Edebiyat

Gizli Oturum: Cehennem Başkalarıdır

Gizli Oturum hakkında detaylı bir inceleme sizleri bekliyor. Varoluşa dair bir gizli oturum olan, eskatolojik alegori ile yorumlanmış anlam yüklü bu Sartre eserini sizler için inceledik.

Neden Sartre deyince ya da onun eserleri söz konusu olunca akla hep varoluşçuluk gelir? Popülerleşmiş bir algı değil mi? Sorumun cevabı belli olmasına rağmen sordum. Evet, popüler. Bu popülerliğin kaynağı da, Sartre’ın varoluşçuluk gibi derin bir felsefi uğraş alanını edebi olarak yorumlayanlar arasında başat olması diyebiliriz.

Felsefi epistemolojiye, onun düşünce diyalektiğine hakim olamayabiliriz. Lakin bu durum bizlerin, hem nesnesi hem de öznesi olmamız bakımından bir felsefe nesnesi oluşumuzu da dışlamaz. İşte bu noktada, dramatik bir kurgu ile düşündürmenin tezahürü olan eserleri ile popülerleşmiştir Sartre.

Daha da önemlisi, bizi o kurguya dahil etmiştir. Felsefe biraz da şiir gibidir der Unamuno. Varlığım ve düşüncelerim üzerine düşünmek için gereksindiğimiz duygu yükünü işaret eder aslında. Zira duygu da entelektüel bir şeydir, fark edilmese bile düşünceyi gerektirir. Sartre’ın değerinin önemli bir parçasıdır bu bağlam. Peki, bize Gizli Oturum isimli kurgusu ile ne düşündürtüyor? Haydi gelin, beraber göz atalım.

Öteki

Öncelikle bilinmelidir ki Sartre, insanın varlığına ilişkin düşünüşünde eyleme önemli bir yer atfeder. Bu eylemi de görece olarak iyi yansıttığını düşündüğü oyun türüne önem verir haliyle. Nitekim eserimiz de bir oyun. Peki bu eylemden kasıt nedir?

Aslında, insanın olduğu gibi değil de eylem içerisinde irdelenişinin kastını belirtebiliriz. Zira insan, varoluşunu kendi inşa eder ve bu inşa sürecinde eylem önemli bir rol oynar. Bu eylemsellik sayesinde insan, özgürlüğünü de tanır. Bu özgürlüğü tanıma noktasında diğer insanlar ve insana ait yapılar ile yüzleşme unsuru önemlidir ve eylem temelde bunu sağlar.

Nitekim Gizli Oturum eserinde, birbirinden farklı üç insan, oyun boyunca tek bir mekândadır. Bu mekân, ölümden sonra orada bulundukları bir yerdir. Bir otel odası gibidir. Bu mekânın en önemli özelliklerinden birincisi, sürekli bir ışıklandırma içinde olmaları ve uyku unsurunun olmamasıdır. Bir ikincisi ise, devamlı uyanık olmalarının ve belirli sınırlar içerisinde kalmalarının etkisiyle birbirleri arasında sürekli etkileşim içerisinde olmaları, yani birbirlerine maruz kalmalarıdır.

‘‘Her birimiz ötekilerin celladı burada.’’

Jean Paul Sartre, Gizli Oturum, s.21.

Maruz Kalma

Peki bu maruz kalma neye neden olur? Birbirlerini sürekli ötekinin gözünden görürler. Bu görüş pek de iç açıcı değildir. Nitekim bu gizli oturum boyunca birbirleri arasında gruplaşarak birbirlerini eleştirirler. Kitaptaki ifade ile belirtirsek, birbirlerinin celladı olurlar.

Bu gruplaşma, üç ana karakterin ikisinin beraberce bir karakteri eleştirmesi şeklinde olur ve aslında sürekli değişim içindedir. Sabit bir gruplaşma yoktur. Zira diğerlerinin gözünden kendini görme, hem görülen için kendi öz bakışının dışında bir perspektif doğurur, hem de bir ayna gibi kendisini yansıtan bu insanların karakterlerini de açığa çıkarır. Zaten oyun boyunca hem diyaloglar ile, hem de ortaya çıkartılan gerçeklikler ile gruplaşmalarda değişimler yaşanır.

Anlaşılacağı üzere, bir vicdan muhakemesi durumu bu gizli oturum içerisinde kendini hissettirir. Bu durum değerlidir zira varoluşa getirilen bu perspektif, özellikle Batı medeniyetinde bir katarsise neden olmuştur. İnsan, varoluşunu kendisi inşa ettiği için, sorumluluğu da tamamen kendisine aittir. Ve bu değerlendirmeyi de ötekinin bakışı ile daha derinden yapabilir. Aslında bir nevi, öteki olgusunun işlenişine tanık oluruz. Zaten Sartre, oyuna önce Öteki adını yakıştırmış, ama sonrasında ismini Gizli Oturum olarak değiştirmiştir.

Varoluş Özden Önce Gelir

Sartre’ın varoluş felsefesinin özü, varoluşun özden önce geldiği şeklindedir. İnsanın varlığını özü belirlemez, insan bu özü kendisi oluşturur. Burada insan merkezci bir yaklaşım vardır. Bu durum, insan özgürlüğüne özsel kısıtlamalar öngören tabulardan kurtulmayı sağlamakla beraber insanın sorumluluğunu artırır. Zira insan, varoluşunu inşa ederken sergilediği eylemlerin dayanağının bizzat kendisidir. Varlığını meşrulaştırıcı olan da farklı bir unsur ya da yapı değil, sadece kendisidir. Bu, önemli bir sorumluluktur.

Özgürlük

Sartre bunu, özgürlük için gerekli bir unsur olarak görür. Bu durumu eserde de görürüz. Özellikle karakterler geçmişleri ile yüzleştiklerinde ve bu yüzleşmeyi salt kendi vicdanları ile değil, öteki karakterlerin yargı ve vicdanları ile yaptıklarında, eylemlerinin sorumluluğunun ne denli ağır olduğunun farkına varırlar. Bu sorumluluk olgusu, aynı zamanda özgürlüğün de bir ıstırabı olduğunu gösterir aslında.

Nitekim Sartre’ın varoluş perspektifinde, kendimize ürettiğimiz toplumsal ve bireysel amaçların nedenselliğinin ne denli kurgu olduğunu fark ediş mevcuttur. Zaten Sartre’a göre belirlenimcilik anlamsız ve manipüle edici bir olgudur. Belirlenimciliğin tahakkümünü kabul eden insan, kendi varlığına yabancılaşır ve özgür eylemden uzaklaşmış olur.

Saçma

Peki bu durumda açığa çıkan nedir? Hayatın aslında saçma olduğu ifadesidir. Gizli oturum içerisindeki diyaloglarda bu durum ortaya konulur. Nitekim karakterlerin bakışında diyakronik bir dönüşüm mevcuttur. Öldükten sonra gerisingeri hayatlarına bakarlar. Odadaki herkes birbirinin celladıdır ve yaşanmışlıklar çerçevesinde birbirlerini eleştirirler.

Hayatlarında kendilerine devşirdikleri takıntılarla, değerlerle ve olgularla yüzleşirler. Bu yüzleşme sırasında kendi kendilerine yine hırslı olabilmektedirler lakin diğer karakterlerinin kendi geçmişlerine bakışı, kendilerini ötekinin gözünden görüşleri ve bu öteki perspektifinin kendilerinin eylemlerindeki saçmalığı ifade edişleri, hatta yüze vurmaları durumu meydana gelir.

Katarsis

Bu durum da hem karakterlerin katarsis yaşamalarını sağlar, hem de okuyucuya geçmişteki eylemselliklerin saçmalığını hissettirir. Ayrıca yargıların esiri olma durumunu hissederler karakterler. Halbuki insan, özünü kendi eylemleri ile oluşturur ve bu noktada maruz kaldığı manipülasyon, sonrasında geriye dönüp bakıldığında vicdan azabı verir.

Aynı zamanda bu manipülasyon, toplumsal olanın yargılarında açığa çıkmak konusunda müthiş bir potansiyele sahip olan saçmayı da görece daha çok gözler önüne serer. Bu durum insana daha çok acı verir. Ve insan bunu fark ettiğinde, şöyle bir durup bağırır: “Cehennem Başkalarıdır!” Ama cehennem başkalarıdır derken tam olarak neyi anlıyoruz?

Cehennem Başkalarıdır

Gizli Oturum eserinde en çok ele alınan, hatta anlam olarak leitmotifini ifade eden kavram olarak görülen ifade, karakterlerden biri olan Garcin’in oyunun son bölümünde dile getirdiği cehennem başkalarıdır ibaresidir. Peki bu denli ele alınan bir ifade bize neyi anlatıyor? Şanslıyız ki, Sartre’ın bu konuda bir pasajı mevcut:

‘‘Cehennem başkalarıdır’ hep yanlış anlaşıldı. Başkalarıyla olan ilişkilerimizin her zaman zehirli olduğunu, onların her zaman cehennemi ilişkiler olduğunu kastettiğim zannedildi. Oysa demek istediğim bambaşka bir şey. Demek istediğim, eğer başkalarıyla olan ilişkiler çarpık ve kirli ise o halde başkası ancak cehennem olabilir. Neden mi? Çünkü temelde diğer insanlar, kendi hakkımızdaki fikrimizin oluşum sürecinde en önemli yeri işgal ederler. Kendimizi düşünürken kendimizi tanımaya çalışırken temelde başkalarının bizimle ilgili hâlihazırda sahip olduğu bilgileri kullanırız. Kendimizi, başkalarının sahip olduğu, kendimizi yargılamamız için bize verdikleri araçlarla yargılarız. Kendimle ilgili ne söylersem söyleyeyim, her zaman başkalarının yargısı buna dâhildir. Bu da demek oluyor ki eğer ilişkilerim kötüyse kendimi tamamen başkalarına bağımlı kılarım. Ve böylece gerçekten de cehennemde olurum. Ve dünyada başkalarının yargılarına fazlasıyla bağımlı oldukları için cehennemde olan çok fazla insan var. Ancak bu hiçbir şekilde başkalarıyla ilişki kuramayacağımız anlamına gelmez. Bu sadece diğer herkesin her birimiz için ne kadar önemli olduğunu gösterir” (A. Astruc, M. Contat, G. Selingman, Sartre By Himself, 1976.)

Bağımlılık

Burada Sartre’ın bahsetmek istediği, diğer insanların salt olarak cehennem olmadığıdır. Diğer insanlar, onlarla ilişkilerimiz kötü ise cehennem olurlar. Salt olarak cehennem değildirler zira kendimizi anlayabilmemiz için yine onlara ihtiyaç duyarız. Başkalarının yargıları bizi her zaman etkiler. Önemli olan o insanlar ile ilişkilerimizin bizi bağımlı hale getirmemesidir.

Bu bağımlılık, Sartre’ın felsefesindeki en önemli olgulardan olan özgürlüğü baltalar. Bu duruma temelde, insanlara nesne olarak yaklaşılması ve insanların da bireyi nesne olarak ele alması neden olur. Bu durum nihayetinde enikonu bir işkenceye maruz kalma hissi yaratır. Yani bu görece karşılaştırma ve gelişen çatışma durumu aslında bir egemenlik mücadelesine neden olur.

Bu bağımlılığı oyunda Garcin karakteri iyi yansıtır. Kendi geçmişi ile yüzleşirken diğer insanların görüşlerine kendisini muhtaç kılar. Beklediği dönütleri alamayınca da bu gizli oturum sonunda “Cehennem Başkalarıdır” şeklinde haykıran da o olur:

‘‘GARCIN: (…) Demek cehennem bu. Hiç aklıma getirmezdim böyle olacağını… Acı, ateş, kızgın ızgara; hepsi sizsiniz demek… Ay! Ne gülünç şey… Kızgın ızgaranın ne gereği var: cehennem Başkalarıdır.’’

Jean Paul Sartre, Gizli Oturum, De Yayınevi, İstanbul, 1965, s.50.

Kötü Niyet

Anlaşılacağı üzere, Sartre’ın felsefesinin temelinde varlık özden önce gelir. Bu durum, özgürlüğün öncül bir koşuludur. Bu sayede insanlar kendilerini yapıp ettiklerinden mutlak olarak sorumlu tutabilirler ve bu yükü sırtlanabilirler.

Bu durum onların sorumluluktan kaçmalarını, kötülüğü sıradanlaştırmalarını engeller. Kendi varoluşunun ve yapıp ettiklerinin sorumluluğunu almayarak bahaneler uydurmak, belirli rollerin arkasına saklanmak gibi durumlar ise Sartre’ın belirttiği gibi kötü niyettir.

Gizli Oturum içerisinde de bunun en bariz örneğini yine Garcin karakterinde görürüz. Bu kötü niyet, insanın eylemlerinin oluşumunu ve sonuçlarını manipüle eder. Bu manipülasyon da aslında meşrulaştırmanın kendisidir.

Kötülüğün Sıradanlığı

Bu konu bağlamında bir analoji çağrışıyor bende. Hannah Arendt’in Kötülüğün Sıradanlığı eserinde ele aldığı bir durum var. Nazi dönemi bakanlarından olan Adolf Eichmann’a, İsrail’de çıkarıldığı mahkemede, kendisine isnad edilen suçları neden işlediği soruluyor. Onun cevabı ise çarpıcıdır.

Yaptıklarını kötü bir kasıt ile yapmadığını, kendisinin bir devlet görevlisi olduğunu ve devletin talep ettiği görevleri yerine getirdiğini belirtiyor. Burada gördüğümüz durum, Eichmann’ın kötülüğü sıradanlaştırmasını ifade ediyor diyebiliriz. Varoluşunun ve eylemlerinin sorumluluğunu almaktan kaçıp, etik bir süzgeçten geçirmeksizin uyma davranışı sergilediğini görüyoruz.

Radikal Dönüşüm

Sartre, aslında bu noktaya da değinmiştir. Yani sorumluluktan kaçma durumundan yine insanın kendi kendisini çıkarabileceğini belirtir. Kötü niyetten sorumluluğa geçişi ise radikal dönüşüm olarak nitelendirir. Bu dönüşümün temelinde sorumluluk almanın gerekliliğini belirtir ama nasıl olacağı konusunda spesifik bir belirleme yapmaz. Bu durum önemlidir. Zira cehennem başkalarıdır mottosunun, yine Sartre’ın sonraki düzeltmelerinden de anlaşılacağı üzere, mutlak bir belirlenim olmadığını gösterir bize.

Madalyonun iki yüzü metaforu gibidir aslında. İnsanlar cehennem olma potansiyellerini içermekle beraber, cennet olma potansiyelini de içerirler. Madalyonu cehennem yönüne çevirenler ise benmerkezcilik, iletişimsizlik, hırs, mutlak pragmatizm gibi unsurlardır.

Ayrıca bu kötü niyet olgusu, sadece insanlar arasındaki ilişkiyi betimlemez, insanların kendi varoluşlarına dair durumu da konumlandırır. İnsanlar çoğu zaman kendi endişelerinin, kaygılarının ve kabuk tutmuş geleneklerinin kurbanı olurlar. Oyunda ölü metaforunun kullanılması da bu yüzdendir. Bu kabuk tutmuş insanlar aslında ölü gibidirler. İnsan hangi cehennem çerçevesinde yaşıyorsa yaşasın, o çerçeveyi kırmak da kendi elindedir. Tıpkı o çerçevenin içinde kalma iradesinin de kendine ait oluşu gibi.

KAYNAKÇA

JEAN PAUL SARTRE, GİZLİ OTURUM, DE YAYINEVİ, İSTANBUL, 1965

A. ASTRUC, M. CONTAT, G. SELINGMAN, SARTRE BY HIMSELF, 1976

SEMRA YÜCEL ÖTGÜN, JEAN PAUL SARTRE’IN GİZLİ OTURUM OYUNUNUN GÖRSEL YORUMLARI, GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ, 2011

KIKI BERK, “HELL IS OTHER PEOPLE”: SARTRE ON PERSONAL RELATIONSHIPS

HANNAH ARENDT, KÖTÜLÜĞÜN SIRADANLIĞI, METİS YAYINLARI, İSTANBUL, 2018

Mahmut Ziya Yılmaz

Yüksüz miktarda borç verdim Hayatın tefesinde İşleyen sabanda kendim Ve kendimden sabana tarla Yetişen bir ben vardım Ve yetiştiren bir nadas Tek koşulmuş öksüz mü Yoksa öküz müydü Bilemedim Ve renkleri kör edip Yeşili kırmızıya Doğruyu yanlışa Oluru olmaza kattım Mevsimleri de rayından çıkardım Adem-i merkeziyet için Adem’in elması için Aslında daha çok Yutkunurken beliren Adem elması için Ve belki de aslında Fayrapziya için

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir