabilirmişiz biliyor musunuz?’’ şeklinde beyin fırtınalarına konu olmakta. Böylece mit köklenmekte.

Tüm insanlığı genellemek bir yana, çok ciddi zihinsel engele sahip insanlar dahi beyinlerinin %10’undan çok daha fazlasını kullanıyor. Bu iddianın çıkış yeri, 1800’lü yılların sonunda yapılan bir teorik araştırmaya dayanıyor. Araştırma, insanların sadece %3-10’luk kısmının 250 IQ’yu geçebilecek beyin kapasitesine sahip olduğunu ileri sürerken, maalesef bu sonuç yanlış yorumlanarak günümüzdeki halini almakta. Zaman zaman tekrardan ortaya atılan bu mit, çok doğruymuş gibi 2014 yılında çıkarılan Lucy filminde de gündeme gelmişti.

Hali hazırda var olan bir mitin üstüne gişesi yüksek bir film de destek verince maalesef kitlesel bir yanlış bilgi aktarımı olmuştur. Günümüzdeki beyin görüntüleme teknikleri uyku esnasında dahi beynin her noktasında az ya da çok miktarda aktivite görüntülemiştir.

Yattığı Yerden Para Kazanıyor!

psikoloji mitleri

Gelelim 4-5 sene öncesine kadarki en yaygın psikoloji tartışma konusuna. Psikologlar sadece dert mi dinler? Dert dinlemek psikolog olmak için tek başına yeterli bir özellik midir? Psikologlar gerçekten de oturduğu yerden haksız para mı kazanıyor?

Sezar’ın hakkı Sezar’a, içinde bulunduğumuz yıllarda çıkan filmler, diziler veya kitaplar bazı yanlış bilgiler içerse de onlar sayesinde biz psikologlara ve yaptığımız işe oluşmuş önyargının oldukça seyreldiğini söyleyebilirim. Hatta eskiye kıyasla son zamanlarda psikoloğa gitmek moda (!) olmuş durumda. Zamanının deli doktoru, şimdi trend mi? Bana sorarsanız ne moda, ne de ayıp.

Fiziksel sağlığa bu kadar önemli bakılırken neden ruh sağlığı bu kadar dışlanmış, nedendir bu üvey çocuk muamelesi? “Kendimi bitkin hissediyorum,” işe gitmemek için yeterli bir gerekçeyken, majör depresyon tanısı olan kişi bırakın bunu gerekçe göstermeyi dile getirmek bile istemiyor.

“Aman kimseler duymasın terapiye gittiğimi!” “Antidepresan kullandığımı iştekiler duyarsa deli damgası yerim vallahi.”

Oysa psikoloğa/psikiyatra gitmek de KBB’ye gitmek kadar doğal karşılanmalıdır. Çünkü öyle! Fiziksel hastalıklar kadar psikolojik hastalıkların da geçerliliği olmalı. Çünkü terapi, insanın belki de sadece kendi için yaptığı tek ve en önemli yatırımdır.

Terapi Nedir, Psikolog Kimdir?

Terapi, dert dinlemek değil yüzyıllardır araştırılan ve çeşitli ekollere sahip bir tedavi yöntemidir. Psikologlar da ne dert dinler, ne de tavsiye verir. Terapiye ilk kez giden herkesin beklentisi gideyim de bana ne yapacağımı söylenin olsun bitsin gibi bir yerden. Maalesef mental sorunlara antibiyotik yazıp gönderemiyoruz, hiçbirimizin sihirli değneği de yok. Bu yüzden genelde ilk terapi seansında sorun yaşanır.

“Ama n’apacağım?”, “Ne yapsam geçer bu his?”, “Siz olsaydınız n’apardınız?” gibi sorulara cevap alamayınca danışanların başta hayal kırıklığına uğraması kaçınılmaz. Ama sonra bir bakarsınız artık kendi doğrularınızı bulabilecek hale gelmişsiniz. O telaşla aradığınız çözüm yolunun rotası içinizdeymiş. Psikologların yegane amacı size o yolda ışık tutmaktır, yolu tarif etmek değil.      

Psikologlar 4 yıl lisans, 2 yıl yüksek lisans ve onlarca eğitim sonrasında donanıma erişerek size destek olur, tabii bunca eğitim genel algının aksine kös kös oturup “dert dinlemek” için değildir. Yani arkadaşınız gibi “takma geçer” deyip sırtınızı sıvazlayıp göndermez, terapi odası sohbet ortamı değildir.

Arkadaşlarınızla sorunlarınızı paylaşmanın terapi olmadığının altını çizmek isterim. Terapistiniz kanıtlanmış bilimsel yöntemlerle sizin duygu ve düşünce sisteminizi inceler. Gerekirse de müdahalede bulunur. Bir yakınınızla sohbet etmenin rahatlatıcı etkisi katiyen inkâr edilemez, fakat objektif ve bilgili birinin eşliğinde duygusal süreçten geçmek bambaşka bir boyuttur. 

Psikoloji mitlerinden bahsedip, “boş ver yahu psikoloğu, psikiyatra git daha iyi!” tavsiyesine değinmeden geçemeyeceğim. Psikiyatrist ve terapist genelde kol kola çalışır, alt-üst veya iyi-kötü gibi bir durum yoktur. İlaç tedavisi gerekliyse psikiyatriye, terapi gerekliyse klinik psikoloğa gidilmekte. Bana sorarsanız, önce psikoloğa gitmekte fayda var. Gerek gördüğü saniye sizi psikiyatriye kendi yönlendirir.

En etkili tedavi yöntemi, terapi seanslarının psikiyatrik ilaç ile desteklenmesidir. Kısacası çoğunlukla psikiyatr terapi yapmaz, terapist ilaç yazmaz. Kendi psikolojik sürecinden geçmek bir lunapark trenine binmeye benzer. Bazen seansın başından sonuna kadar ağlarken, bazen de hiç hissetmediğiniz kadar ferah çıkarsınız. Neye kime ne kadar ihtiyacınız var, bu sürecin içine girdikçe net bir şekilde görülmekte. 

“Dağınıklığa Hiç Gelemem, OKB Var Bende!”

psikoloji mitleri

Psikolojik hastalıklarla ilgili doğru bilinen yanlışlara değinmeden geçersem, haksızlık etmiş olurum. Psikolojinin popülerleşmesiyle mental problemler ve semptomları hakkında hemen hemen herkesin bir fikri var. Bu alan için olumlu bir gelişme olsa da, maalesef iş kendi kendine tanı koyma boyutuna geldi. Mesela OKB (Obsesif Kompulsif Bozukluk), kişinin zihninde beliren otomatik ve takıntılı düşüncelerin günlük hayatını etkilediği bir rahatsızlıktır.

Obsesyon buradaki takıntılı düşünce, kompulsiyon ise bu düşünceler yüzünden tekrarlanan ve artık takıntı haline gelmiş, ritüelleşmiş davranıştır. Fakat toplumda OKB denilince akla ilk gelen “titizlik” olsa da, OKB sahibi kişilerin çok küçük bir kısmı düzen obsesyonuna sahiptir. En sık görülen obsesyonlar kuşku ve kontrol obsesyonlarıdır. Örneğin, kişi evden çıkacağı zaman ütüyü fişten çekip çekmediğinden şüphe duyar ve tekrar tekrar kontrol eder. Bu şüphesini dindirmek için de çözüm üretir, fişi çektiğini kanıtlayan bir video kaydetmek gibi.

Psikolojik hastalıklar ve tanı kriterleri ile ilgili çok yanlış algılara sahip olunan bir başka hastalık ise depresyon, ağız alışkanlığı olmuş kullanımının aksine başınıza can sıkıcı bir olay geldiği zaman üzülmenizin karşılığı depresyon değil. Hatta verdiğiniz veya hissettiğiniz oldukça normaldir. Depresif, depresyona eşit değildir. Ve hayır, sabah mutluyken akşam keyfinizin kaçması da bipolar olduğunuz anlamına gelmez. Buna karar vermesi gereken kişi bir ruh sağlığı uzmanı olmalıdır. Kendinizde şüphelendiğiniz bir semptom varsa, bunu internetten değil uzmanlara danışarak netleştirmeniz son derece önemlidir. 

Mitleri Mit Yapan…

Yazının başından beri bahsettiğim gibi, bilgi kirliliği ve bilgilerin çok yüzeysel boyutta olması mitlerin oluşmasının kökeni. Evet, yalan söyleyen kişi burnunu kaşıyor olabilir tabii. Fakat her burnunu kaşıyana yalancı yaftası yapıştırdığımız an bilginin yüzeyselliğinin zararını görmüş oluruz.

Binlerce örnek olmasına karşın, psikolojiye dair en çok önyargı oluşturan ve kendimize dair yanlış bildiğimiz mitlerin en yaygın olanlarını seçip açıklamak istedim. Yazıyı psikolojinin ta kendisine dair bir mitle bitirmek isterim. O da psikolojinin faydalı üç beş fikir, ilginç gündelik bilgiler sunan, sadece teoride kalmış ideolojik bir bilgi topluluğu gibi algılanmasıdır. Oysa yukarıda yazdığım mitlerin mit olma sebebi, zaten bilimsel olarak kanıtlanamamış olması. Bir diğer deyişle, zıddının kanıtlanmış olması.

Bilgi kirliliğinde kaybolmamanız dileğiyle…

Kaynakça

Amerikan Psikiyatri Birliği, (2014). Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı (DSM-5), Tanı Ölçütleri Başvuru El Kitabı. 

Standing, Lionel G.Huber, Herman, (2003). Do Psychology Courses Belief In Psychological Myths?. Scientific Journals Publisher.  https://doi.org/10.2224/sbp.2003.31.6.585

The Macau Team, (2017). An Analysis of William James’s The Principles of Psychology , Macar Library’s. https://doi.org/10.4324/9781912282494

Psk. İrem Erdoğan

Merhaba, ben Psikolog İrem Erdoğan. 22 yaşındayım. Kendimi bildim bileli psikoloji alanına duyduğum ilgi sonucu, T.C. Maltepe Üniversitesi’nde Psikoloji (İngilizce) Lisans eğitimi aldım. Onur derecesiyle mezun oldum. Bu dönem içerisinde Bilişsel Davranışçı Terapi, Cinsel Terapi başta olmak üzere birçok eğitim aldım. Şu an ise Okan Üniversitesi’nde Klinik Psikoloji üzerine yüksek lisans yapmaktayım

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir